Tahrir

  • Konbuyu başlatan Talebe
  • Başlangıç tarihi
  • Cevaplar 1
  • Görüntüleme 643
  • Etiketler
    tahrir
  • Cevaplar: 1 Görüntüleme: 643
Tahrir : Osmanlı Devleti’nde yeni fethedilen toprakların yazım işi.
 
Tahrir

Osmanlı Devleti'nde toprağın mülkiyet ve tasarruf hukukunun, reayanın yükümlülüklerinin ve vergi cins ve miktarlarının belli usul ve kaidelere göre tespit ve kaydedilmesi.




Arazi tahrirleri, Osmanlılardan evvelki Türk-İslâm devletlerinde de yapılmıştır. Araplar, Mısır’da ve İspanya’da; Selçuklular, İran’da; İlhanlılar Hint’te, nüfus ve arazi tahrirleri yaptırmışlardır. Osmanlılarsa bu tahrir şeklini mükemmel bir hâle getirerek, imparatorluk bünyesindeki geniş memleketlerde tatbik edip, Osmanlı malî-idarî sisteminin esası hâline getirmişlerdir.

Osmanlı idaresine geçen bölgeler, nizam ve teşkilât içerisinde, timar sisteminin gereği olarak, gelir kaynaklarının tespiti maksadıyla tahrire tabi tutulurdu. Tahrir esnasında, Osmanlı Devletindeki yerleşme merkezleri (şehir, kasaba, köy, mezra ve çiftlik) ve buralarda yaşayan, vergi vermekle mükellef evli veya bekar şahısların tek tek isimleri, yetiştirilen mahsuller ve bunlardan alınan vergiler, meslek grupları vs. ayrı ayrı yazılırdı.

Fethi takiben yapılan ilk tahrirden sonra, zaman zaman yeni bir padişahın tahta çıkması, umumî olarak meydana gelen değişiklikler, vergi gelirlerinin herhangi bir surette artmış veya eksilmiş görünmesi ve defter harici kalmış yerlerin deftere sokulması gibi muhtelif sebeplerle tahrirler yenilenirdi. Padişahların uzun süre tahtta kalma dönemlerindeyse, bu tahrirlerin 30 yılda bir tekrarlanmaları kanundu.

Arazi tahriri işinin sorumluluğunu üstlenen kişiye; emîn, mübaşir, muharrir, il yazıcısı, vilayet kâtibi gibi isimler veriliyordu. Tahrirlerin; rüşvet ve suiistimale meydan vermeden kemâl-i adâlet üzere yürütülmesi için bu mesûliyetli işe umumiyetle tecrübe ve bilgi sahibi nüfuzlu beyler veya kadılar tayin olunuyordu. Her emînin yanında defterin yazılması ve tanzîmini üzerine alan, işin tekniğini iyi bilen bir de kâtip bulunmaktaydı. Ayrıca tahrir işlemi, her bölgenin kadısının da murakabesi altında yürütülmekteydi.

Tahrir emîni, bölgenin eski defterleriyle muhtemelen bir önceki tahrirden beri, timar sahiplerinin vaziyetlerinde ve gelirlerinde meydana gelmiş değişiklikleri gösteren bir icmal defterini, yanında bulundurur ve ona göre tahrire başlardı. Her yeni tahrir bir takım yolsuzlukları meydana çıkardığı gibi, ormanlık yerlerden açılan arazinin işletilmesi ve evvelce istifade edilmeyen yerlerin işler hâle getirilmesi dolayısıyla istihsal miktarı artmış olurdu.

Tahrir tamamlandıktan sonra, timarların yeni vaziyetini aksettiren timar icmal defterleri hazırlanır, ayrıca o bölgenin bütün teferruatını belirten mufassal defterler temize çekilerek padişah katına sunulurdu.

Bu yeni tahrir defterine Nişancı tarafından hükümdarın tuğrası konulduktan sonra, bir sureti Defterhâne hazinesinde Defter emini nezaretinde saklanır, bir sureti ait olduğu vilayetlere gönderilir ve yeni tahrir mucibince hareket edilmesi emrolunurdu. Beylerbeyleri de yeni tahrir üzerine sipahilere dirlik tezkireleri verirdi. Yeni teşkil edilen deftere “cedîd”, eskisine “atîk”, daha eskisine “köhne” denirdi.

Bir bölgenin tahriri oranın yalnızca has, zeâmet ve timar gelirlerinin tespitinden ibaret değildi. Bunun yanı sıra bölgedeki evkafın, konar-göçer teşekküllerin, piyade ve müsellemlerin ayrı ayrı tahrirleri yapılır ve bunlara ait müstakil defterler de hazırlanırdı. Bu deftere köylerdeki reâyâ ile kasaba ve şehir halkı isimleriyle kalem kalem yazılmayarak, sadece dirlik sahiplerinin adları ve gelirleri toplu olarak kaydedilirdi.

Tahrir usulünün 16. yüzyılın sonuna kadar muntazam bir şekilde devam ettiği, 17. yüzyıl ortalarından itibarense çeşitli iç ve dış meseleler yüzünden, yavaş yavaş terk olunduğu anlaşılmaktadır. Bugün elde mevcut bulunan tahrir defterlerinden binlercesi, İstanbul’da Osmanlı Arşiviyle Ankara’da Tapu-Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-i Kadime Arşivinde bulunmaktadır. Bu defterler sayesinde bugün, üç kıtaya yayılmış bulunan, koca Osmanlı Devletinin bir işbaşı manzarasını görmek mümkün olmaktadır. Gerçekten de; bundan dört-beş yüz sene evvel Türkiye’nin her köşesinde mevcut sipahiyle toprağa bağlanmış köylüyü, devleti bir ucundan diğerine kat ederek geniş ölçüde münasebet temin eden yollar boyunca derbent bekleyen, yol ve köprü tamir eden ve kervansaraylara hizmet eden insanları, madenci, güherçileci, şapcı, tuzcu ve yağcı gibi türlü mükellefiyetleri olan halkı ve nihayet her türlü baç ve rüsum toplanan geçit, pazar ve gümrük mahallerini yerli yerinde ve vazife başında görmek, imparatorluk denilen bu muazzam makinenin çarklarının nasıl işlediğini anlamak bakımından çok önemlidir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt