Ahmed Yesevi

Ahmed Yesevi​


Türkistan'da yetişen velilerdendir. Adı Ahmet bin İbrahim bin İlyas Yesevi olup; Piri Sultan, Hoca Ahmet, Kul Hace Ahmet diye de tanınır. Babası Hace İbrahim'in nesebi Ali'nin oğlu Muhammed bin Hanefiye'ye dayanır.[kaynak belirtilmeli]

Hicri 5. asrın ortalarında doğduğu tahmin edilmektedir. Babası İbrahim erken yaşta öldü. Yasi kentinde Arslan Baba adında bir sufi öğretmenin etkisinin altında kaldı. Onun ölümünden sonra Buhara'ya giderek kendi eğitimini Yusuf Hemedani'nin yanında 1140 yılında tamamladı.

63 yaşına gelince kendisine yer altında bir hücre kazdırmış ve kalan ömrünü burada tamamlamıştır.[2] Ahmed Yesevi, hikmetlerinin birçoğunda bu uzlete çekilmesinin sebebi olarak Muhammed'in altmışüç yaşında vefat ederek yer altına girişini ve bu yüzden kendisinin de yer üstünde Muhammed'den daha fazla gezmekten haya etmesini göstermektedir. "Divan-ı Hikmet"te Ahmed Yesevi’ nin yer altında uzlete çekilişini ve uzlet hayatı esnasında yaşadığı manevi halleri anlatan hikmetler önemli bir yere sahiptir.

Ahmet Yesevi, Yunus Emre'den önce yetişmiş ilk büyük Türk mutasavvıflarındandır. Ona saygıyı ifade eden Hazrat-i Türkistan veya Şah-i Türkistan ünvanı verilmiştir.

Türbesi, Türkistan kentinde güney Kazakistan'da 1389 ile 1405 yıllarında Timurlenk tarafından yapıldı. 2002 yılında UNESCO tarafından dünya tarih eseri olarak kabul gördü. Ahmet Yesevi'nin türbesi Türkiye Cumhuriyeti tarafından yeniden tamir edilmiştir.

Ahmet Yesevi'nin şiirlerine "Hikmet" adı verilmektedir.


Eserleri

Divan-ı Hikmet şiirleri, Türk tasavvuf edebiyatının bilinen,çok önemli ve anlamlı en eski örneklerini içeren kitaptır
Akaid islamın esaslarının yer aldığı temel eseri
 
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON KONULAR
Şems-i Tebrizi bởi Tarih_Dehası,
Şeyh Şâmil (1797-1871) bởi Talebe,
Venizelos bởi Tarih Öğretmeni,
Sait Molla bởi Tarih Öğretmeni,
Lord Gürzon bởi Tarih Öğretmeni,
Ahmet Yesevi


Türkistan'da yetişen büyük velilerdendir. Adı Ahmet bin İbrahim bin İlyas Yesevi olup, Piri Sultan, Hoca Ahmet, Kul Hace Ahmet diyede tanınır. Babası Hace İbrahim'in nesebi Hz. Alinin oğlu Muhammet bin Hanefi'ye dayanır. Hicri 5. asrın ortalarında doğduğu tahmin edilmektedir. Ahmet Yesevi çok küçük yaşta babasını, 7 yaşındada annesini kaybetmiştir. Yesi şehrinde ilim ve terbiye tahsiletmiştir. Bundan dolayı YESEVİ nisbetiyle şöhret bulduğu kabul edilmiştir. Yesi'de, önce Arslan Baba Hazretlerinden ders aldı. Arslan Baba'nın vefatıyla Buhara'ya gitti. Orada Ehli Sünnet alimlerinden Yusuf Hamedaniye bağlandı ve manevi ilimleri tahsil etti. İnsanlara doğru yolu göstermek için ondan icazet (diploma) aldı.

Buhara bu tarihlerde Karahanlıların hakimiyeti altındaydı ve devrin en büyük ilim merkezlerinden biriydi. Dünyanın çeşitli yerlerinden talebeler buraya gelip ilim tahsil ediyorlardı. Buhara'da güçlü bir Hanefi Fıkıh geleneği mevcuttu. Hoca Ahmet Yesevi Buhara'da bir müddet ders verdi. Daha sonra bu vazifeyi başkasına devredip Yesi'ye döndü ve burada talebe yetiştirmeye başladı. Büyüklüğü ve şöhreti kısa zamanda Maveraünnehir, Horasan ve Harzem dolaylarına yayıldı. Zamanın en büyük ve üstün evliyelarından oldu. Zahiri ve batını bütün ilimlerde derin alim olan Ahmet Yesevi Hazretleri, Hızır Aleyhisselam ile görüşür sohbet ederdi. Günün büyük bölümünü ibadet ve zikir ile geçirirdi. Zamanında arta kalan diğer bir kısmında, talebelerine zahiri ve batını ilimleri öğretir, günün kısa bir bölümünde ise, alınteri ile geçimini sağlamak üzere, tahta kaşık ve kepçe yapıp bunları satardı.

Ahmet Yesevi Hazretleri yetiştirdiği talebelerinin her birini bir memlekete göndermek suretiyle İslamiyetin doğru olarak öğretilip yayılmasını sağladı. Onun bu şekilde gönderdiği talebelerinden bir kısmı da Anadoluya geldiler. Bu vesileyle onun yolu Anadoluda yayılıp tanındı. Anadolunun Müslüman Türklere yurt olması, onun manevi işaretiyle hazırlandı. Talebelerinin gayretiyle Anadolu ebediyyen Türk yurdu oldu.

Ahmet Yesevi Hazretlerinin en önemli özelliği, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen çok sade bir Türkçe ile Hikmet denilen eğitici sözleri, Türkistan Türkleri üzerinde büyük izleri bırakmış olmasıdır. Bu hikmetli sözlerde şeriat erkanını ve tarikat adaplarını anlatmıştır. Yesevi Ocağı aynı zamanda bir tarikattır. Önemli ve büyük tarikatlardan Nakşilik ve Bektaşilik, Yeseviliğin kollarıdır. Yeseviliğin, adapları müridlerin uyması gerekli hususlar ve ahkamları vardır. Yesevi dergahı, fakirler, yoksullar, yetim ve çaresizler için bir sığınak yeriydi. Bu dergahlar aynı zamanda, tekke edebiyatının ilk temsil edildiği yerler olmuştur. Ahmet Yesevi Hazretleri tekke edebiyatının ilk temsilcisidir. Bu vesileyle Anadoludaki Türk edebiyatının yeşerip gelişmesine zemin hazırlamış, Yunus Emre gibi büyük şairlerin yetişmesine sebep olmuştur. Bu şekilde yetiştirdiği talebelerinden tayin ettiği halifeleri şunlardır;

Mansur Ata, Abdulmelik Ata, Süleyman Hakim Ata (Bu Türkler arasında en meşhur halifesidir) Muhammed Danişmend, Muhammed Buhari (Sarı Saltuk) Zengi Ata, Tac Ata v.b. Bu halifelerinin yetiştirdiği birçok talebe ki; Ahi Evran, Hacı Bektaş, Mevlana, Taptuk Emre, Yunus Emre gibi talebeler Anadoluda, Ahmet Yesevi Hazretlerinin çizdiği yolda ilerlemişler ve Türk dilini, edebiyatını, kültürünü özellikle İslam dinini doğru olarak gelecek nesillere aktarmışlardır. Sade bir Türkçe ile Halkın anlayacağı, sohbet tarzındakiHikmet adlı şiirleri, Çin'den, Marmara sahillerine kadar yayılıp, Türk Milletine manevi ışık olmuştur. Ahmet Yesevi Hazretleri Hicri 590 (1194) de Yesi şehrinde vefat etmiştir. Kabri üzerine türbe, 200 yıl sonra, Timur Han tarafından inşa edilmiştir.

"Kafir bile olsan, hiç kimsenin kalbini kırma. Çünkü kalbi kırmak Allh'ü Taala'yı kırmaktır. Gönlü kırık zavallı garip birini görsen, yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol."

Ahmet Yesevi Hazretleri'nin bu sözlerinde, özellikle biz Avrupada yaşayan Türkler için, altın değerinde bir nasihat vardır. Biz Avrupa Türklüğü, Gayrimüslimler ile beraber yaşarken, geçmişimize bakıp güç almalıyız. Buraları Türkleştiremeyiz, fakat Türk kalabilmemiz için, Ahmet Yesevi Hazretlerini ve onun yolundan gidenleri çok iyi bilmemiz gerekmektedir.
 
Ahmet Yesevi


Orta Asya Türkleri’nin dini-tasavvufi hayatında geniş tesirler icra eden ve “Pir’i Türkistan” diye anılan mutasavvıf – şair, Yeseviyye tarikatının kurucusu.

Ahmed Yesvi’nin tarihi şahsiyetine dair vesikalar vardır, mevcut olanlarda menkibelerle karışmış haldedir. Bunlardan sağlam bir neticeye varmak oldukça güç, hatta bazı hususlarda imkansızdır. Buna rağmen hikmetlerinden, onunla ilgili tarihi kaynaklardan, menakıbnamelerden elde edilecek bilgiler ve çıkarılacak sonuçlar, menkibeyi de olsa, hayatı, şahsiyeti, eseri ve tesiri hakkında bir fikir vermektedir.

Batı Türkistan’daki Çimkent şehrinin doğusunda bulunan ve Tarım ırmağına dökülen Şahyar nehrinin küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayran kasabasında doğdu. İspicap (İsficap) veya Akdeniz adıyla da anılan Sayran kasabası eskiden beri önemli bir yerleşme merkeziydi. Bazı kaynaklar onunYesi’de, bugünkü adıyla Türkistan’da doğduğu kaydedilmektedir. Ahmed Yesev’nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Yûsuf el-Hemedâniye (ö. 535/1140-41) intisabı ve onun halifelerinden oluşu dikkate alınırsa XI. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya geldiğini söylemek mümkündür. Sayram'ın tanınmış şahsiyetlerinden olan babası, kerametleri ve menkıbeleri ile tanınan ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilen Şeyh İbrahim adlı bir zattır. Annesi ise Şeyh İbrahim'in halifelerinden Mûsâ Şeyh'in kızı Ayşe Hatun'dur. Şeyh İbrahim'in Gevher Şehnaz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Ahmed Yesevî önce annesini, ardından da babasını kaybetti. Kısa bir müddet sonra Gevher Şehnaz, kardeşini de yanına alarak Yesi şehrine gitti ve oraya yerleşti.

Tahsiline Yesi'de başlayan Ahmed Yesevî. küçük yaşına rağmen birtakım tecellî’lere mazhar olması, beklenmeyen fevkalâdelikler göstermesi ile çevresinin dikkatini çekmiştir. Menkıbelere göre, yedi yaşında Hızır'ın delâletine nail olan Ahmed Yesevî Yesi'de Arslan Baba'ya intisap ederek ondan feyiz almaya başlar. Yine menkıbeye göre, ashaptan olan Arslan Baba'nın Yesİ'ye gelerek Ahmed Yesevfyi bulması ve Hz. Pey-gamber'in kendisine teslim ettiği emaneti vermesi, terbiyesi ile meşgul olup onu irşad etmesi, Hz. Peygamber'in manevî bir işaretine dayanmaktadır. Arslan Baba'nın terbiye ve irşadı ile Ahmed Yesevî kısa zamanda mertebeler aşar, şöhreti etrafa yayılmaya başlar. Fakat aynı yıl veya ertesi yıl içinde Arslan Baba vefat eder.

Baba'nın vefatından bir müddet sonra zamanın önemli İslâm merkezlerinden biri olan Buhara'ya gider. Bu şehirde devrin önde gelen âlim ve mutasavvıflarından Şeyh Yûsuf el-Hemedânfye intisap ederek onun İrşad ve terbiyesi altına girer. Yûsuf el-Hemedânrnİn vefatı üzerine İrşad mevkiine önce Abdullah-ı Berkî, onun vefatıyla Şeyh Hasan-ı Endâkî geçer. 1160 yılında Hasan-ı Endâki'nin de vefatı üzerine Ahmed Yesevî irşad postuna oturur. Bir müddet sonra, vaktiyle şeyhi Yûsuf ei-Hemedânrnin vermiş olduğu bir işaret üzerine irşad makamını Şeyh Abdülhâlik-ı Gucdüvânî’ye bırakarak Yesi'ye döner; vefatına kadar burada irşada devam eder.

Ahmed Yesevî altmış üç yaşına geldiğinde geleneğe uyarak tekkesinin avlusunda müridlerine bir çilehane hazırlatır, vefatına kadar burada ibadet ve riyazetle meşgul olur. Çilehanede ne kadar kaldığı belli değildir, fakat ölünceye kadar buradan çıkmadığı ve hücrede vefat ettiği muhakkaktır. Doğum tarihi bilinmediğinden kaç yıl yaşadığı hususunda da kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Sayram'da İmam Muhammed b. Ali neslinden gelenlere hâce denildiği gibi onlara bağlı olanlara da aynı isim veriliyordu. Ahmed Yesevî de bu silsileye bağlı olduğu için Hâce Ahmed. Hâce Ahmed Yesevî. Kul Hâce Ahmed şekillerinde de anılmaktadır (bk. hacegan).

Kerametlerinin vefatından sonra da devam ettiği ileri sürülen Ahmed Yesevî. rivayete göre, kendisinden çok sonra yaşayan Timur'un rüyasına girer ve ona zafer müjdesini verir. Timur zafere erişince. Türkistan ve Kırgız bozkırlarında şöhreti ve nüfuzu iyice yayılmış olan Ahmed Yesevrnin kabrini ziyaret için Yesi'ye gelir. Kabrin üstüne, devrin mimari şaheserlerinden olan bir türbe yapılmasını emreder. Birkaç yıl içinde inşaat tamamlanır ve türbe, camii ve dergâhı ile bir külliye halini alır. Ahmed Yesevrnin türbesi civarına gömülmek bozkır göçebeleri için ayrı bir değer taşır. Bu sebeple birçok kişi daha hayattayken türbe civarında toprak satın alarak kabirlerini hazırlarlar. Hatta kışın ölen bir kimse keçeye sarılarak ağaca asılır ve bahara kadar bekletilir; bahar gelince götürülüp Ahmed Yesevrnin türbesi civarına defnedilir. Bu gelenek Ahmed Yesevrnin Orta Asya Türklüğü üzerinde ne derece tesirli olduğunu açıkça göstermektedir.

Rivayete göre Ahmed Yesevrnin İbrahim adında bir oğlu olmuşsa da kendisi hayatta iken vefat etmiştir. Ayrıca Gevher Şehnaz ve Gevher Hoşnaz adlarında iki kızı dünyaya gelmiş, soyu Gevher Şehnaz vasıtasıyla devam etmiştir. Türkistan, Mâverâünnehir ve diğer Orta Asya bölgelerinde olduğu gibi Anadolu'da da kendilerini Ahmed Yesevrnin neslinden sayan pek çok ünlü şahsiyet çıkmış-.tır. Bunlar arasında Semerkantlı Şeyh Zekeriyyâ, Üsküplü Şâir Atâ ve Evliya Çelebi zikredilebilir.

Ahmed Yesevrnin Yesi'de irşada başladığı sıralarda Türkistan'da, Yedisu havalisinde kuvvetli bir İslâmlaşma yanında İslâm ülkelerinin her tarafına yayılan tasavvuf hareketleri de vardır. Medreselerin yanında kurulan tekkeler tasavvuf cereyanının merkezleri durumundaydı. Yine bu yıllarda Mâverâünnehir'i kendi idaresi altında birleştiren Sultan Sencer vefat etmiş (1157), Hârizmşahlar kuvvetli bir İslâm devleti haline gelmeye başlamışlardı. Bu uygun şartlar altında Ahmed Yesevî Taşkent ve Siriderya yöresinde, Seyhun'un ötesindeki bozkırlarda yaşayan göçebe Türkler arasında kuvvetli nüfuz sahibi olmuştu. Etrafında İslâmiyet'e bütün samimiyetiyle bağlı olan yerli halk zümresi ile yan göçebe köylüler toplanıyordu. İslâmî ilimlere vâkıf olan, Arapça ve Farsça bilen Ahmed Yesevî, çevresinde toplananlara İslâm'ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikatının âdâb ve erkânını öğretmek gayesiyle sade bir dille ve halk edebiyatından alınma şekillerle hece vezninde manzumeler söylüyor, “Hikmet” adı verilen bu manzumeler, aynca dervişleri vasıtasıyla en uzak Türk topluluklarına kadar ulaştırılıyordu. Hikmetlerin muhtevası, Ahmed Yesevrnin hayatı hakkında bazı bilgiler vermektedir. Ancak bunların tarihî hakikatlere ne derece uygun olduğunu tesbit etmek güçtür. Buna rağmen Yesevrnin şiirlerinde yer alan bu bilgiler hayatına, tahsiline, sülük’üne. ulaştığı makam ve mertebelere dair bazı açıklamalar getirmesi bakımından oldukça değerlidir.

Rivayete göre, Ahmed-Yesevrnin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz bini de uzak ülkelerde bulunan müridleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği pek çok halifesi bulunmaktaydı. İlk halifesi Arslan Baba'nın oğlu Mansûr Atâ idi. Mansûr Atâ 1197 yılında vefat edince yerine oğlu Abdülmelik Atâ. Abdülmelik Atanın vefatından sonra yerine oğlu Tâc Hâce, daha sonra da onun oğlu Zengî Atâ irşad mevkiine geçtiler. İkinci halifesi Hârizmli Saîd Atâ, üçüncü halifesi. Yesevî tarzındaki hikmetleri ve menkıbeleri İle Türkler arasında büyük bir şöhret ve nüfuz kazanan Süleyman Hakîm Atâ'dır. Hakîm Atâ Hârizm'de yerleşip irşada başladı, 1186 yılında vefat edince Akkurgan'a defnedildi. Hakîm Atâ'nın en meşhur müridi Zengî Atâ idi. Zengî Atâ'nın başlıca müridleri ise Uzun Hasan Atâ, Seyyid Atâ, Sadr Atâ ve Bedr Atâ1-dır. Yeseviyye silsilesi bilhassa Seyyid Atâ ile Sadr Atâ'dan gelmektedir.

Mürşidi Şeyh Yûsuf el-Hemedânî gibi Ahmed Yesevî de Hanefî bir âlimdir. Kuvvetli bir medrese tahsili görmüş, din ilimleri yanında tasavvufu da iyice öğrenmiştir. Bununla beraber devrinin birçok din âlim ve mutasavvıfı gibi belli bir sahada kalmamış, inandıklarını ve öğrendiklerini çevresindeki yerli halka ve göçebe köylülere anlayabilecekleri bir dil ve alıştıktan şekillerle aktarmaya çalışmıştır. Bir mürşid ve ahlâkçı hüviyetiyle onlara şeriat hükümlerini, tasavvuf esaslarını, tarikatının âdâb ve erkânını öğretmeye çalışmak. İslâmiyet'i Türkler'e sevdirmek. Ehl-i sünnet akidesini yaymak ve yerleştirmek başlıca gayesi olmuştur. Bu öğreticilik vasıfları sebebiyle hikmetleri, bazılarınca lirizmden uzak ve sanat endişesi taşımadan söylenmiş şiirler olarak kabul edilmiştir. İslâm şeriatına ve Hz. Peygamber'in sünnetine sık sıkıya bağlı olan Ahmed Yesevfnin şeriat ile tarikatı kolayca telif etmesi, Yesevîliğin Sünnî Türkler arasında süratle yayılıp yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatlara tesir etmesinin başlıca sebebi olmuştur.

Ahmed Yesevî edebî şahsiyetinden ziyade fikrî şahsiyetiyle, tarihî hayatından ziyade menkıbevî hayatıyla Orta Asya Türk dünyasının en büyük ismidir. Onun gibi geniş bir sahada ve asırlarca tesirini devam ettirebilmiş bir başka şahsiyet gösterebilmek mümkün değildir.



Eserleri


Dîvân-ı Hikmet Ahmed Yesevrnin hikmetlerini içine alan mecmuanın adıdır. Dîvân-ı Hikmet nüshalarının muhteva bakımından olduğu kadar dil bakımından da önemli farklılıklar arzetmesi. bunlann farklı şahıslar tarafından değişik yerlerde meydana getirildiğini açıkça göstermektedir. Bir kısmı kaybolan veya zamanla değişikliğe uğrayan hikmetler derlenirken araya aynı ruh ve ifadedeki yeni hikmetler de ilâve edilmiş, böylece gittikçe aslından uzak-laşılmıştır. Kime ait olursa olsun bütün hikmetlerin temelinde Ahmed Yesevrnin inanç ve düşünceleri, tarikatının esasları bulunmaktadır. Hikmetler Türkler arasında bir düşünce birliğinin teşekkül etmesi bakımından çok önemlidir.

Ahmed Yesev’ye izafe edilen Fakrnâme ise Dîvân-ı Hikmetin Taşkent [590] ve bazı Kazan baskılarında [591] yer almaktadır. Müstakil bir risaleden çok Dîvân-ı Hikmet'in mensur bir mukaddimesi durumunda olan Fakrnâme'nin Dîvân-ı Hikmeti yazmalarının hiçbirinde bulunmaması, Ahmed Yesevî tarafından kaleme alınmadığını, daha sonra Dîvân-ı Hikmeti tertip edenler tarafından yazılıp esere dahil edildiğini göstermektedir. Fakmâme, metnin dil hususiyetlerinin ele alındığı geniş bir incelemeyle birlikte Kemal Eraslan tarafından yayımlanmıştır. [592]



Bibliyografya


1) Ali Şir Nevâî, Nesâyimü'l-mehabbe min şemayimi'l-fütüvve [593], İstanbul 1979; köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi;

2) a.mlf, Araştırmalar;

3) a.mlf., İlk Mutasavvıflar;

4) a.mlf. “Ahmed Yesevî”, İA, 210-215;

5) a.mlf.. “Ahmed Yesevî”, UDMİ, II, 157-166;

6) Kemal Eraslan. Dîvân-ı Hikmetten Seçmeler, Ankara 1983;

7) a.mlf.. “Yesevî'nin Fakinâme si”, TDED, XXI! (1977), s. 45, 120;

8) a.mlf.. “Çağatay Edebiyatı”, İA, lif, 270-323;

9) Banarlı. RTET, I, 276-281;

10) M. Kemal özergin, “Dînî Tasavvufî Edebiyatımızdan Dîvân-ı Hikmet”, Nesil, sy. 45-46, İstanbul 1980, s. 8-12;

11) F. İz, “Ahmad Yasavî”, El2 (Ing) 1,298-299. [594]
 
HOCA AHMED YESEVÎ:


Adı ile anılan büyük tarîkatın kurucusu, sadece Orta-Asya Türkleri’nin değil, hemen bütün Türk Dünyası’nın, manevî hayatta, unutulmaz yol göstericisi, Al- lah’ın velîlerinden “Pîr-i Türkistan” ünvânı ile de anılan Ahmed Yesevî, tarihî şahsiyeti yeteri kadar bilinmeyen, fakat tesir ve nüfuzu asırlarca hissedilen, hü- viyeti menkabelerle süslenmiş bir sofi ve şairdir. Hâcegân (hâce’nin çokluk hali, hocalar) grubuna mensup olduğu için Hâce Ahmed Yesevî de denir.


Hoca Ahmed Yesevî, 11. yüzyılın son çeyreğinde Batı Türkistan’da, şimdiki Çimkent şehrinin biraz doğusunda, Sayram kasabasında doğmuştur. İsficâb veya Akşehir adlarıyla bilinen şehir, o zamanlarda, İslâm kültürünün geliştiği merkezlerden biri olarak tanınmıştır. İbrahim adlı bir şeyhin oğlu olan Ahmed, henüz yedi yaşında iken babasını kaybetmiş, yetim kalan Ahmed de ablası ile birlikte Yesi şehrine gelip yerleşmiştir. Bu şehir daha sonraları Türkistan diye de adlandırılmıştır. Bu sıralarda burada Arslan Baba adında bir şeyhin temsil ettiği bir tasavvuf geleneği gücünü hissettiriyordu. Ahmed, ilk öğrenimini bu- rada gördükten sonra, Mâverâünnehr’in büyük İslâm merkezi olan Buhara’ya gitmiştir. Karahanlılar’ın hâkimiyeti altındaki bu şehir, o sırada İslâm kültürü-



nün çok önemli bir merkezi idi. Bu şöhretli şehirde tanınmış Şeyh Yusuf Hemedânî’ye intisap etmiştir (1110). Şeyhi ile birlikte bir hayli seyahat etmiş, onun teveccühünü kazanmış ve üçüncü halifesi olmuştur. Yusuf Hemedânî (1048-1140) vefat edince ve ilk iki halife de bir süre üzerlerine aldıkları hizmeti tamamlayınca, Buhara’da şeyhinin postuna oturma sırası Ahmed’e geldi (1160). Fakat, şeyhi kendisinden Türkistan’da hizmet etmesini istediğinden tekrar Yesi’ye döndü ve burada kurduğu “Yesevîye Târikatı” müridler yetiştirip, İslâmî inancı yaymakla meşgul oldu.


Bu tarihlerde Asya’nın hemen her tarafında tarîkatler kuvvetleniyordu. Şartlar müsait olduğundan Ahmed Yevevî’nin oturduğu yere yakın bölgelerde büyük nüfuz kazandığı görülmüştür. Özellikle, İslâm dinine bütün varlıklarıyla bağla- nan göçebe veya köylü Türkler onun etrafında toplanmıştı. İslâm ilimlerine ve İran edebiyatına geniş ölçüde hakimiyeti bulunmakla beraber, müridlerine dervişlik âdâbını telkîn için, onların anlayacağı dille ve seviyelerine göre hitap etmeyi tercih etti. Böylece hece veznini ve halk edebiyatını nazım şekillerini kullanıyor, oldukça basit, sade bir dille yazıyordu. (Bu yazdıklarını, diğer şiir- lerden ayrdetmek için bunlara “hikmet” derler.)


Ahmed Yesevî’nin 1166 yılında ölümünden sonra, birtakım şâir ve yazar O’nun ailesine mensupluk iddiasında bulunmuştur. Yesevî’nin İbrahim adında bir oğlu olmuş fakat kendi sağlığında vefat etmiştir. Bu bakımdan Ahmed Yesevî soyundan geldiklerini söyleyenler, onun Gevher Şehnâz (veya Gevher Hoşnâs) isimli kızının çocuklarıdır. Bu kız tarafından gelenler, Osmanlı ülkesinde de yaşamışlardır.
Ahmed Yesevî’nin mezarı üzerindeki muhteşem türbe, Timur tarafından, Hoca Hüseyin Şirâzî adlı bir mimara yaptırılmıştır. Timur’dan itibaren çeşitli Türk hükümdarları tarafından ziyaret edilen türbe, yakın yıllara kadar, Orta Asya ve Volga Türkleri’nin ve özellikle Özbek-Kazaklar’ın mukaddes bir ziyaret yeri ol- muş, bozkır göçebeleri arasında şiddetle hakim bir “Yesevî Kültü” nün merkezi haline gelmiştir. Özellikle kış ortasına rastlayan bir zamanda burada toplanan onbinlerce insan bir hafta süreyle âyin yaparlar. Bu mukaddes mezar civarında gömülmek ise, Özbek-Kazaklar için en büyük idealdir.


Hoca Ahmed Yesevî, halk kitapları sayesinde de geniş bir sahaya etki eden bir ulu konumuna gelmiştir. Avşar Baba (Türbesi Niyâz-âbâd’da), Pîr Dede (Merzi- fon’da), Akyazılı (Karadeniz kenarında Bat-Ova sahrasında muazzam tekkesi mevcut ve menkabeleri ile ünlü), Kıdemli Sultan Baba (Filibe yolu üzerinde Adatepe’de gömülü), Geyikli Baba (Bursa’da Uludağ’ın İnegöl tarafındaki ete- ğinde), Abdal Mûsâ (Bektâşî geleneğinde mevcut on iki posttan on birincisi Ayakçı Şah Abdal Mûsâ Sultan postudur. Yine bunun tesiriyle Bektâşî şâirleri, Abdal Mûsâ hakkında nefesler yazmışlardır. Antalya’da gömülüdür.), Horos Dede (Unkapanı’nda gömülü) gibi halk arasında evliyâ sıfatı yakıştırılan ulular, Hoca Ahmed Yesevî’nin halifeleridir.
 
Ahmed Yesevî

Orta Asya Türkleri arasında İslamiyeti yayan büyük alim ve veli
. İsmi Ahmed bin Muhammed bin İbrahim bin İlyas olup, “Pir-i Türkistan, Hazret-i Türkistan, Hazret-i Sultan, Hace Ahmed, Kul Ahmed Hace” lakablarıyla da bilinir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Türkistan’ın Yesi şehrinde doğduğu için Yesevi diye meşhur olmuştur. 1194 (H. 590) senesinde Yesi’de vefat etti. Vefat tarihi hakkında başka rivayetler de vardır.

Küçük yaştan itibaren babasından feyz alan Ahmed Yesevi büyük alim Baba Arslan’ın talebesi oldu. Onun kalblere hayat ve huzur veren sohbetlerinde bulundu. Teveccühlerine kavuşarak kısa zamanda tasavvufdaki yüksek derecelere ulaştı. Küçük yaşta meşhur oldu. Baba Arslan hazretlerinin vefatından sonra onun manevi işaretiyle Buhara’ya giderek Ehl-i sünnet alimlerinin en büyüklerinden olan Yusuf-ı Hemedani’den manevi ilimleri tahsil etti. İcazet alıp talebe yetiştirmekle vazifelendirildi. Hocasının vefatından sonra bir müddet Buhara’da kalıp, talebe yetiştirmekle meşgul oldu. Bir müddet sonra talebelerin terbiye ve yetiştirilmesini Yusuf-i Hemedani’nin en büyük talebesi olan Abdülhalık Gondüvani’ye havale edip, Yesi’ye döndü. Türklere İslamiyetin emir ve yasaklarını anlatmaya ve talebe yetiştirmeye burada devam etti. Talebeleri günden güne çoğaldı, büyüklüğü ve kıymeti kısa zamanda Türkistan, Maveraünnehr, Horasan ve Harezm’e yayıldı. Zamanında bulunan alimlerin ve evliyanın en büyüklerinden, en üstünlerinden oldu. Dine olan bağlılığı sebebiyle, şaşırıp yoldan çıkmışlara sözleri kısa zamanda te’sirli oldu. Yetiştirdiği talebelerin her biri bir memlekete giderek, İslamiyeti doğru olarak öğretip yaydılar. Dergahı fakir, yetim ve çaresizler için sığınak yeri idi. Şöhretinin yayılması, pekçok kerametlerinin görülmesi, kendisini çekemeyenlerin dedikodularına sebep oldu.

Ahmed Yesevi hazretlerinin zamanında Türkistan’a ilk Türk-İslam devletlerinden Karahanlılar hakimdi. Bu devlet zamanında İslam dininin Seyhun Nehri boyları ile ahalisi göçebe olan Kazak-Kırgız, memleketlerinde kolayca yayılmasını sağladı. Sade bir Türkçe ile söyleyip yazdığı derin manalı “hikmet” denen sözleriyle tekke edebiyatının ilk temsilcilerinden oldu ve nasihatlerde bulundu.

Çocukluğundan itibaren Resulullah efendimizin sünnetine uymakta hiç gevşeklik göstermeyen Ahmed Yesevi, 63 yaşına geldiği zaman, yer altında bir çilehane yaptırıp girdi ve burada vefatına kadar devamlı ibadet ve Allahü tealayı düşünmekle meşgul oldu. Kendisini vefat etmiş, kabre konmuş şekilde hissederek Allah korkusu ile ibadetlerini yaptı. Burada evliyalık yolundaki makam ve dereceleri kat kat arttı. Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi hazretleri, 1194 (H. 590) senesinde vefat etti. Türkistan’ın Yesi şehrinde, Seyhun Nehrinin sağ sahilinde defnedildi. Kabri üzerindeki muazzam türbeyi ve külliyesini Timur Han (1370-1405) inşa ettirmiştir.

Ahmed Yesevi hazretleri vakitlerinin çoğunu Allahü tealaya ibadet ve taat etmekle, talebelerine zahiri ve batıni ilimleri öğretmekle geçirirdi. Kendisini ve talebelerinin ihtiyaçlarını karşılamak için sanatla uğraşır ve elinin emeği ile geçinirdi. Herkese iyilik eder, kimseye sıkıntı vermezdi. İnsanların saadet ve kurtuluşu için çalışırdı.

Ahmed Yesevi’nin sade bir Türkçe ile söyleyip, derin manalı veciz sözleri ve Hikmet adlı şiirleri Divan-ı Hikmet adlı eserinde toplandı. Sohbet tarzında ve sade Türkçe ile söylenen hikmetleri kısa zamanda doğuda Çin hudutlarından, batıda Akdeniz ve Marmara sahillerine kadar yayıldı. Divan-ı Hikmet aslında İslamiyeti ve İslam ahlakını öğreten bir ahlak ve din kitabıdır.

Ahmed Yesevi ayrıca Anadolu’daki Türk edebiyatının yeşerip, gelişmesine zemin hazırlamış ve Yunus Emre gibi şairlerin yetişmesine sebeb olmuştur.

Buyurdu ki: “Ey dostlar! Sakın ha cahil olanlarla dostluk kurmayınız.”

“Gönlünde Allahü tealanın aşkını taşıyanlar dünya ile tamamen alakalarını kesmişlerdir. Bunlar halk içinde Hak ile olurlar. Bir an Allahü tealayı unutmazlar.”

“Kafir bile olsa hiç kimsenin kalbini kırma. Kalb kırmak, Allahü tealayı incitmek demektir.”

“Gönlü kırık zavallı ve garip birini görürsen, yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol.”


Gönül verme dünyaya
Sakın girme harama
Hakkı seven aşıklar
Hep helalden yemişler

Dünya benim diyenler
Cihan malın alanlar
Akbaba kuşu gibi
Haramlara dalmışlar

Hoca Ahmed bilmişsin
Hak yoluna girmişsin
Hak yoluna girenler
Cemalullah görmüşler
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt