Realizm

  • Konbuyu başlatan Talebe
  • Başlangıç tarihi
  • Cevaplar 0
  • Görüntüleme 773

Talebe

Yönetici
Katılım
14 Şub 2021
Konular
559
Mesajlar
4,059
Tepkime puanı
10,674
Puanları
113
Meslek - Branş
Öğretmen - Tarih
Talebe Hakkında ek bir bilgi sağlanmamış.
REALİZM


19. yüzyılın ikinci yansı içinde Roman-tizm'e karşı Fransa'da doğan, edebiyatta gerçeğe uygunluğu savunan bir edebî akım.
Fransızca "gerçek" anlamına gelen "rea­lite" kelimesinden türemiş bir kavram olan Realizm, "varlıkları ve hayatı gerçekte na­sılsa öyle anlatmak" çabasını güder. Edebî ekol olarak ise, "edebî eserde tabiatı, insanı, sosyal ve ferdî hayatı olduğu gibi, değiştir­meden, gerçekte var olduklarından farklı bir şekle bürümeden tasvir etmek, işlemek gayesi güden bir anlayış" olarak tanımlana­bilir.
Realizm, bütün Avrupa edebiyatlarına yayılmış olan Romantizm'e bir tepki olarak kendisini gösterir. Bu görünüşte dönemin Fransa'sının içinde bulunduğu siyasî çal­kantıların, sosyal buhranın ve sanayileşme­nin toplumda doğurduğu bir takım yeni problemlerin yanısıra gelişen teknolojinin ekonomik ve sosyal yapıda yeni ihtiyaçları ve dolayısıyla maddî değerleri önplana çı­karışının payı büyüktür. Öte yandan 19. yüzyıl, müsbet bilimler sahasında da yeni keşiflerin, hızlı gelişmelerin vukua geldiği, sosyal ilimlerde yeni anlayış ve atılımların gün yüzüne çıktığı bir devirdir. İlim ve tek­nolojideki bu gelişmeler edebiyatta da gerçeğin objektif bir biçimde incelenmesi zev­ki ve anlayışını doğurmuştur. Bu gelişme­de, Parnas ekolünde olduğu gibi, Auguste Comte'un Pozitivist felsefesinin tesiri de ağır basar.
Realizm'in bir estetik görüş ve edebî ekol olarak ortaya çıkışı Romantizm'üı za­yıflamaya yüz tuttuğu 1850'li yıllarda ol­muştur. Akım etkisini daha çok roman türü üzerinde göstermiştir. Daha Romantikler döneminde, romanlarında Realist anlayışın ilk nüvelerini veren Stendhal, Honore de Balzae ve Prosper Merimde, Realist roman anlayışına öncülük etmiş sanatçılar olarak görülebilirler.
Stendhal, bilhassa gözleme verdiği de­ğer ve bu konuda gösterdiği objektiflik kay-gusu ile Realist romanın çok önemli bir un­surunun ilk kullanılış örneklerini vermiştir. O, romanında canlandırdığı kahramanları, hep daha önce gözlediği, rastladığı, özellik­leri hakkında notlar aldığı ve fişler tuttuğu karakterlere dayandırır. Romanlarının kah­ramanları için "onlar herşeyden evvel kutu­sundan çıkmış bu fişlerden biridir." diyen Stendhal "Roman büyük yol üzerinde gez­dirilen bir aynadır." sözüyle de adeta Rea­list romanı tek cümlede özetlemiştir. Kır­mızı ve Siyah (1830, Le Rouge et le Noir) ve Parma Manastırı (1839, Chartreuse de Parme) romanları bu anlayışın güzel birer örneğidirler.
Aynı gözlem titizliği ve içinde yaşanılan çevrenin, kişinin karakterinin biçimlenme­sinde tesirli olduğu kanaati, romanlarını İn­sanlık Komedisi (La Comedie Humaine) adı altında toplayan H. de Balzac'da da bizi karşılar. Bu yüzden onun romanlarında ger­çeğe uygun çevre tasvirleri geniş yer tutar. Balzac bu maksatla, romanına konu edindiği yerlere seyahatler yapmış o yerlere (şe­hir, mahalle, ev, köy v.s.) dair bilgiler edin­miş, gözlemlerde bulunmuştur. Onun bu anlayış ve davranışının Realist romancılar üzerinde büyük tesirlerini görürüz.
Daha çok bir hikâye yazarı olarak bili­nen MerimĞe'de ise eserleri için bilgi topla­ma, dokümantasyona önem verme onu Re­alizm'e yaklaştırır.
Realizm'in Romantizm karşısında ken­disini bir edebî ekol olarak kabul ettirişinde iki ismin, Champfleury (1821-1889) ile Duranty (1833-1880) nin büyük gayretleri olmuştur. Champfleury, 1856'da çıkardığı Gazette de Champfleury 'de, Duranty de 1856-57'de neşrettiği Le Realisme adlı der­gide Realist anlayışı savunmuş, bu vadide örnekler vermiş ve Hugo, Lamartine, Mus-set, Vigny gibi Romantik yazarları tenkit etmişlerdir.
Realist romanın en büyük ismi Gustave Flaubert'dir. Onun 1857'de yayınladığı Madame Bovary adlı eseri, Realist romanın bir şahikası kabul edilir. Flaubert'e göre "büyük sanat, ilme uygun ve yakın olandır, şahsî olan değil." Yazar, eserinin kahrama-nıyla duygu ve düşünce bakımından bütün­leşmelidir. Kahramanı kendinden yana çek­mek yanlıştır,
Flaubert, "Sanat yararlı olmalıdır." di­yen Champfleury ve Duranty gibi Realist yazarlardan, "Sanatın gayesi herşeyden ev­vel güzelliktir" teziyle ayrılır. Sanatta ahlâ­kî ve sosyal gaye, güzellikten daha geri plandadır. Madame Bovary'nin ahlakça dü­şüklüğü de bu noktadan açıklık kazanır.
Realist romanda Flaubert kadar önemli bir başka isim de Goncourt kardeşlerdir. Bu iki kardeşe, Edmond (1822-1896) ve Jules de Goncourt (l830-1870)a göre "Sanat gerçek olan şeydir. Bütün açıklığı ve kabalığı ile gerçek olan şey." Goncourtlar zengin ve asil insanlar kadar, halktan, sıradan insanla­rın da romanlarının kahramanı olabileceği­ni, edebi eserlerin halk tarafından da anla­şılması gerektiğini savunmuşlardır. Ro­mancı, tarihçi gibi belgelere dayanmalıdır. "Tarihçiler geçmişi anlatmaya meraklıdır­lar, romancılar hâlihazır!" diyen Goncourt­lar romanlarına hastalıklı, deli, anormal tip­leri de almaktan çekinmemişlerdir.
Edebiyatta savunduğu ilkeler açısından bakarsak, Realizm'in ana özelliği, Roman­tiklerin lirizmine, idealizmine ve edebiyatta ferdî duygulara karşı oluşudur.
Realizm'e göre "sanat, sanat için" değil­dir. "Sanatkârın pratik, faydalı, eğlendirici olmayan bir felsefî gayesi vardır."
Edebî eserlerde gözlem Önemlidir. Çün­kü gerçek, edebiyatta ancak gözleyerek, tabîaü, çevreyi ve insanı olduğu gibi anlat­makla ifâde edebilebilir. Bunun için de, gözlemin yanısıra, anketler, intibalar, kü­çük notlar, vesikalar faydalı birer araçtır­lar.
Roman yahut tiyatro eserinde olağanüs­tü ve istisnaî konu ve durumlar, gerçeklik duygusunu zedeler. Günlük hayatta rastlan­ması muhtemel kişi ve olaylar ele alınmalı­dır, hatla romanda vak'a asgarî seviyede tu­tulmalıdır.
İnsanın karakterini tabiî ve sosyal çevre­si şekillendirir. Bundan dolayı edebî eserde, kahramanların içinde yaşadığı çevre de, ya-zann dikkatini topladığı odak noktalan ara­sında olmalıdır. Romanda bu çevreler, kah­ramanın şahsiyetini daha belirginleştirerek vermek açısından gözlemin de yardımıyla geniş bir şekilde tasvîr edilmeli, bu tasvi­rlerde çevreye kahramanın seviyesinden ve onun gözüyle bakılmalıdır.
Yazar, kendi şahsiyetini eserin akışına müdahale edecek şekilde aksettirmemen, olaylar ve kahramanlar karşısında tarafsız kalmalıdır. Onları yazarın kendisi değil, kahramanın içinde bulunduğu şartlar ve çevresi yönlendirmelidir. Bu yönlendiriştc ve olayların örgüsünde, pozitif bilimlerdeki gibi sebep-sonuç ilişkisi korunmalıdır.
Dilin ve üslûbun en güzel, olaya ve ola­yın kahramanının kişiliğine en uygun olan bir surette kullanılması gerekir.
Roman başla olmak üzere, hikâye, tiyat­ro ve tenkit türlerinde de eser veren bu edebî akımın Fransa'daki önemli temsilcileri Gustave Flaubert, Goncourt kardeşler, Ale-xander Dumas Fils, Duranty, Champfleury, Henry Murger, tiyatroda E. Augier, tenkitte daha önce Romantik olan Saint-Beu-ve'dür.
İngiltere'de Charles Dickens, G. Moore, Bernard Shaw; İtalya'da Giovanni Verga, Luigi Capuana, Rusya'da Gogol, Turgeni-ev, Tolstoy ve Gonçarov, ülkelerinde Rea­lizm'in büyük temsilcileri olmuşlardır.
Realist akım, 1875 sonrasında yerini, kendisinin bir bakıma bir adım ileride deva­mı olan Naturalizm'e bırakmıştır.
Realizm'in bizim edebiyatımızda tesiri­ni hissettirmeye başlayışı, daha çok, Tanzi­mat sonrası edebiyat ile Servet-i Fünûn ede­biyatı arasında yer alan edebî nesil üzerinde olur. Bu nesil edebiyatçıları içinde Mene-menlizâde Mehmed Tahir, Selânikli Abdi Tevfik, Fazlı Necib, Mustafa Reşid gibi Ro­mantik akımın tesirindeki edebiyatçılara karşı Beşir Fuad, Receb Vahyî ve Nâbîzâde Nâzım Realizm'i müdâfaa ederler. Bu iki grup arasında bir Romantizm-Realizm münâkaşası başlar. Münakaşanın başlamasına sebep, Beşir Fuad'ın, yazdığı Victor Hugo adlı kitabında, Hugo'yu ve Romantik edebiyat anlayışını tenkid etmesi, buna kar­şılık Realizm ve Naturalizm'i övmesidir. Hemen belirtmek gerekir ki, devrin edebi­yatçıları bu tartışmalarında Realizm ve Na-turaüzm diye bir ayırıma gitmeden, her iki akımı da aynı imişçesine, bir kefeye koya­rak tartarlar.
Realizm, bizde önceleri "ûrisa-i burhâni-yc" kavramıyla karşılanırken, bu tartışma sırasında, Beşîr Fuad'ın isimlendirmesi yle "mcslek-i hakîkiyyûn" şeklinde anılmaya başlanır. Dolayısıyla bu münakaşa da "HayâÜyyûn-hakîkiyyûn münakaşası" olur.
Beşir Fuad, yukarıda bahsedilen eserin­de Hugo'yu tcnkît eder, Zola'yı ve onun edebiyatta tuttuğu yolu över. Menemenli-zade Mehmed Tahîr, onun bu tavrını 19 Şu­bat 1886 tarihli Gayret mecmuasında (nr, 3-6) tenkid eden bîr yazı yazınca, Beşir Fu­ad, bu tenkide Saadet gazetesinde cevap verir (nr. 470-478, 4 Ağ. 1886). Bu ceva­bında hayâlı edebiyatın gcrçekdışılığı, yan­lışlığı, edebiyatın gerçeğe uygun ve faydalı olmasının lüzumu gibi konular üzerinde durur. İlmin edebiyata mesned olması ge­rektiğini söyler. Yazışmalar karşılıklı ola­rak sürerken, bu arada Gayreı'ic (M.C.) im­zalı Bir Mütefenninle Bir Şair başlıklı hiciv yollu bir şiir yayınlanır. Şiirde, mütefennin, Beşir Fuad'dır. B. Fuad bu şiire sinirlenerek aynı tarzda bir hiciv yazar ve şiirin M. Tahir tarafından yazıldığını sandığını söyler. Araya Ahmed Midhal Efendi gibi başka im­zalar da girer ve münakaşa çığırından çıkar, seviye düşer. Sonuçta, herhangi bir netice­ye ulaşılmadan bu karşılıklı yazışmalar so­na erer.
Beşir Fuad, edebiyatta ilmî esasların gö-zönüne alınması gerektiği, edebiyatın ger­çeğe dayanmasının eserlerin kıymetini art­tıracağı yolunda başka makaleler de yaz­mıştır.
Bu dönemde Hüseyin Rahmî'nin Mü-rebbiye romanını, (1899) Ahmed Rasim'in istanbul hayatını gözleme dayalı ve çok canlı suretle anlattığı eserlerini ve Ahmed Midhat Efendi'nin Müşâhedât'ım (1890) Realizm'in, hatta Naturalizm'in tesirlerini taşıyan eserler arasında sayabiliriz. Ayrıca bu yıllarda Batılı Realist yazarlardan pek çok tercümeler de yapılmıştır.
Realizm'in tesiri Servet-i Fünûn toplulu­ğu edebiyatçılarında daha çok görülür. Fa­kat Scrvet-i Fünuncular, bir yönleriyle de her zaman Romantizm'c açık olmuşlardır. (Bk. Romantizm). Kendileri her fırsatta Re-alizm'i tercih etliklerini söyleseler de, eser­lerinde hemen her zaman bir hissîlik, lirizm göze çarpar. Bu yönleri biraz kendi karak­terlerinden, biraz da onlara üstadlık etmiş olan Rccâîzade Mahmud Ekrem'den gelir. Onlar da bu yönlerinin farkındadırlar ve pekçok defa bu tulumlarını tenkid etmişler­dir.
Bu arada, Recâîzadc Ekrem'in, diğer eserlerinde kuvvetli bir Romantik temayülü her zaman korumuş olmasına karşılık, Ara­ba Sevdası romanında (kahramanı Bİhruz Bey'in olanca Romantikliklerine rağmen) Realist bir yaklaşımı yakalayabildiğinİ de belirtelim.
Scrvct-i Fünun romancıları içinde Ro­mantik tesir (bilhassa Goncourtlar'm tesiri) en fazla Halid Ziya üzerinde kendisini gös­terir. Ona göre "en çirkin hakikat, en güzel hayâle tercih edilir." Halid Ziya, daha genç­liğinde Goncourllar, A. Daudet, A. Dumas
Fils gibi Realist yazarları okuyarak yetişti­ğini Kırk Yıl adlı eserinde kendisi söyler.
Aynı kadrodan Mehmed Rauf ta ve Hü­seyin Cahid'de (özellikle onun Hayâl için­de ve Hayât-ı Hakîkiye Sahneleri adlı eser­lerinde) de Realist anlayış kendisini göste­rir.
Servet-i Fünûn sonrasında, Realist gö­rüşteki yazarlar, değişen ve gelişen sosyal ve siyâsî ortamın da tesiri ile daha çok, memleketin ve toplumun problemlerine karşı ilgilerini yoğunlaştırmışlardır. Cum­huriyet sonrası Türk edebiyatında Yakub Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban romanı (1932) bu tür romanların zikredilmeden ge­çilemeyecek örneklerindendir. Yine Refik Halid Karay, Anadolu'ya ve Anadolu insa­nına yöneliş tarzıyla edebiyatımızda Rea­list görüşün güzel örneklerini vermiştir.
M. Fatih ANDI
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt