Türkiye'de Solculuk

  • Konbuyu başlatan Talebe
  • Başlangıç tarihi
  • Cevaplar 0
  • Görüntüleme 898
TÜRKİYE'DE SOLCULUK


Osmanlı İmparatorluğu dönemi içinde, kimliklerini açıkça onaya koyan ilk sosya­listler, 1908 Meclis-i Mebusan'ında görü­lür. Bunlar, merkezi Selanik'te olan Federal Halk Partisi temsilcilerinden, Dimitri Vla-hof ve Zohrap Efendilerdi ve kendilerini sosyal adaletçi, sosyalist olarak tanıtmak­taydılar. 1908 Meclis-i Mebusan'ında orta­ya çıkan bu sosyalist fikirlilerin bir parti kimliği altında toplanması ise, 1910'da ga­zeteci Hüseyin Hilmi'nin Osmanlı Sosyalist Fırkası'nı kurması ile gerçekleşmiştir. Mec­lis-i Mebusan'ın kapatılışı ile birlikte bu teş­kilatlanma da yeraltına kaymıştır. 1918'de Dr, Hasan Rıza Sosyalist Demokrat Fırkayı kurmuşsa da bu parti önemli bir etkinlikte bulunamamış ve bunu 1919'da Dr. Şefik Hüsnü'nün (Değmer) kurduğu Türkiye îşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası izlemiştir. Aynı yıl Hüseyin Hilmi'nin bu sefer de Türkiye Sosyalist Fırkası denilen yeni bir teşkilat­lanmaya giriştiği göze çarpmaktadır. 1919'da yapılan seçimlerde ise, yalnızca
Dr. Şefik Hüsnü'nün partisi istanbul'dan 3 kişiyi Meclis-i Mebusan'a sokmayı başar­mıştır. Meclise aülan bu adım yeni sosyalist partilerin kurulmasını teşvik etmişse de bunlar siyasal hayatta söz sahibi olamamış­lardır.
Cumhuriyet kurulduktan sonra Anado­lu'daki sol akımlar tasfiye edilmiş olmasına karşılık, Dr. Şefik Hüsnü'nün kurduğu Tür­kiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası 1923 yı­lı sonuna kadar çeşitli kesintilerle varlığını sürdürebilmiştir. Bu parti 1920'de Bakü'de kurulan yasa dışı Türkiye Komünist Parti-si'nin İstanbul'daki faaliyetlerini yürüten Aydınlık Dergisi çevresince destekleniyor­du. Kurtuluş Savaşını birçok yazılarıyla desteklemiş olan Aydınlık çevresinin anla­yışına göre, yapılan siyasal devrim, ortak üretim ve mülkiyete dayalı bir toplumsal devrimle tamamlanmalıdır. Ankara Hükü­meti bu çevrenin gözünde mücadele edil­mesi gereken bir "burjuva hükümeti" değil­dir. Asıl mücadele yabancı kapitalistlere ve onların güdümündeki yerli eşrafa ve zen­ginlere karşı verilmelidir. Çünkü, endüstri­leşme düzeyine bağlı olarak, sınıflar arası farklılaşma, çatışma yaratacak düzeye gel­memiştir. Ankara hükümetini bir çeşit "halk hükümeti" olarak gören Aydınlık çevresi, 1924'de toplanan Komintern'in 5. Kongresinde, milli kapitalizmle işbirliğine yatkın olmasından dolaya oldukça eleştiril­miştir.
Şeyh Sait Ayaklanması dolayısıyla baş­latılan Takrir-i Sükûn döneminde tüm mu­halefet odakları gibi sosyalizm de bastırıla­rak yeraltına itilmiştir. Yasa dışı TKP'nin 1929'da programım değiştirerek Komin-tem çizgisine yaklaştığı görülmektedir. An­cak, 1935'te, Komintern'in Yedinci Kongresinde faşizme karşı bütün dünyada de­mokratik halk cepheleri açılmasına karar verilmesinden önce TKP'nin "burjuva-zi"den ziyade öncelikle kendi içindeki dü­şünce ayrılıkları ile uğraştığı da bir gerçek­tir.
ikinci Dünya Savaşı sırasında tek parti iktidarının karşıt güçler arasında denge kur­maya yönelik politikası sonucu sol akımla­ra da daha hoşgörü ile bakılmış ve bunların kamuoyuna çıkmasına izin verilmiştir.
Türkiye'nin 1946'da çok partili hayata geçişi ise, sol partilerin kaderini pek fazla değiştirmemesine karşılık, bu dönemde 9 tane sol parti kurma girişiminde bulunul­muştur. 1946'da kurulan Türkiye Sosyalist Partisi ile Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kısa sürede sıkıyönetim kara­rıyla kapatılmıştır. Önemli bir etkinlik gös­teremeyen diğer 7 parti ise şunlardır: Türki­ye İşçi ve Çiftçi Partisi, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi, Liberal Sosyalist Partisi, Erge-nekon Köylü ve İşçi Partisi, Türk Sosyal Demokrat Partisi, Sosyal Adalet Partisi, Çiftçi ve Köylü Partisi. Demokratik Parti iktidarının ilk yıllarında sol aydınlar yoğun tutuklamalarla karşılaşmışlardır. Bunun, Batı dünyasına Türkiye'nin bir komünizm tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu gös­termek ve böylelikle dış yardım almak gibi bir amacı gütmüş olduğu da düşünülebilir.
Soğuk savaş yıllan, sol aydınların dik­katlerini dış politikaya yöneltmeleri açısın­dan önemlidir. Bu dönemde ortaya çıkan örgütlerden biri, 1950'de istanbul'da kuru­lan "Türk Barışseverler Cemiyeü"dir. Baş­kanlığını Behice Boran'ın yaptığı bu der­nek, Türkiye'nin Kore'ye asker gönderme­sini ve NATO'ya girmek istemesini kına-masıyla dikkat çekmiştir.
1950'de kurulan tek yasal sosyalist parti eski TKP'li Dr. Hikmet Kıvılcımlının Va­tan Partisi'dir ve bu da adli kovuşturmaya uğratılarak kapatılmıştır. Yurt dışında üsle­nen TKP ise 1950'lerin başında büyük tasfi­yeler yaşadıktan sonra yeniden canlanmış ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin sadık bir izleyicisi olma yoluna girmiştir.
1961 Anayasası'yla da sol üzerindeki ya­sal kısıtlamalar devam etmesine karşılık yi­ne de solun daha önce görülmeyen bir ör­gütlenme özgürlüğüne kavuştuğu da açık­tır. Bu dönemde kurulan Türkiye İşçi Parti­si (TİP) farklı muhalefet potansiyellerini birleştiren ortak bir platform olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, 1965-1969 döneminde bu beraberlik bozularak, sol kendi içinde iki ayn kanada bölünmüştür. Bunlardan TKP geleneğinden gelen eski solcuların görüşle­rine göre, Türkiye, yeterince sınıflaşmış bir toplumdu ve partinin amacı proleteryayı bi­linçlendirmek ve politize etmek olmalıydı. TİP'i eleştiren kesimin inanışına göre ise, parti sınıfsal bir yaklaşımı benimseyemez­di, çünkü Türkiye'de proleterya henüz yete­rince gelişmemişti, ülke henüz milli bir de--mokratik devrim aşamasındaydı. Bu müca­delede Öncülüğü "asker-sivil aydın zümre" üstlenmeliydi.
1968 yılında Sovyetler Birliği'nin Çe­koslovakya'yı işgali sol içindeki bölünmeyi keskinleştirdi. TKP geleneğinden gelen es­ki sol SSCB'nin eylemini onaylarken, TlP işgali kınadı ve Genel Başkan Mehmet Ali Aybar yeni bir sosyalizm form ülasyonuna yöneldi. Sadun Aren, Behice Boran ve Ni­hat Sargın gibi ileri gelen partililerin, işga­lin kınanmasını dozunda tutmak istekleri sonucu zaten var olan ayrılıklar keskinleşti ve parti kendi içinde bölünerek giderek zayıfladı. Öle yandan, yine 1968 yılının ikinci önemli olayı olan gençlik direnişleri de Türkiye'de yankısını buldu. İşçi sınıfını çı­kış noktası yapan 1İP üniversite işgallerini kınarken, Milli Demokratik Devrim grubu öğrencileri destekledi.
1965-1969 yıllan arasında sosyalist oy­larda beklenen artış gerçekleşmemiş ve sol­daki bölünmeler devam etmiştir. TtP, Ay-bar'ın sınıf sorununun ötesinde bir "Özgür­lük sorunu"na yönelmesıyle kendi içinde parçalanırken, Milli Demokratik Devrim savunucuları da bütünlüğünü koruyamayıp farklı gruplara ayrıldı.
Türkiye'deki sol hareketin 1970'lerin or­talarına kadar gösterdiği genel Özelliklere bakılırsa, soldaki herhangi bir partinin veya kadronun işçi kitlesinin güvenini tam anla­mıyla kazanamadığı görülür. 1960'lann or­talarında "ortanın solu" tezini benimseyen CHP'nİn hiçbir zaman işçilerin partisi kim­liğine bürünememesi yanında, proleteryayı bilinçlendirmek ve politize etmek hedefini güden TİP de siyasal bir parti olmaktan zi­yade sendikal bir örgüt olarak işçilere sesini duyurmuştur, öte yandan, sol görüşler
özellikle gençlik kesimini etkilemiş, onun kısa surede aşın politize olmasına yol aç-mışür. Türkiye'deki sosyalist akıma özgü bir diğer özellik, Sovyetler ve Çin gibi fark­lı merkezlerin etkisini taşıması ve kendi içinde oldukça parçalanmış oluşudur. 1968 Bahanyla 1970 ortalarına kadar Türkiye'de dünyada bilinen tüm devrimci stratejiler ve örgütlenme modelleri (kimi zaman da bir­birleriyle oldukça çelişkili bileşimler halin­de) uygulanma alanı bulmuştur. 12 Mart dönemi ise özellikle gerilla faaliyetleriyle mücadeleye girişen örgütler açısından ağır bir yenilgiyle sonuçlanmıştır.
1975-80 arası dönemin 12 Mart öncesi dönemden başlıca farklılığı parlamenter sosyalizmin uzak bir hedef haline gelme­siyle sol gruplar arasındaki yöntem tar­tışmasının yoğunluğunu yitirmesi ve sol grupların bütün ilgisinin aşırı milliyetçi ha­reket üzerinde toplanmasıdır. Ancak, irili ufaklı gruplara ve örgütlere ayrılan sol ha­reket içindeki sol içi iktidar mücadelesi bu dönemde de etkinliğini korumuştur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Benzer konular

Geri
Üst Alt