Birûni

BİRÛNİ

Astronomi, matematik, fizik, tıp, coğrafya, tarih ve dinler tarihi başta olmak üzere çeşitli alanlarda önemli eserler veren, Türk - İslam ve dünya tarihinin en tanınmış ilim adamlarından biri



Ebu'r-Reyhan Muhammed b. Ahmed el-Birûni. 3 Zilhicce 362 (4 Eylül 973) tarihinde Harizm'in merkezi Kâs'ta doğdu. Ceyhun nehrinin aşağı kısmında yer alan bu şehir o dönemde Harizm adıyla da anıldığından Birûni el-Harizmi nisbesiyle de bilinmektedir. Ancak kendisinden önce yaşamış olan ünlü matematikçi Harizmi (Muhammed b. Musa) ile karıştırılmaması için kaynaklarda Harizmi nisbesinden önce mutlaka Birûni nisbesi de zikredilmiştir.
Birûni'nin mevcut eserlerinin hiçbirinde kendi milliyeti hakkında herhangi bir açıklamaya rastlanmamaktadır, Harizm bölgesinde Fars, Türk ve Soğd unsurların birlikte bulunması bu konuda tahminde bulunmayı güçleştirmekle birlikte yapılan araştırmalar Türk olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Her şeyden önce Birûni yi. Arap veya Fars ırkı hakkında yazdıklarından herhangi birine dayanarak Arap veya İranlı yahut daha da öteye giderek İran milliyetçisi sayan görüşler mesnetsizdir. Çünkü Birûni'nin her iki ırk için de lehte ve aleyhte değerlendirmeleri vardır. Ayrıca Arapça ve Farsçanın kendi ana dili olmadığını belirtmektedir Ana dilinin Soğdca olması ihtimali de zayıftır; çünkü araştırmalar Soğdca'nın o dönemde bir kültür ve medeniyet dili olduğunu ortaya koymuştur, Hâlbuki Birûni kendi ana dilinin bir ilim dili olmadığını hayıflanarak söylemektedir. Eserlerindeki Arapçanın kullanımında rastlanan gariplikler Peçenekçenin tesirine bağlanabileceği gibi sık sık Peçenek söyleyişiyle Türkçe kelimeler kullanılması da Türk asıllı olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir, Bundan başka Birûni'nin henüz çocukken Kas'ta saraya ilaç getiren ihtiyar bir Türkmen'le karşılaştığını bildirmesi onun Türkçe bildiğinin ve Türk olduğunun önemli işaretleridir.

Birûni'nin ailesi, soyu ve milliyeti hakkındaki belirsizliğe karşılık onun çocukluğundan beri araştırmacı bir ruha sahip olduğu, çeşitli konuları öğrenmek için aşırı bir istek duyduğu bilinmektedir. Esasen bu bilgin, ailesi, soyu ve milliyet hakkında fazla açıklamada bulunma gereksiz görmüş, ancak kendi şahsi hayatı ve entelektüel serüveniyle ilgili ayrıntılardan sık sık söz etmiştir.
Birûni'nin "gölgelerinde nimetlendiğini" söylediği Afrigoğulları'ndan Harizmşahlar'ın himayesine ne şekilde girdiği bilinmemektedir. Ancak kendisinin, daha çocukken saraya ilaç getiren bir Türkmen'in başına gelenlere bizzat şahit olduğuna dair ifadeleri, küçük denebilecek bir yaşta Harizmşahlar'ın himayesine girdiğini ve saray terbiyesiyle yetiştiğini göstermektedir. Özellikle bu sülaleden tanınma âlim ve matematikçi Ebu Nasr İbn Irak onun ilmi hayata iyi bir başlangıç yapmasını temin eden önemli bir simadır Başkası için kullanmadığı "üstadım" sözünü bu hocası için kullanan Birûni, ondan Öklit geometrisiyle Batlamyus astronomisini okudu. Irak ailesinin ve bu aile ye mensup Mansur'un Birûni'nin eğitimine özel bir ihtimam gösterdiği ve onur yetişmesi için çeşitli imkânları seferber ettiği anlaşılmaktadır. İbn Irak dışında Abdüssamed b. Abdüssamed el-Hakim'den de dersler alan Birûni'nin uzun süreli bir öğrenim hayatı olmadığı daha çok kendi kendini yetiştirdiği bilinmektedir. Bu husus, onun sahip olduğu araştırma ruhu ve ilmi tecessüsün yanı sıra erken yaşlarda eser vermiş olmasından da çıkarılabilir. Nitekim ilk rasadını 380 de (990) yaptığına göre

daha on yedi yaşında iken ilmi çalışmasını verimli bir noktaya ulaştırabilmiş demektir. Bu rasatlar sırasında güneşe bakmaktan gözlerinin rahatsızlanması ve rasatlarını güneşin sudaki aksine bakarak sürdürmesinden de sahip olduğu azim ve hırsın derecesini anlamak. Yine aynı yaşlarda yarım derecelik bölümlere ayrılmış bir çember ile Kas boylamından güneşin yüksekliğini ölçerek şehrin enlem derecesini hesaplamıştır. Yirmi iki yaşında iken de bir gözlemler ve ölçmeler dizisi planlamış, diğer bazı gereçlerin yanı 'sıra çapı 8 m. olan bir astronomik çember hazırlamıştır.

Fakat Birûni'nin bu huzurlu devresi uzun sürmemiştir. Yirmi iki yaşına henüz girmiş ve Harizm sarayında mevki sahibi olmuş bu genç ilim adamı için siyasi iktidarın el değiştirmesiyle sıkıntılı bir dönem başlayacaktır. 995 yılında Ceyhun nehrinin öte yakasında bulunan Me'müniler'in Kas'a saldırıp Harizmşahlar'ı tarihten silmeleri ve Harizm idaresinin Gürgenç merkezli yeni bir siyasi iktidara bağlanması üzerine Birûni Kas'ı terk etti. Bundan sonra nereye gittiği konusunda kesin bilgi yoktur. Ancak bir süre Rey'de kaldığı ve bir yoksulluk dönemi yaşadığı bilinmektedir. Ayrıca Birûni Rey'de sürdürülen rasat çalışmalarından da bahsetmektedir. 0 dönemde Büveyhiler'in idaresinde bulunan Rey de hükümdar Fahrüddevle'nin emriyle Ebu Mahmud el-Hucendi (6. 390/1000) tarafından büyük bir sekstant yapılmış ve güneşin o boylama girişlerini gözetlemekte kullanılmıştı. Birûni, adını hükümdardan alan Fahri Sekstantı'nı tarif etmiş ve bizzat Hucendi'den elde ettiği bilgilere dayanarak yapılan rasatları Hikayetü'l - aleti'l-müsemmat bi's-südsi'l Fahri adlı risalesinde ayrıntılarıyla kaydetmiştir. Birûni Kas'ı 995'te terk ettiğine ve Hucendi 1000 yılında öldüğüne göre ikisinin Rey'de görüşmeleri herhalde şehri terk ediş tarihinden fazla uzak değildir. Onun 997 yılında Kas'a geri döndüğü kesindir. Nitekim Birûni, 24 Mayıs 997 tarihinde

daha önce kararlaştırılmış bir randevu ile burada büyük İslam matematikçisi ve astronomu Ebü'l-Vefa el-Büzcani ile buluşmuş ve ikisi birlikte ay tutulmasını gözlemlemişlerdir. Bu arada Gilan şehrine de gitmiş olma ihtimali mevcuttur. Zira Kitabü Makalidi ilmi'l hey'e adlı eserini bu şehrin hükümdarı ya da valisi olan Merzüban b. Rüstem'e ithaf ettiği bilinmektedir. Ayrıca Birûni 1000 yılında bitirdiği el -Asârü'l - bâkıye adlı eserinde Gilan ispehbedinin huzurunda bulunduğundan bahsetmektedir

Aynı yıl Birûni'nin Buhara'da da bulunduğu bilinmektedir. Kendisi, 997 yılında Samaniler'in tahtına geçen ve saltanatı yalnızca iki yıl süren II. Mansur'un sarayında himaye görmüştür. Hatta çok sonraları yazdığı bir şiirinde onun ilk hamisi olduğunu zikretmektedir. Bu arada 155 yıl boyunca Cürcan, Guan, Taberistan ve Kuhistan gibi yerleri hâkimiyetlerinde tutmuş olan Ziyariler'in hükümdan Kabüs b. Veşmgir Cürcan'dan sürülmüştü ve Horasan Emirliği'nin desteğiyle tahtına yeniden kavuşmak istiyordu. 998'de Cürcan'a geri döndüğünde beraberinde artık hizmetine girmiş olan Birûni'yi de getirmişti. Birûni'nin yeni hamisi Kabüs b. Veşmgir'den pek hoşlanmadığı, ancak ona karşı minnet duyguları beslediği bilinmektedir. Âlim ve edip bir kişi olan Kabüs Birûni'nin çalışmalarını desteklemiş, o da el-Asârü'l-bâkıye adlı eserini bu hüküm dara ithaf etmiştir. Eserinin çeşitli yerlerinde Kâbus'u övmüş ve lakap kabul etmediğinden ötürü onu takdir ettiğini belirtmiştir. Birûni'nin İbn Sina ile sorulu cevaplı tartışmaya bu dönemde girdiği sanılmaktadır.

Birüni, Cürcan'da kendisine gösterdiği büyük ilgi ve tanıdığı imtiyazlara rağmen katı kalpli bulduğu Kabüs'u, Gürgenç'teki Me'müniler hanedanından Ebu'l-Hasan Ali b. Me'mün'un daveti üzerine 1009 yılında terk etti. Bu tarihi 1003 olarak gösteren bir görüş de vardır. Zira Birûni'nin, 1003 yılının 19 Şubat ve 14 Ağustosunda Cürcan'da iki defa gerçekleştirdiği ay tutulmasıyla ilgili gözlemlerinin üçüncüsünü ertesi yılın 4 Haziranında Gürgenç'te tekrarlamıştır. Buna göre 1003'te Cürcan'ı terketmiş ve Gürgenç'e yerleşmiş olması gerekir. Ancak onun üçüncü rasadını Gürgenç'te ikamete devam etmiş olmasının kesin delili saymak fazla iddialı olacaktır. Nitekim 997'de Kas'a tekrar dönüp Ebü'l-Vefa el-Büzcani ile ortak rasat faaliyetlerini gerçekleştirmiş, fakat orada kalmamıştır.
Birûni'nin Kabüs'tan sonraki yeni hamileri olan Me'müniler de gerçekte Samaniler'e vergi ödeyen bağımlı bir tahtın temsilcileriydi. Onların yıkılmasından sonra Gazneliler'in hâkimiyeti alanına girmişler, ancak yine de yarı bağımsız kalabilmişlerdir. Bu sülaleden Ebü'l-Hasan Ali'nin yakın desteğini kazanan ve ölümünden sonra kardeşi Harizmşah Ebü'lAbbas Me'mün b. Me'mün'un himayesine giren Birûni onun kendisini üne ve refaha kavuşturduğunu kaydetmektedir. Şahsı için Ebu'l-Abbas'ın sarayında bir daire tahsis edilen bilgin aynı zamanda bir müşavir olarak da çalıştı. Kendisine sağlanan siyasi ve ilmi imkanlar sayesinde araştırmalarını Cürcan'da olduğundan daha verimli olarak sürdürme imkanı buldu. Onun bizzat yaptığı ve 'Şahin Çemberi" adını verdiği astronomi aletini Ebü'l-Abbas'a ithaf etmesi, hükümdara karşı duyduğu minnet duygusunun bir ifadesidir.

Birûni'nin Gürgenç'i bir ikametgâh olarak samimiyetle benimsediği anlaşılmaktadır. Nitekim kendisi bu şehirden 'vatanım" diye bahsetmekte, ancak üstlenmek zorunda kaldığı idari ve siyasi görevlerin ilmi faaliyetlerini bir ölçüde engellediğini vurgulamaktadır. Doğum yeri ve ası1 vatanı olan Kas'ın artık Gürgenç'e bağlı olmasından ötürü de bu sözü sarf etmiş olabilir. Öyle anlaşılıyor ki Birûni'nin, Harizmşah Ebu'l-Abbas Me'mün'ün önüne getirdiği siyasi ve idari meseleleri çözüme kavuşturmada oldukça başarılı idi. Özellikle Harizm'in Gazneliler ve Karahanlılar'la münasebetinde önemli roller üstlenmiştir. 1014 yılında Gazneli Mahmud'un Harizm'de doğrudan hâkimiyet sağlama girişiminde bulunmasıyla gerginleşen siyasi ortam, Ebu'l-Abbas Me'mün'un Gazneli otoritesini kabul etmesine rağmen ordunun ve diğer emirlerin buna yanaşmamasıyla tam bir kargaşaya dönüşmüştü. İsyan eden ordu Mahmud'un eniştesi olan Me'mün'u öldürünce Mahmud bunu fırsat bilip Harizm'i ülkesine katmıştı. Bu gelişmeler Birûni'nin hayatında yepyeni bir dönemin başlangıcını oluşturdu. Çünkü Mahmud geri dönerken Biruni ve hocaları Ebu Nasr İbn Irak Mansur. Abdüssamed ve yine Gürgenç'te ilmt münasebet kurduğu Ebu'l-Hayr el-Hammar'ı da Gazne'ye götürmüştü. Bu sırada Biruni kırk dört yaşındaydı.
Birüni için Harizm devresinin bitip Gaz ne devresinin başlaması sıkıntılı olmuştur. Daha önceki siyasi durumu sebebiyle Nandana Kalesi'nde bir süre göz hapsinde tutulan Biruni, bu mahrumiyet günlerinde bile ilmi çalışmalardan uzak kalmadı ve orada sağlayabildiği aletlerle çeşitli astronomik gözlem ve hesaplamalar yaptı (1018). Gazneli Mahmud'la önceleri yakın ilişki kuramamasına rağmen kendisine resmen yardımda bulunulduğu da bilinmektedir. Bu iki meşhur simanın birbirine yaklaşmasında Hint tapınaklarından alınan bir değerli taşın rolü olmuştur. Biruni'nin söz konusu sıkıntılı dönemi herhalde yalnızca kendi psikolojik durumundan kaynaklanmıyordu. Gazne'de araştırma ruhuna sahip bilginlerin varlığına pek tahammül gösteremeyen ve onları sapıklık ve zındıklıkla suçlayan bir zihniyet hakimdi.. Nitekim Biruni'nin hocası Abdüssamed dinsizlik ve Karmatilik'le itham edilerek öldürüldü. Aynı suçlamalar Biruni'ye de yöneltildi, fakat etkili olmadı. Çünkü Biruni, henüz yirmi yedi yaşında iken Karmatiler hakkında Kitab fi ahbari'l - mübeyyida ve'l - Karamita adlı bir eser yazıp tehlikeye dikkatleri çekmiş biri olarak kendisini rahatlıkla temize çıkarma imkânına sahipti. Dinsizlik suçlamasını haklı çıkaracak bir delil de yoktu. Sonuç olarak Biruni bu suçlamalardan ilmi seviyesinin de yardımıyla kurtuldu. Biruni ile Gazneli Mahmud arasında başlangıçta hüküm süren soğukluğun sebeplerinden biri de Mahmud'un veziri ve danışmanı Meymendi'dir. Firdevsi de onun yüzünden ünlü hicviyesini yazıp ülkeden kaçmıştı. Ancak Biruni sıkıntılara sabır ve metanetle göğüs germiş, bu tavrı Mahmud ile aralarında derin ve samimi bir münasebetin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim yazılarında Mahmud'un kendisinden hiçbir nimeti esirgemediğini. Gazne'deki ilmi çevrelerin Mahmud'a büyük itibar gösterip peşinden koştuklarını, onun izzet otağı ve devletin dayanağı olduğunu. 'Doğu'nun başşehri" diye andığı Gazne'nin de ikinci vatanı olacağını kaydetmiştir. Biruni'nin Mahmud zamanında İslam âleminin genişlemesinden büyük bir sevinç duyduğu anlaşılmaktadır

Biruni'nin, ölümünün ardından "âlemin aslanı", zamanın yegânesi" diye söz ettiği Gazneli Mahmud sarayını edîp, şair ve bilginlere daima açık tutmuş, bu arada Kerramiler'i, Karmatiler'i ve Şiileri takip ettirmiştir. Gereksiz tartışma çıkaran bazı kitapları da yaktırmıştır. Bu ortamda Biruni Gazne'ye gelişinden itibaren ilk on yıl içinde oldukça verimli bir ilmi faaliyet imkânı bulmuş, astronomi, matematik ve fizikle ilgili çalışmalarını derinleştirmiştir. Hindistan'ı konu alan ünlü Tahkiku ma li'l-Hind adlı eseri de bu dönemin bir ürünüdür.
Sultan Mahmud 1002-1026 yıllan arasında Hint kıtasında tedrici bir fetih hareketi sürdürmüş ve sonunda İndus havzası ve Ganj vadisinin önemli bir bölümü ile güneyde Hint Okyanusu'na kadar uzanan toprakları ele geçirmiştir. Biruni İslam âleminin önünde açılan bu yeni coğrafyaya büyük ilgi duymuş ve içinde yaşadığı geniş imparatorluğun sağladığı imkânlardan faydalanarak Hindistan'ı tanımak istemiştir. VII. Yüzyıldan itibaren Hint kültürünün astronomi, matematik, tıp ve edebiyat ürünlerini tercümeler yoluyla tanımış olan İslam dünyası için bu kıta her zaman cazibesini korumuştur.
Çeşitli vesilelerle Hindistan'ı ziyaret eden Biruni oraya ilk giden müslüman âlim değildi. Daha önce birçok kimse Sind'e, Sind'in güney kıyılarına, Hindistan'a gitmiş ve bu yerlerle ilgili kitaplar yazmıştı. Ancak Biruni gezileri çok hazırlıklı ve dolayısıyla verimli oldu. Daha önce kendisi gibi Gazne'ye getirilen Hintli bilginlerle tanışmış ve onlardan Sanskritçeyi bir ölçüde öğrenmişti. Bu bilginlerle konuştukça Hindistan'a dair ilgisi artmış ve önemli bilgiler edinmişti. Biruni'nin Hindistan'a kaç defa ve hangi tarihlerde gittiği kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte Sümenat ve Mültan seferlerine katıldığı, Kuzey Hindistan, Keşmir ve Pencap bölgelerini gezip gördüğü kesindir. Pencap'ta Hint bilginleriyle temas kurmuş, onlarla Sanskritçe konuşulan ilmi meclislerde tartışarak takdirlerini kazanmıştır. Öyle anlaşılıyor ki Biruni Hintli bilginler üzerinde şaşkınlık ve hayranlık uyandıran bir etkiye sahip olmuştur.

Öklid'in Unsurlar adlı eseriyle Batlamyus'un el-Mecisti'sini Sanskritçeye patanjali ve Samkhya'yı da Arapça'ya çevirdiğine bakılırsa Biruni giderek Sanskritçeye iyice hâkim olmuştur. Onun Arapçaya tercümesini yetersiz bulduğu Pançatantra masallarını da Arapçaya çevirmeye teşebbüs ettiği bilinmektedir. Ancak bu çalışmalarının en ön meyvesinin Tahkiku ma li'l-Hind eseri olduğu belirtilmelidir. Gazne'de geçirdiği uzun yıllar boyunca yaptığı tabiat araştırmaları, astronomi gözlemleri, matematik çalışmaları yanında devlet ricaliyle olan yakınlığının sağladığı çeşitli kültürlerle münasebet imkânını da daima değerlendirmesini bilmiş Mesela Volga boylarındaki Türk hakanın 1024 yılında elçi olarak gönderdiği heyetle görüşerek bilgisini artırmaya çalışmıştır. Kutup ülkeleriyle temas halinde iken güneşin günlerce batmadığını söyleyen bir heyet üyesi Sultan Mahmud'un dini gayret ve öfkesini harekete geçirmiş, ancak Biruni araya girip bunun tabii olduğunu belirtmesiyle sultan ikna olmuştu. Yine Gazne'ye 1027 yılında gelen bir Çinli ve Uygur Türk elçilik heyetinden Uzakdoğu ile ilgili bilgiler edinmiştir.
Gazneli Mahmud'un 1030 yılındaki ölümünden sonra tahta geçen oğlu Mesud da (1030-1041) bilginlere itibar eden bu kişiliğe sahipti. Biruni bu dönemde saraydaki danışmanlık görevinin yanı sıra ilmi araştırmalarını yine sürdürdü. Tahdidü nihayati'l-emakin, Makale fi'stihraci'l-evtar fi'd-daire, Tahkiku ma li'l-Hind gibi Gazne döneminin önemi eserlerine el - Kanunü'1 -Mes'udi adlı eserini de ekleyerek ilmi hayatının zirvesine ulaştı. Sultan Mesud'a ithaf edildiği için bu ismi alan ve Ortaçağ astronomisi için çok önemli sonuçlar ihtiva eder bu kitap Batlamyus sistemiyle önemi farklılıklar arz ediyordu. Özellikle devrinde arzı merkez kabul eden anlayışa karşı dünyanın güneş etrafında dönmesi durumunun astronomik olguları değiştirmeyeceği görüşünü savundu. Sultan Mesud bu ithafa bir fil yükü gümüş para ile mukabele ettiyse de Biruni bu armağanı geri. Biruni'nin Sultan Mesud zamanında vatanını ziyaret ettiği ve bu vesile ile Cend'de kırk yıl boyunca aradığı Mani'nin bir kitabını elde ettiği kaydedilmektedir.

Uzun süredir kendisini etkileyen ciddi bir hastalığı altmış iki yaşlarında iken 1035 yılında atlattığını belirten Biruni'nin aynı yıl Ebu Bekir er-Razi'nin eserlerine ait geniş bir katalog hazırladığı bilinmektedir. İlerlemiş yaşına rağmen ilmi faaliyetlerine ara vermeyen Biruni, Sultan Mesud'dan sonra Oğlu Mevduda da (1041-1049) el-Cemahir li marifeti'l- cevahir ve el - Kitabu'1- Muanven bi'd-Destur adlı iki kitabını ithaf etti. Görme ve işitmede güçlük çekmeye başlayınca öğrencilerinin en seçkinlerinden olan Ebu Hamid Ahmed b. Muhammed en-Nehşei'yi yardımcı edindi, ayrıca kendisine yardım eden bir Rum araştırmacı ile birlikte çalıştı. Biruni son eseri olan Kitabus-Saydele fi't- tıbbı yazdığında seksen yaşını geçmişti. Böylece tıpla ilgili olarak başlayan telif hayatı tıbbi bir eserle sona erdi. Ölümünden az önce kendisini ziyarete gelen eski bir dostuyla yaptığı feraiz(miras taksimiyle ilgili) hesaplamaları onun son teorik çalışmasını oluşturmuştur. Gazne'de ölen Biruni'nin vefat tarihi konusunda tek ve kesin bir kayıt mevcut değildir. Kendisi seksen yaşını geçtiğinden bahsettiğine göre daha önce yaygın kabul gören 440 (1048) tarihi geçersiz olmaktadır. Buna göre Biruni'nin 443 (1051) yılını idrak ettiği kesindir. Yakut'un verdiği tarih olan 403 (1012) istinsah hatası kabul edilip 453 olarak değiştirilirse ölüm tarihi mildi 1061 olmaktadır.

Biruni, Piknometre (Yoğunluk ölçme Aleti)'nin İlk Mucidi ve Yoğunluk Bulma Metodu:


İlk yoğunluk ölçme aletini, Biruni icad etmiştir. Biruni'nin bu aleti konik bir yapı arz etmektedir. Biruni, önce yoğunluğunu bulmak istediği elementi terazide dikkatlice ölçer, sonra su dolu konik alete koyar, elementin konideki açılmış özel delikten taşırdığı suyu alır ve ölçer, sonra iki ağırlığı oranlar. Yani elementin salt ağırlığı ile taşırdığı suyun ağırlığını oranlar, Biruni'ye göre, o elementin yoğunluğudur. Bugünkü modern yoğunluk bulma metodu ve aleti, aslında Biruni'nin metodu ve aletinden başka bir şey olmayıp, ancak daha geliştirilmiş bir şeklidir.


Biruni ve Hâzini'ye Göre Bazı Elementlerin Yoğunlukları:


Burada büyük kimyacılardan Biruni ve Hazini'nin bazı elementler için verdikleri yoğunluk ağırlıklarını göreceğiz. Ayrıca, bugünün kimyacılarının verdikleri ölçüleri de vereceğiz ki, okuyucu bu iki kimyacının verilerinin bugünkü ölçülerden pek farklı olmadığını görebilsin ve İslam ilminin ne kadar ileri olduğu hakkında bir fikir edinebilsin.





Biruni'ye Göre Modern Kimyaya Elementler:

Altın: Civa:

ALTIN: (19,26) 19,05 19,26
CİVA: 13,74 (13,59) 13,59
BAKIR: 8,92 8,83 8,85
PİRİNÇ: 8,67 8,58 8,4
DEMİR: 7,82 7,74 7,79
KALAY: 7,22 7,15 7,29
KURŞUN: 11,40 11,29 11,35
Zümrüt Kuars
SAFİR: 3,91 3,76 3,90
YAKUT : 3,75 3,60 3,52
ZÜMRÜT: (2,73) 2,62 2,73
İNCİ: 2,73 2,62 2,75
AKİK: 2,60 2,50 -

KUARS: 2.53 2.58 2.58



El-Biruni ve Artifisiyel Seleksiyon Yoluyla Tekamülü:

Batılı tekâmülcülerle müslüman düşünürlerin arasındaki esaslı bariz fark ikidir. Darwin ve batılılar mekanist ve materyalist oldukları halde (çünkü onlar tekâmülün sebebini maddeye indirgerler), Müslümanlarınki idealisttir (çünkü dediğimiz gibi tekâmülün esas sebebi Allah'tır ve tekâmül kanunu Allah'ın tabiata koyduğu bir kanundur). Diğer yandan, Darwin ve diğer batılılar tekâmülü sadece varlığın biyolojik yönünde gördükleri halde, müslümanlar bunun ruhsal da olduğunu savunurlar.
El-Biruni'nin genel tekâmül teorisine katkısı ve yeniliği artifisiyel seleksiyon yoluyla tekâmülü kabul etmiş olmasıdır. Darwin sonrası Darwincilerin üzerinde durduğu bu teoriyi el-Biruni sekiz yüzyıldan daha fazla bir zaman önce ortaya atmıştır.
El-Biruni'ye göre, insanın, hayvan ve bitki türlerinin iyilerini kötülerinden ayırarak daima her yönden iyi türleri seçip yetiştirmesiyle, bitki ve hayvan türlerinin tekâmülünün hızlanmasını sağlar. Bu şekilde daimi seçimler neticesinde türlerin daha iyileri elde edilmiş olur ve türlerin tekâmülüne insan müdahale etmiş olur. İşte bu tür seçme ve ayıklamaya artifisiyel seleksiyon yoluyla tekâmül diyoruz.
Şimdi bu konuda bizzat el-Biruni'nin kendi sözlerini nakledelim:
"Şüphesiz, âlemin varlığının devamı üretkenlik ve nesillerin çoğalmasına bağlıdır. Âlemin kendisi sınırlı olduğu halde, zaman içindeki üreme ve artış sınırsızdır. Ne zaman ki bir bitki veya hayvan nevi kendi varlığında üremez olur, yeni bir tür olarak kendi benzeri meydana çıkar ve bunun her bir ferdi basit olarak bir varlığa sahip olup, yok olmaz; bunun ötesinde kendisi gibi bir defada tek bir tür yaratmaz, çeşitli zamanlarda da birçok türünü birden yaratır ki, böylece tek bir bitki veya hayvan türü olarak bütün yeryüzünü istila edecek şekilde gücü yettiğince çoğalır ve yayılır.
Çiftçi, ihtiyacı oranında en iyi mısır türleri elde edinceye kadar, gelişmeye daha az elverişlileri keserek, seçim yapabilir Ağaç yetiştirici, en güzel yapraklı ve meyveli türleri buluncaya kadar, daha az elverişlileri keserek seçim yapabilir. Arılar, bal yapmaksızın kovandan bal yiyen asalak arıları öldürürler.



Biruni'ye göre Tabiat Ekonomisi:


El-Biruni tekâmül teorisinin bilimsel neticesi olarak tabiat ekonomisi fikrini ortaya koyar. Her ne kadar tabiatta tekâmül varsa da bu tekâmülün bir sınırı ve bir kanunu vardır. Yukarıda kendisinin de söylediği gibi, herhangi bir bitki veya hayvan türü tabiatı tamamen kaplayıp, diğer türleri yok edebilecek şekilde çoğalabilir, fakat gerçekte bu böyle değildir. Tekâmülü ve tabiatın üremesini kontrol eden bir kuvvet vardır ki, el-Biruni buna tabiat ekonomisi adını verir. 0 şöyle der:
Tabiat bizzat kendisi de aynı çiftçi gibi benzer bir yol takip eder. Bununla birlikte, seçim işi değişken olmayıp bütün şartlar altında tek ve aynıdır. Kendisindeki ekonomik kuralın neticesi olarak ağaçların meyve
ve yapraklarının yok olmasına, yeni türlerin yetişmesi için müsaade eder. Eğer yeryüzü bir türün üyelerinin çokluğuyla fesada uğrar hale gelecek olursa, onun bütün fertlerine hükmedebilen bir kontrolcüsünü ortaya çıkararak, fazla türleri yok eder ve üremeyi normale düşürür.
Görüldüğü gibi tabiattaki üreme bizzat tabiatın kontrolü altındadır. El-Biruni'ye göre, Allah'ın tabiata bahşettiği bu yeti sayesinde tabii denge korunmaktadır.
El-Biruni'nin bu görüşlerinin mantıki neticesi olarak, burada şu söylenmeden geçilmez: İnsan yavrularını katletme olmaktan başka bir şey olmayan doğum kontrolü adı verilen çirkin cinayetin, tabiatın gerçeklerine uygun olmadığıdır. İnsan da tabiat içinde bir tür olduğuna göre, elbette o da tabiatın ekonomisi kuralına tabidir. Nerede fazla çoğalma varsa bu bizzat tabii yollarla yok olmaktadır. Tabii Afetler, zelzeleler, yangınlar, vs. gibi. El-Biruni'nin bizzat kendinin de örnek verdiği gibi, tarihte her ne zaman Hindistan da nüfus o derece kesafet kazandığında, tabii afetler sonucu fazla nüfus yok olmuştur. İnsan balıkların üremesini düşündüğü zaman onların denizleri niçin kaplamadıklarına hayret etmesi gerekir; halbuki tabiatın ekonomisi tabii yollarla, denizlerin besleyebileceği oranda balığı muhafaza, fazlayı defettiği düşünüldüğünde hikmet ortaya çıkmaktadır. Tabiata bakınca, insanların doğum kontrolü gibi modern cinayetlerinin nedeninin tabii olmadığı, ideolojik olduğu anlaşılır.

(İslam'da Bilim Ve Teknoloji Tarihi, Doç. Dr. M. BAYRAKTAR,124-125/142-144) (Tdv.İslam Ans. 6/206-208)
 
SON KONULAR
Şems-i Tebrizi bởi Tarih_Dehası,
Şeyh Şâmil (1797-1871) bởi Talebe,
Venizelos bởi Tarih Öğretmeni,
Sait Molla bởi Tarih Öğretmeni,
Lord Gürzon bởi Tarih Öğretmeni,

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt