Birinci Dünya Savaşı

  • Konbuyu başlatan Talebe
  • Başlangıç tarihi
  • Cevaplar 1
  • Görüntüleme 927
Birinci Dünya Savaşı
Savaşın Sebepleri
Savaşın Başlaması

Osmanlı Devleti’nin yıkılıp, yok oluşunu ve onun toprakları üzerinde yeni bir bağımsız Türk devletinin kuruluşu sonucunu getiren I. Dünya Savaşı, dünya tarihi açısından olduğu kadar Türkiye açısından da büyük önem taşır. Bu savaşın genel olarak niteliklerini şöyle sıralayabiliriz:

1. I. Dünya savaşında; çok sayıda devlet karşılıklı olarak birbirleriyle savaşmışlardır. Tarihte, birden fazla devletin yine çok sayıda devletle savaş yaptıkları görülmüştür. (Haçlı Savaşları, Avrupa’da Yüzyıl Savaşları, Kırım Savaşı vs.) Ancak, bu savaşlara katılan devlet sayısı I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi on yediye ulaşmamıştır.

2. I. Dünya Savaşı 1914-1918 yılları arasında dört yıl süren uzun bir savaştır.

3. I. Dünya Savaşı sadece Avrupa’da cereyan etmemiş, Asya ve Avrupa kıtalarına da yayılmıştır. Hatta, savaş deniz aşırı ülkelerde cereyan etmiştir. Bu özelliğinden dolayı bir “ dünya savaşı” olarak adlandırılmıştır.

4. Birinci Dünya savaşı sadece kara savaşları olarak cereyan etmemiş, deniz ve hava savaşları da meydana gelmiştir.

5. I. Dünya Savaşı’nda kara, deniz ve hava savaşlarında bir çok modern savaş alet ve teçhizatları kullanılmıştır. Kara savaşlarında “Tankların”, hava savaşlarında “uçakların”, deniz savaşlarında “denizaltıların” kullanılması gibi. Yine bu savaşta, kimyasal silahlar ile biyolojik gazlar da kullanılmıştır.

6. I. Dünya Savaşı yıllarında ve savaşın sonunda bir çok “merkezi devlet” yapılarını koruyamayarak ya parçalanmışlar ya da tamamen yıkılmışlardır. (Savaş yıllarında Çarlık Rusya’nın yıkılması, savaşın sonunda ise Alman İmp.‘nun, Avusturya-Macaristan İmp.’nun ve Osmanlı Devleti’nin parçalanması veya yıkılması gibi).

7. I. Dünya Savaşı, çok sayıda insan kaybının olduğu bir savaş-tır. Bu savaş sırasında milyonlarca insan ölmüş ve yine milyonlarcası sakat kalmış veya savaşın olumsuz etkilerini üzerlerinde taşımışlardır. (Sadece Çanakkale Savaşları’nda 550.000’den fazla insan kaybedilmiştir.)

8. I. Dünya Savaşı, savaşa doğrudan katılmış ülkelerle değişik şekillerle savaşa taraf olmuş devletleri siyasî, sosyal, malî ve ekonomik yönlerden olumsuz etkilemiştir. Yine savaşın geçtiği ülkelerdeki bir çok şehir ve kasaba harap olmuştur. Devletler bu savaşın olumsuz etkilerini uzun yıllar yaşamışlardır.

9. I. Dünya Savaşı’nın sonunda, Avrupa başta olmak üzere diğer coğrafyalarda ta yeni devletler kurulmuştur. Yeni siyasal rejimler ve sistemler toplumlar tarafından benimsenmeye başlanmıştır.​



Savaşın Sebepleri
a) Siyasi ve Askeri Sebepler

Avrupa’da Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından sonra siyasî birliklerini tamamlayan iki devlet tarih sahnesine yeni isimlerle çıkmıştı . Bunlardan birisi İtalya, diğeri ise Almanya’ydı. Bu devletlerden Almanya siyasî, askerî ve ekonomik yönlerden güçlü bir devlet olarak kurulmuştu ve hem Avrupa coğrafyasına hem de deniz aşırı ülkelere yönelik yayılmacı emeller takip ediyordu. Bu amaçla, öncelikle çok güçlü bir kara ordusu meydana getirmiş olan Almanya, Avrupa’da ilk olarak Fransa’yla savaş yapmıştı. Bu savaşı kazanan Almanya, hem Avrupa’nın güç dengesini eline geçirmiş, hem de Fransızlardan zengin maden bölgesi olan “Alsas -Loren’i” almıştı.

Almanya, denizaşırı ülkelerde zengin ve büyük sömürgelere sahip olmanın, güçlü bir donanma ile gerçekleşebileceğini düşündüğünden, kısa sürede İngiltere’den sonra dünyanın ikinci büyük donanmasını kurmuştu. Almanya, bir taraftan da Fransa’nın mutlaka 1871 yenilgisinin ve Alsas-Loren’in intikamını almak isteyeceğini düşünerek; Avrupa’da kendisine dost ve müttefik devlet arayışına girmişti. Nitekim, bir süre sonra Avusturya-Macaristan ve İtalya ile bir ittifak oluşturacaktı.

Diğer taraftan; Almanya’nın silahlanmasından ve yayılmacı emellerinden rahatsız olan devletler de kendi aralarında ittifaklar oluşturma çabalarına girmişlerdi. Nitekim, Fransa’nın Almanya’ya karşı dost ve müttefik devlet arama çabaları karşılıksız kalmadı. İngiltere, Almanya’nın deniz aşırı yayılmacı politikasının İngiliz sömürgelerini hedeflediğini düşünüyor ve Almanya’nın güçlü bir kara ordusundan sonra güçlü bir donanmaya sahip olmasından endişe duyuyordu. Ayrıca, Alman sınaî ve ticarî mamullerinin İngiliz pazarları ve sömürgelerine girmesi İngiliz sanayisini ve ekonomisini olumsuz yönde etkilemeye başlamıştı. Bu nedenlerle, İngiltere ortak tehdit unsuru olan Almanya’ya karşı Fransa’yla bir ittifak oluşturacaktı.

Diğer taraftan, Almanya’nın Orta Avrupa ve Balkanlar’a yönelik politikaları, bu bölgeler üzerinde öteden beri siyasî güç ve nüfuz kazanmak isteyen ve kısmen de bunu sağlamış olan Rusya’nın işine gelmemekteydi. Almanya’yı Rus menfaatlerinin önündeki en büyük tehdit olarak gören Rusya da İngiltere ve Fransa’nın aradıkları üçüncü dost ve müttefik devlet olacaktı.

Yine Avrupa’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rusya arasında Balkanlar üzerinden Akdeniz’e inme politikalarında menfaat çatışması bulunmaktaydı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Rusya’yı kendisi için büyük bir tehdit olarak görüyor ve bu yüzden Almanya’yı kendisi için bir dayanak olarak kabul ediyordu.

İtalya’ya gelince; Tunus’un Fransızlar tarafından işgaline tepki göstermiş ve Akdeniz’de İngiltere ve Fransa ile menfaat çatışmaları baş göstermişti. Bu nedenle İtalya’da güçlü bir devletin, yani Almanya’nın desteğini sağlamak düşüncesindeydi.

Görüldüğü gibi Avrupa’daki ekonomik, politik ve askerî gelişmeler devletleri birbirine yaklaştırmış veya uzaklaştırmıştır. Nitekim önce Almanya-Avusturya-Macaristan ve İtalya devletleri arasında 1882’de” Üçlü İttifak” (Düvel-i Müttefika) kuruldu. Bu ittifak antlaşması, 1892, l907 ve l912 yıllarında yenilendi. Bu ittifakın karşısında ise, önce 1894’de Fransa-Rusya, 1904’de İngiltere-Fransa ve nihayet 1907’de Rusya-İngiltere arasında yapılan antlaşmalarla “Üçlü İtilaf “ (Düvel-i Mü’telife) kuruldu.

Avrupa’da, devletlerin karşılıklı menfaatleri doğrultusunda oluşturdukları ve “İttifak” ve “İtilaf” isimleriyle anılan bu bloklaşma politikaları daha sonraki yıllarda da devam etmişti. I. Dünya savaşı öncesi, hatta savaş başladıktan sonra bile devletlerin bu bloklaşmalara katıldığını görüyoruz. Nitekim İtalya, savaşın çıkmasından hemen önce Almanya’nın bulunduğu İttifak devletleri bloğundan ayrılarak İtilaf devletleri safında savaşa girmiştir. Osmanlı Devleti ve Bulgaristan ise Almanya’nın yoğun siyasî ve diplomatik çabaları sonucu, savaş başladıktan sonra İttifak devletlerinin yanında savaşa katılmıştır. Yine savaş öncesi ve savaş yıllarında Sırbistan, Yunanistan, Japonya ve Amerika Birleşik devletleri İtilaf devletleri bloğunda savaşa katılmışlardı.

Avrupa’da başlayan bu bloklaşma, devletleri her alanda rekabete sürüklemiş ve özellikle devletler hızla silahlanmaya başlamışlardı. Artık devletlerin gücü sahip oldukları silahlarla ölçülür hale gelmişti. Devletlerin her alandaki bu rekabeti Avrupa dışında sömürgelere ve deniz aşırı ülkelere kadar yansımıştı. Avrupa, hızla bir savaşa sürüklenmekteydi.

b) Ekonomik Sebepler

I. Dünya Savaşı’nın ekonomik nedeni, daha ziyade İngiltere ve Almanya arasındaki yeni hammadde kaynakları sağlama ve pazar kavgasıdır. İngiltere, dünyanın en zengin ve geniş sömürge topraklarına sahipti. Yine İngiltere, Avrupa’da sanayileşen ilk devletlerin başında geliyor; sanayisi ve ekonomisi için gereken hammaddeleri sömürgelerinden sağlıyor ve yine ürettiği mamulleri de sömürgelerinde ve dünyanın bir çok yerinde oluşturduğu ticari pazarlarında satıyordu. 1900’lü yıllara kadar Almanya İngiltere’nin aleyhine olacak bir yayılma politikası gütmemişti. Ancak, bu tarihten sonra genç Alman İmparatoru Kaiser II. Vilhelm, “İngiltere’nin tek başına dünyaya hakim olamayacağını, Almanların da bu paylaşımda hissesinin olması gerektiğini” söyleyerek, İngiliz sömürgeleri hakkında Almanya’nın niyetini açıkça dile getiriyordu.

Yine Alman İmparatoru II. Vilhelm, Alman sınaî ve ticarî ürünlerinin İngiliz sömürgeleri ve pazarlarına da sokulması ve satılması politikasını hayata sokmuştu. Özellikle bu politika, kısa zamanda İngiliz ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Alman sanayisi ve teknolojisi daha ileri ve yeni olduğundan, Alman ürünleri ve malları hem daha kaliteli oluyor hem de daha ucuza mal oluyordu. Bu nedenle, Alman ürünleri İngilizlerinkine tercih ediliyordu. Bu durum kısa zamanda İngiliz sanayisinin çökmesine, fabrikaların kapanmasına ve işsizlerin çoğalmasına yol açmıştı. İngiltere büyük sosyal patlamalarla karşı karşıyaydı. İşte bu nedenledir ki İngiltere Almanya’ya diş bilemekteydi.

c) Devletlerin Nüfuz Politikaları ve Milliyetçilik Duyguları

I. Dünya savaşı öncesi Almanya ve Rusya başta olmak üzere bazı devletlerin kesişen menfaat ve nüfuz alanları bulunmaktaydı. Bu bölgelerin başında Balkanlar, Boğazlar ve Akdeniz ve yine o yıllarda önemi gittikçe artmaya başlayan Orta Doğu ve Arabistan toprakları gelmektedir. Balkanlar’da Alman yayılmacılığı, “Pan-Germenizm” fikriyle ifade edilen Alman milliyetçiliği ile; Rus yayılmacılığı, “Pan-Slavizm” fikriyle ifade edilebilen Rus milliyetçiliği karşı karşıya gelmiştir.

Osmanlı Boğazları üzerinde öteden beri gelen Rus yayılmacılığı ile Almanya’nın Osmanlı Devleti’nde siyasî, askerî ve ekonomik nüfuz kazanma politikası karşı karşıya gelmiştir. Yine ünlü Alman Başbakanı Bismark’ın “Akdeniz akraba arasında taksimi mümkün olmayan bir mirastır” sözleriyle ifade ettiği gibi, Akdeniz’de bütün büyük devletlerin kesişen menfaatleri bulunuyordu.

Ayrıca I. Dünya savaşı öncesi İngiltere, Fransa, Almanya gibi devletlerin Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu ve Arabistan toprakları üzerinde kesişen menfaatleri bulunuyordu. Bu topraklarda varlığı bilinen ve çıkartılmaya başlanan petrol bir çok devletin dikkatini bu bölgeye çekiyordu. Nitekim Almanya Osmanlı Devleti’ni “hayat alanı” olarak seçmiş ve yakın ilişkiler kurmaya özen göstermişti. Bunun sonucu olarak da “Bağdat Demiryolu Projesi” hayata geçirilmişti. Bu proje ise, İngiltere’nin Hindistan yolu için büyük bir tehlikeydi. Bu ve benzeri sebeplerle Alman ve İngiliz menfaatlerinin kesiştiği ve çatıştığı coğrafyaların başında Osmanlı toprakları geliyordu.

d) Osmanlı İmparatorluğu’nun Paylaşılması

Osmanlı Coğrafyası üzerinde bir çok devletin kesişen ve çatışan menfaatlerinin olduğunu yukarıda birkaç örnekle belirtmiştik. Gerçektende I. Dünya Savaşı’nın en özel sebeplerinden birisi Osmanlı İmparatorluğu topraklarının paylaşılması meselesidir. Düvel-i Muazzama olarak nitelendirdiğimiz İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya gibi büyük devletler, ilk defa I. Dünya savaşı öncesinde ve savaş esnasında aynı ittifakta yer almışlardı. Bu devletlerin hepsinin de Osmanlı topraklarında yayılmacı emelleri vardı. Artık 20. yy’a gelindiğinde bu devletler “Şark Meselesi”ni kökünden halletmek istiyorlardı. “Hasta Adamı” yaşatmak yerine, onu parçalamak bu devletlerin öncelikli dış politik hedefleriydi.

Nitekim, Balkan Savaşı sonunda, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki topraklarının paylaşılmasını tamamlayan Avrupa Devletleri, çıkacak bir genel savaşta Anadolu’nun paylaşılmasını ana çizgileri kararlaştırmış bulunuyorlardı. İlerideki konularımızda ele alacağımız gibi, bu projeleri I. Dünya Savaşı yıllarında yazılı antlaşmalara dönüştürmüşlerdi​

Savaşın Başlaması
l914 yılına gelindiğinde, Avrupa’da devletlerin karşılıklı menfaatleri doğrultusunda oluşturdukları blokların her an bir savaşa girişmesi konusunda pek çok neden oluşmuştu. Bunları; ekonomik rekabet, Alsas-Loren meselesi, denizlerdeki silahlanma yarışı, Bağdat Demiryolu meselesi, Balkanlarda Avusturya-Rusya çatışması şeklinde sıralayabiliriz.

Nitekim, çok geçmeden gelişen bir olay, büyük savaşın ve felaketin başlamasına yol açacaktı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bünyesinde yaşayan Sırp ahali, Avusturya yönetiminden memnun değildiler. Bu nedenle, sık sık isyan etmekte ya da olaylar çıkarmak-taydılar. Onların bu hareketlerine gizliden gizliye Sırbistan yardım etmekteydi. Avusturya Hükümeti’nin isyancı Sırplara karşı takip ettiği politika çok sertti. İsyanlar şiddetle bastırılıyor ve Sırp ahali üzerinde baskı uygulanıyordu. 28 Haziran l914 tarihinde Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliaht prensi Arşidük Franz Ferdinand ve karısı Saraybosna’yı ziyaret etmek amacıyla bu şehre geldiklerinde bir Sırp ihtilalcisi tarafından trenden inerken öldürülmüşlerdi.

Bu olaydan Sırbistan’ı sorumlu tutan Avusturya-Macaristan Hükümeti 23 Temmuz 1914’de iç işlerine karıştığı suçlamasıyla Sırbistan’a çok sert bir nota verdi. Sırbistan Hükümeti ise, Rusya’dan aldığı siyasî destek sonucu bu notayı reddetti ve seferberlik ilân etti. Bunun üzerine, Avusturya-Macaristan Hükümeti Sırbistan’a savaş ilân etti. Böylece Avrupa’da savaş başladı. Rusya’nın seferberlik ilân ederek Sırbistan’ı korumak amacıyla Avusturya’ya savaş açması üzerine devreye Almanya girdi. Almanya, 1 Ağustos l914’te Rusya’ya savaş ilân etti. Aynı tarihlerde Fransa da seferberlik ilân etmişti. Fransa’ya Belçika üzerinden saldırmak isteyen Almanya 3 Ağustos’ta Fransa’ya savaş ilân etti ve aynı gün Belçika’ya saldırdı. Bunun üzerine İngiltere, 4 Ağustos’ta Almanya’ya bir nota vererek Belçika topraklarından derhal çekilmesini istedi. Almanya ret edince bu kez İngiltere Almanya’ya savaş ilân etti. 6 Ağustos’ta ise Avusturya Rusya’ya savaş ilân edecektir. Böylece, başlangıçta Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasında başlayan bu savaş, devletlerin birbirleriyle yaptıkları siyasî ve askerî işbirliklerinin sonucu kısa zamanda bir “Avrupa Savaşı”na dönüştü.

Başlangıçta kısa süreceği düşünülen bu savaş, bir süre sonra Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesiyle cephe sayısını artıracaktı. Yine, savaşın sömürgelere ve deniz aşırı ülkelere yayılması, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya gibi diğer kıta ülkelerinin bu savaşa katılmasıyla bir dünya savaşına dönüşecekti.

Bu savaşa katılan devletler, yer aldıkları gruplar itibariyle şöyledir:

İttifak Devletleri Grubu
Almanya İmp.
Osmanlı İmp.
Avusturya Macaristan İmp
Bulgaristan

İtilaf Devletleri Grubu
İngiltere
Fransa
Rusya
A. B. D.
Japonya
İtalya
Belçika
Portekiz
Romanya
Sırbistan
Yunanistan
Karadağ

Daha savaş başladığı zaman kuvvetler dengesi İtilâf Devletleri’nin lehine ağır basıyordu. Almanya ve Avusturya Macaristan ile sonradan bu grupta savaşa katılan Osmanlı Devleti ve Bulgaristan’ın toplam nüfusları 168.300.000 iken; İngiltere başta olmak üzere Fransa, Rusya ve diğer devletlerin toplam nüfusları ise 1 milyarın üzerindeydi. Yine, tarafların silah altına aldıkları asker sayısı ise İttifak Devletleri’nde 23 milyon, İtilaf Devletleri’nde ise 43 milyon civarındaydı. Zengin sömürgelere sahip olan İngiltere ve diğer İtilaf Devletleri, sınırsız hammadde ve insan kaynaklarına sahiptiler. Ayrıca, savaşın ilk üç yılında A.B.D. de İtilâflar zümresine büyük ekonomik destek sağlamıştır. Almanya’nın kara ordusu güçlü olmakla beraber, Avrupa’nın ikinci ve üçüncü büyük kara ordularına sahip Rusya ve Fransa, Almanya’nın karşısındaydı. Denizlerde ise İngiltere’nin üstünlüğü âşikardı. Bu savaşı zengin kaynaklara sahip tarafın kazanacağı en baştan belliydi.

Avrupa’da savaş başladıktan kısa bir süre sonra “Çin’in sömürgeleştirilmesi” konusunda Almanya’yla karşı karşıya gelmiş olan Japonya, tek taraflı olarak Almanya’ya 23 ağustos 1914’te savaş ilân ederek Uzakdoğu’da savaşı başlatmıştı. Uzakdoğu’daki bu savaş; Japonya’nın, Çin başta olmak üzere Alman sömürgelerini ele geçirmesiyle Kasım 1914’te son buldu.

Savaşın ilk yılları Avrupa’da ve Yakındoğu’da cereyan etmiştir. Genellikle yıldırım savaşlar yapan Almanlar’ın hedefi; Belçika üzerinden Fransa üzerine yürümek. Fransızları kesin bir mağlubiyete uğratarak, Rusya’ya bütün gücüyle saldırmaktı. Belçika’ya ve Fransa’ya karşı başarılar kazandılarsa da bunlar geçici olmuştu. İngilizlerin, Belçikalıların ve Fransızların ciddî direnişleri sonucu kesin bir netice alamamışlardı. Özellikle Fransızlar, Marin Savaşında büyük bir direniş göstererek Alman saldırılarını durdurmuşlardı. Ünlü Alman Generali Hindenburg, Rusları doğuda büyük bir yenilgiye uğratmıştı. Ancak, Almanların Ruslara karşı kazandıkları bu zafer, onları tamamen etkisiz hale getirememişti. Avrupa’da savaş “bir siper ve yıpratma” savaşı halini almıştır.

Savaşın çıkışına kadar Almanya’nın müttefiki olan ve çıkacak bir savaşta Almanya’nın yanında yer alacağı beklenilen İtalya, yaptığı gizli antlaşma ile l915 yılı içerisinde İtilâf Devletleri’nin yanında savaşa katılmıştır. Balkanlar’da yeni bir cephe açılması neticesinde, Yunanistan da İtilâf Devletleri’nin yanında savaşa katıldı. 1916’da ise Avusturya tehdidine karşı Romanya İtilâf Devletleri’nin yanında yer aldı. l916 yılında cephelerde, savaşın seyri üzerinde belirgin üstünlükler kurulamamıştı.​
 
Birinci Dünya Savaşı
Savaşta Osmanlı Devleti
Osmanlı Devletinin Savaştığı Cepheler

Savaşta Osmanlı Devleti
Savaşa Giriş Sebepleri ve İttifak Arayışları

Yirminci yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti iki büyük felaketi arka arkaya yaşamıştı. Bunlardan ilki, İtalyanlarla yapılan Trablusgarp Savaşı; ikincisi ise o güne kadar karşılaşılan en büyük felaket olarak görülen Balkan Savaşı idi. Her iki savaşta da toprak kaybedilmiş, ama özellikle Balkan Savaşı’nda “Türkleşmiş toprakların” kaybedilmesi yüreklerde derin acılar ve izler bırakmıştır. Devlet, malî ve ekonomik yönden büyük sıkıntılara girmişti. Ayrıca ordunun her yönüyle modernleştirilmesi gerekiyordu. Osmanlı Devleti’nin bu kötü gidişatı yöneticilerde, aydınlarda ve geniş halk kesimlerinde “Osmanlı Devleti yıkılacak mı? Ne olacak bu kötü gidişatın sonu?” şeklinde karamsarlıkların ve umutsuzlukların doğmasına yol açmıştı. İşte, Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde genel durumu böyleydi.

Osmanlı yöneticileri, 19. yy. başlarından beri Avrupa büyük devletlerinin kendisi ve toprakları hakkındaki niyet ve düşüncelerinin farkındaydılar. “Avrupa’nın Hasta Adamı” olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti’nin parçalanmasının ve topraklarının paylaşılmasının büyük devletlerin dış politikalarındaki öncelikli amaç olduğu da biliniyordu. Nitekim, İngiltere Mısır’ı ve Kıbrıs Adası’nı, Fransa Cezayir ve Tunus’u, İtalya Trablusgarb’ı ve On İki Adaları, Rusya ise Kafkasları ele geçirmişti. Ayrıca, Meriç Nehri’nin batısındaki bütün Rumeli elimizden çıkmıştı. Yine, Balkan Savaşı sonunda Ege Adaları’nın büyük bir kısmını kaybetmiştik.

Osmanlı yöneticileri çıkacak bir genel savaşta Osmanlı Devleti’nin savaşa katılsa da katılmasa da topraklarının paylaşılmasının bu savaşın asıl nedenlerinden biri olacağını gayet iyi bilmekteydiler. Bu nedenle Avrupa’da oluşmuş ittifaklardan birisine katılarak, toprak bütünlüğünü bu sayede korumak istiyorlardı.

İtilâf devletleri arasında Osmanlı Devleti’nin dost ve düşman gözüyle baktığı devletler bulunuyordu. Bu grupta yer alan İngiltere ve Fransa, zaman zaman dost devlet olarak bize siyasî, askerî ve ekonomik desteklerde bulunup, toprak bütünlüğümüzü korumamıza yardımcı olmuşlarsa da; çoğu zaman da bunun tersi bir politikayla Osmanlı Devleti’nden toprak elde etmişler ve onun düşmanlarına yardım ederek destek vermişlerdir. Bilhassa Trablusgarp ve Balkan Savaşları’nda Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyetlere girmişler ve politikalar takip etmişlerdi. Ayrıca, bu grupta öteden beri İstanbul ve Boğazlar’da gözü olan, artık bizim için “millî düşman” olmuş ve Balkanlı devletlerin bağımsızlığa kavuşmasında ve Balkan Savaşı’nda uyguladığı “Panslavist” politikalarla doğrudan rol alan Rusya bulunuyordu. İşte, bu grupta İngiltere ve Fransa gibi Osmanlıya karşı iki yüzlü politikalar uygulayan ve bizi her fırsatta parçalamayı bir dış politika ideali haline getirmiş olan Rusya’nın varlığı, Osmanlı yöneticilerini “Üçlü İtilâf” tan uzaklaştıran temel nedenlerdi.

Üçlü İttifaka gelince, bu ittifakın en güçlü devleti Almanya idi. Almanya İkinci Meşrutiyet’ten beri, özellikle İstanbul’daki elçisi Baron Marşal’ın zekası sayesinde Osmanlı yöneticilerini, bu devletin hakiki ve saf dostu olduklarına ve Osmanlı topraklarında Almanya’nın hiç gözü olmadığına inandırdı. Bu nedenle Sultan II. Abdülhamit zamanında başlayan Türk-Alman yakınlaşması, İttihat ve Terakki Partisi iktidarında daha da gelişti. Bu grupta yer alan Avusturya ile ise, Balkan Savaşı’ndan sonra doğrudan bir sınırımız kalmamıştı. Bütün bu sebeplerle Osmanlı yöneticilerinde Alman-Avusturya ittifakına karşı eğilim artmaya başladı. Akdeniz’de güçleri az olan bu devletlerden Osmanlı Devleti’ne zarar gelmeyeceği inancı meydana geldi. Dolayısıyla Almanya’ya dayanmak ve ona göre bir siyaset gütmek, Osmanlı Devleti’nce bazı bakımlardan en doğru yol olarak kabul edildi.

Neticede Osmanlı yöneticilerinde iki temel fikir belirdi. Birincisi, Almanya ile Osmanlı Devleti’ni her durumda korumayı sağlayacak kesin ve açık bir antlaşma yapmaktı. İkincisi, yakın gelecekte Osmanlı Devleti’ne zarar verebilecek ve bilhassa bunlardan Akdeniz’e hakim olan devletlerle yakınlık kurmak, mümkünse anlaşmaktı. İngiltere ve Rusya ile antlaşma teşebbüsleri de bu gibi düşüncelerden kaynaklandı. Diğer taraftan, günlük giderlerini bile dış borçlardan sağlayan Osmanlı devleti, bu yönüyle de Fransa’ya muhtaçtı. Bu devlete yapılan İttifak teklifinin temelinde borç para alma ve Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya ve İngiltere’ye karşı koruyabileceği ümidi yatıyordu.

Osmanlı yöneticileri ilk ittifak arayışlarını ve teklifini Almanya’ya değil; İngiltere, Fransa ve Rusya’ya yapmıştır.

İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti ile ittifak yapmamalarının temelinde, artık bu devletin toprak bütünlüğünü korumak yerine, Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve topraklarını paylaşmak politikasının ön plâna çıkması yatmaktadır. Ayrıca, Osmanlı Devleti’ni kendi ittifaklarına aldıkları takdirde bu devletin içinde bulunduğu malî ve ekonomik sıkıntıları ortadan kaldıracak desteği vermeleri gerekecekti. Yine, Osmanlı ordusunun tepeden tırnağa modernleşmesi gerekiyordu. Bu durum, oldukça büyük bir ekonomik yük getirebilirdi. İşte bu nedenlerden dolayı, sırtlarında taşıyacakları bir kambur olarak düşündükleri Osmanlı Devleti’ni ittifaklarına almamışlardır.

İtilâf devletleri nezdindeki ittifak teşebbüslerinden bir netice alamayan Osmanlı yöneticileri; bu kez Almanya ile ittifak arayışına girmişlerdir. Yukarıda da değindiğimiz gibi; II. Abdülhamit döneminde olumlu bir yapıda başlayan Türk-Alman ilişkileri, o günün şartlarında çok büyük bir yatırım projesi olan “Berlin-Bağdat Demiryolları Projesi”nin Almanya’ya verilmesiyle daha da artmıştı. Almanya; bu demiryolunu inşa etmekle, ekonomik yönden Osmanlı Devleti’ne sıkı bir şekilde bağlanacak ve O’nu, Türkiye’ye siyasî buhranlar ile askerî hareketlerde yardım etmeye mecbur edecekti. Ayrıca bu yollar, Osmanlı Ordusu’nun seferberliğini süratle tamamlamasına ve büyük kuvvetlerini kolaylıkla kaydırmasına imkân sağlayacaktı. Daha sonraki yıllarda Osmanlı Ordusu’nun -özellikle Kara Ordusu- modernizasyonu Alman askerî ve teknik heyetlerine verilmişti. Bu durum ordunun genç subaylarında Almanya’nın askerî gücüne olan bir hayranlığın uyanmasına neden olmuştu. Başta Enver Paşa olmak üzere bir çok genç subayın ortak kanaati, Avrupa’da Alman Ordusu’nu yenecek bir başka gücün olmadığı yolundaydı.

Avrupa’da savaş başladıktan ve ilk günlerdeki Alman saldırılarının doğuda Ruslar, batıda ise Fransızlar ve İngilizlerce desteklenen Belçikalılar tarafından durdurulması üzerine, Alman orduları bu cephelerde müşkül bir duruma düşmüşlerdi. Bunun üzerine Alman Genelkurmayı ve Alman Hükümeti, İngilizleri, Fransızları ve özellikle Rusları oyalayabilecek bir devlet olarak gördükleri Osmanlı Devleti’yle bir ittifak yaparak, Osmanlı’yı Almanya’nın yanında savaşa girmeye zorlamak plânını devreye sokmak istediler.

Almanya ile Yapılan İttifak Antlaşması ve Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi

Almanların Osmanlı Devleti’yle ittifak arayışına girmesi çabuk sonuç verecektir. Osmanlı yöneticileri, Avrupa’da başlayan savaşa Osmanlı Devleti’nin eninde sonunda gireceğini düşünüyorlar; bu nedenle bize topraklarımızın parçalanmayacağı garantisini veren Almanya’nın yanında savaşa girilmesi fikri üzerinde kuvvetle duruyorlardı. Nitekim, taraflar arasında bir ittifakın gerçekleşmesi konusunda kanaatlerin müspet olması üzerine, Türk-Alman ittifakını gerçekleştirecek “Türk-Alman Gizli Antlaşması” 2 Ağustos 1914’ de imzalanacaktır. 2 Ağustos 1914 tarihli Türk- Alman gizli ittifak antlaşmasının önemli maddeleri şöyledir

1. Almanya ve Osmanlı Devletleri, devam etmekte olan Avusturya-Sırbistan Muharebelerinde tarafsız kalacaklardı.

2. Eğer Rusya savaşa girerse ve Almanya da Rusya’ya karşı savaş ilân ederse, Osmanlı Devleti Almanya’nın yanında savaşa girecektir.

3. Osmanlı Devleti savaşa girerse, Türk ordusunun emir ve kumandası Alman askerî heyetine verilecekti.

4. Almanya, İtilâf Devletlerine karşı Osmanlı Devleti’nin mülki tamamiyetini kabul edecekti.

Almanya’nın 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya savaş ilân ettiği düşünülürse; biz bu antlaşmayı imzalarken Avrupa’da başlamış olan savaşa girmeyi peşinen kabul ediyorduk. Bu antlaşmada Osmanlı Devleti’nin lehine olan tek hüküm, İtilaf devletlerinin saldırılarına karşı toprak bütünlüğümüzün Almanya tarafından garanti edilmesidir.

2 Ağustos l914 tarihli bu gizli ittifak antlaşmasına rağmen Osmanlı Devleti harbe hemen girmemişti. Bir hükümet bildirisiyle tarafsızlığını ilân etmiş ve aynı zamanda ülke genelinde “genel seferberlik” çağrısı çıkarmıştır. Savaşa hemen girilip girilmemesi konusunda Hükümet üyeleri arasında bir görüş birliği oluşmamıştı. Neticede; ordunun noksanları olduğu, bunların tamamlanması gerektiği ve henüz seferberlik hazırlıklarının bitmemesi gibi mazeretler beyan edilip, savaşa hemen girilmemişti.

Diğer taraftan Alman Genelkurmayı, Avrupa cephelerinde güç durumda kalan ordularını rahatlatmak, için Osmanlı Devleti’nin bir an önce harbe girmesini istiyordu. Bu konuda hem Alman Hükümeti, hem de Osmanlı Harbiye Nezareti ile Genelkurmay’da görevli Alman subayları, siyasî ve diplomatik baskı yapıyorlar ve bazı tertiplere giriyorlardı. Bu noktada, Almanya’nın Osmanlı Devleti’nin bir an önce harbe girmesini istemesinin nedenleri üzerinde birkaç maddeyle duralım. Buna göre;

1. Osmanlı Ordusu’ndan istifade etmek düşüncesi. Avrupa’nın sayıca en kalabalık ordularından birisi olan Türk Ordusu’nun yeni ve modern silahlarla teçhiz edilmesi ve Alman subaylarının sevk ve idaresine bırakılması halinde bu ordudan fazlasıyla istifade edilebilirdi.

2. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi halinde, bu devletin toprakları üzerinde birden fazla cephe açılacak; İngilizler, Fransızlar ve Ruslar bu cephelere Alman cephelerinden kuvvet kaydırmak durumunda kalacaklardır. Bu da Avrupa cephelerinde Alman Ordusu’nu rahatlatacaktır.

3. Osmanlı Devleti savaşa girdiği takdirde stratejik önemi olan Boğazları savaş yaptığı devletlere kapatacaktı. Böylece Rusya’nın İngiltere ve Fransa ile olan irtibatı kesilecektir. (İleride Çanakkale Savaşı’nın çıkmasının en önemli sebebi olacaktır)

4. Osmanlı Devleti savaşa girdiği takdirde Almanya, bu ülkenin topraklarının her kesiminden ve her türlü imkanlarından istifade edebilecekti.

5. Osmanlı Padişahı, aynı zamanda dünyadaki bütün müslümanların halifesidir (dini lideri). Eğer, Osmanlı devleti bu savaşa girişini dini bir amaca dayandırırsa; yani “cihad” ilân ederse, diğer müslüman ülkeler ve milletler halifenin devletine sahip çıkacaklardı. İngiltere ve Fransa gibi idaresi altında milyonlarca müslümanı barındıran bu ülkelere karşı, sömürgelerde ayaklanmalar veya karışıklıklar çıkacaktı.

Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni bir an önce savaşa sokma konusundaki baskıları devam ederken, ortaya bir gemiler krizi çıkmıştı. Alman Donanması’nın en güçlü iki büyük savaş gemisi, İtalya ve Avusturya savaş gemileriyle birleşerek İtilâf devletleri donanmalarına karşı harekat yapmak üzere Akdeniz’e gelmiş, ancak İtalya’nın Alman ittifakından ayrılarak tarafsızlığını ilân etmesi üzerine İngiliz ve Fransız donanmalarının takibine uğramıştı. Bu arada ittifak antlaşması yapılmış olduğundan, Alman Deniz Bakanlığı’nca bu gemilerin Çanakkale Boğazı’ndan geçerek İstanbul’a gitmeleri istenmiştir. Nitekim Göben (Yavuz) ve Breslav (Midilli) adlı gemiler 10 Ağustos l914’de Boğazlardan geçerek İstanbul’a geldiler. Başta İngiltere ve Rusya olmak üzere İtilâf devletleri, Osmanlı Devleti’nin bu gemileri Boğazlara almakla tarafsızlığını bozduğunu, 24 saat içinde bu gemileri kendi karasuları dışına çıkarmadığı takdirde savaş ilân edeceklerini ifade eden sert protesto notaları verdiler. Osmanlı Devleti gerçekten zor durumda kalmıştır. Bir tarafta; antlaşma imzalayarak müttefik olduğu Almanya’nın baskısı, diğer taraftan savaş ilân etme kararı alan İtilâf devletlerin tepkisi. Bu bunalımdan ancak bu gemilerin Almanya’dan satın alındığının ilân edilmesi ve gemilere Türk bayrakları çekilmesiyle çıkılabilmiştir.Osmanlı Devleti, bir süre sonra Göben (Yavuz) Gemisi Kumandanı Alman Amirali Şouchon’u (Şöson) Akdeniz Filosu ve Türk Deniz Kuvvetleri Kumandanlığı’na getirdi. Böylece, kara ordularımızdan sonra deniz ordumuz da Alman kumandanların eline teslim edilmişti. Artık, Osmanlı Devleti’ni bir an önce harbe sokmak için bazı tertipler ve faaliyetler yoğunlaştırılmıştı. ‚ok geçmeden gerçekleşen “Karadeniz Olayı”yla Osmanlı Devleti’nin savaşa girişi sağlanacaktır. Amiral Şöson kumandasındaki Osmanlı Donanması, Karadeniz’e tatbikat amacıy-la açılmış ve burada kendilerini takip ve taciz eden Rus Donanması’yla bir deniz muharebesi yapmıştı. Rus iddialarına göre, Türk Donanması daha sonra Rusların Sivastopol ve Odesa limanlarını topa tutmuştu.

Karadeniz hadisesi üzerine 1 Kasım 1914’te Rusya, 5 Kasım’da ise İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilân ettiler. Osmanlı Padişahı ve Halife sıfatıyla Padişah Mehmed Reşad 11 Kasım 1914’de “Cihad-ı Ekber” ilân etti. Böylece, Almanya amacına ulaşmış ve savaş başladıktan itibaren yüz güne varan bir süre savaşa girmemiş olan Osmanlı Devleti’ni kendi yanında savaşa sokmuştu.


Osmanlı Devletinin Savaştığı Cepheler
Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan’ın yer aldığı İttifak devletleri grubunda I. Dünya Savaşı’na katılan Osmanlı Devleti bir çok cephede savaşmak durumunda kalmıştır. Bu cephelerin çoğu kendi toprakları, bazısı da Avrupa toprakları üzerindedir.

Bu cepheler şunlardır: Kafkas Cephesi (Doğu Cephesi), Çanakkale Cephesi, Filistin Cephesi, Hicaz Cephesi, Yemen Cephesi ve Irak Cephesi Osmanlı toprakları üzerinde açılmış olan cephelerdir. Galiçya, Romanya ve Makedonya Cepheleri ise Türk askerlerinin Avrupa’da savaştığı cephelerdir

Kafkas Cephesi

Doğu Cephesinde askerî harekât, 1 Kasım l914 günü Rus Ordusunun sınırı geçmesiyle başladı. Bu cephede, Osmanlı devletinin 3. Ordusu bulunuyordu. 21 Kasım’da sınırı geçerek Erzurum istikametinde ilerleyen Rus kuvvetleri, önce Köprüköy ve ardından da Azap muharebelerini kaybederek geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak Türk Ordusu da ağır zayiat verdiği için geri çekilen düşman takip edilemedi; daha elverişli bir arazide toplanmak, takviye kuvvetlerinin gelmesini beklemek ve yeni bir Rus taarruzunu karşılamaya hazır olmak amacı ile geri çekildi.

Avrupa’da savaşın mevzî harbine dönüşmesi ve Galiçya’da Avusturya’lıların Ruslar karşısında zor durumda kalmaları üzerine; Harbiye Nazırı ve Türk Başkomutan Vekili Enver Paşa, doğu cephesinde Rus kuvvetlerinin imhasını hedef alan büyük ölçüde kuşatıcı bir taarruza karar verdi. Bu amaçla 14 Aralık 1914’te Erzurum’a geldi. Taarruz için mevsimin uygun olmadığını ve bu nedenle bahara bırakılmasını isteyen 3 Ordu Komutanını görevden aldı. Ordu komutanlığını kendisi üstlendi. Savaş plânı, düşmanın cepheden ve yanlardan kuşatılarak imha edilmesi esasına dayanıyordu.

Tamamen karla örtülü çok yüksek dağlık ve yolsuz bir arazide, o günün şartları altında kış donatımından yoksun yaya ve atlı birliklerle yapılan bu hareket çok riskli idi. Nitekim Türk Kuvvetlerinin büyük bir kısmı donarak öldü. Sarıkamış’a girebilen çok az sayıda bir kuvvet de Ruslar tarafından geri atıldı. 3. Türk Ordusu tamamen elden çıktı. Bu savaşta Türklerden 60.000 asker kaybedilmiş, çok sayıda da esir verilmişti. Bu başarısızlık üzerine Doğu Anadolu’nun kapıları Rus ordularına açılmış oldu.

1915 Nisan sonlarında Rus ordusu tekrar taarruza geçti. Bu arada, Van bölgesindeki Ermeniler de ayaklanarak Türk ordusunu arkadan vurmaya başladılar. Bu durumda Osmanlı Devleti, Ermeni azınlığı, çıkartılan “Tehcir Kanunu” ile başka yerlere göç ettirerek buradaki Türk kuvvetlerinin arkasını sağlama almaya çalıştı.

1915 yılı sonunda doğudaki kuvvetlerinin sayısını 700.000’e çıkaran Ruslar karşı taarruza geçtiler ve Erzurum, Muş Rusların eline geçti. 1916 ve 1917 yıllarında cereyan eden savaşlar sonunda Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmını işgal ettiler. Ruslar, Trabzon ve Erzincan’ı aldılar. 1917 Mart’ında başlayan Rus İhtilâli, cephedeki Rus kuvvetlerini de etkilemişti. Ekim 1917’de gerçekleştirdikleri bir ihtilalle Rusya’da ‚arlık rejimini yıkarak yönetimi ele geçiren Bolşevikler, savaştan çekilme kararı aldılar. Bunun üzerine, 16 Aralık 1917’de Ruslarla Erzincan Mütarekesi yapıldı. Bu mütarekeden sonra Rus kuvvetleri Doğu Anadolu’yu boşaltmaya başladılar. Rusların boşalttığı bu toprakları bu kez Ermeni birlikleri istila etti. Ermenilerin bölgedeki Türkleri toplu katliamlarla yok etmeye başlamaları üzerine; Şubat 1918’de başlarında ileri harekata geçen Türk ordusu, bütün Doğu Anadolu’yu istiladan kurtardı.

Sovyetlerle 3 Mart 1918’de yapılan Brest Litovsk Antlaşmasıyla Kars , Ardahan ve Batum vilayetleri Osmanlı Devleti’ne geri verildi. Bölgedeki Türk kuvvetleri Azerbaycan içlerinde Bakü’ye ve Hazar Denizi kıyılarına, İran içlerinde ise Tebriz’e kadar olan geniş bir sahayı ele geçirdi. Ancak, Mondros Mütarekesi’nden sonra, galip devletlerin baskısı üzerine, Türk Ordusu harbin başladığı yere 1914 hududuna çekildi ve İstiklâl Harbinin Doğu Cephesi de tekrar bu huduttan başladı.

Çanakkale Cephesi

Çanakkale’de cereyan eden muharebeler, I. Dünya Savaşı’nın akışını değiştirmiş, sonucunu etkilemiş olduğu için ayrı bir önem taşır. Çanakkale geçilebilseydi; Rusya’daki büyük insan kaynağı İtilâf devletlerinin silah ve malzeme fazlasıyla donatılacak, Rus ordusunun taarruz gücü artırılacak, büyük bir ihtimalle savaş daha çabuk bitecek, Rusya’da ihtilâl ortamı meydana gelmeyecekti. Dolayısıyla da Rusya savaştan yenik olarak erken ayrılmak zorunda kalmayacaktı.

Türk Ordusu, Çanakkale’de kendisinden özellikle ateş gücü bakımından üstün kuvvetlerin denizden ve karadan yaptıkları saldırılara dokuz ay süreyle, ağır kayıplar pahasına mukavemet etmiş ve nihayet saldırganların cepheyi boşaltıp gitmesiyle hak ettiği zaferi kazanmıştı.

Çanakkale Cephesi’nin açılmasına gerçi Rusların isteği üzerine karar verilmiştir, ama burada bir cephe açılması çok daha önce düşünülmüştü. Balkan savaşında ele geçirdiği Ege adalarını sağlama bağlamak ve Türkleri Ege Denizinden uzaklaştırmak isteyen Yunanistan, 19 Ağustos 1914’de Osmanlı Devleti’nin henüz tarafsız bulunduğu günlerde, İngiltere’ye müracaat ederek

Çanakkale’de bir cephe açılmasını önermişti. O tarihte İngiltere, böyle bir hareketin Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesini hızlandıracağı endişesiyle bu öneriyi reddetmişti.

Türkiye savaşa girdikten sonra Kasım 1914’te İngiliz Bahriye Nazırı Churchill ve Amiral Fisher, Türk kuvvetlerinin Süveyş’e saldırmalarını önlemek amacı ile Gelibolu Yarımadasına bir çıkarma yapılmasını önermişlerdi. Fakat İngiliz savaş kabinesi bu öneriyi kabul etmemişti.

Nihayet, l915 yılı başında Avrupa’daki savaş mevzî harbine dönüşünce İngilizler, bütün kuvvetlerini Batı Cephesine yığmaktansa Çanakkale ya da Balkanlarda ikinci bir cephe açarak harbi hareket harbine çevirmeyi ciddî olarak düşünmeye başladılar. Böylece Rusya’ya lojistik destek sağlanabileceği gibi; Osmanlı başkentinin ele geçirilmesiyle Osmanlı Devleti de Alman ittifakından ayrılma mecburiyetinde bırakılacaktı. Ayrıca, kararsız durumda olan Bulgaristan’ın Merkezi Devletlere katılması da önlenecektir.

Bu arada, Türklerin Süveyş Kanalına yaptıkları taarruz başarısızlıkla sonuçlanıp, Mısır’da bulunan kuvvetlerin bir kısmının Çanakkale’ye aktarılması imkânı da ortaya çıkınca; Boğazın önce donanmayla geçilmesine ve donanma Marmara’ya girdikten sonra arkadan yetişecek kuvvetlerin boğazların ve İstanbul’un işgalinde kullanılmasına karar verildi

Deniz Harekatı

İtilâf devletleri, Çanakkale harekatına 12’si İngiliz, 4’ü Fransız olmak üzere 16 Muharebe gemisi, 6 muhrip, 14 mayın arama tarama gemisi ve 1 uçak ana gemisi ayırmışlardı. Ayrıca, 4 hafif kruvazörle 16 muhribin, 5 İngiliz, 2 Fransız denizaltısının, altı deniz uçağı taşıyan uçak ana gemisinin de bu harekata katılmasını kararlaştırmışlardı.

Çanakkale Boğazındaki Türk savunma tertibinin belkemiğini Müstahkem Mevki teşkil ediyordu. Mart 1915 başlarında Çanakkale Müstahkem Mevki emrinde 27 batarya halinde teşkilatlanmış çeşitli çapta 104 top ve bir de mayın grubu vardı. Topların bir kısmı savaş gemilerinden çıkarılmış gemi toplarıydı.

İtilaf Devletlerinin, Çanakkale Cephesi’ne ayırdıkları kara kuvvetlerinin gücü, iki tümenli bir ANZAK Kolordusuyla, iki İngiliz ve bir Fransız tümeni ve iki deniz piyade taburuydu. İtilâf devletleri daha sonra on piyade tümeniyle bir Hint tugayını bu cephede birbiri ardına muharebeye sokmuşlardır.

İtilâf Devletleri Donanması’nın Boğazlara yönelik ilk hareketi 19 şubat günü başlayan, Boğazların girişindeki müstahkem mevkilerin bombardımanı olmuştur. 25 Şubat’a kadar aralıklı devam eden bombardımanla bu bölgedeki Türk savunma bataryaları susturulmuştu. İtilâf Devletleri mayın aramatarama gemilerinin, Boğazların girişindeki tüm mayınları temizlediklerini düşündüklerinden, 18 Mart 1915’ de Müttefik Donanması’nın boğazları zorlayarak geçmesi kararını almışlardı. Müttefik Donanması’nın taarruzu 18 Mart günü başladı. Ancak, müttefik mayın arama-tarama gemileri, Türk mayın gemisi Nusret’in 8 Mart’ta döktüğü mayınları farkedememişti.

Durgun ve güzel bir havada Boğaza giren Müttefik Donanması’ndan ilk isabeti “Gaulois” isimli gemi aldı ve sulara gömüldü. Daha sonra Fransızların Suffren gemisi birkaç isabet aldı. Öğleden sonra ise, Fransız muharebe gemisi Bauvet aldığı isabetlerle birkaç dakikada battı. Bir süre sonra da İngilizlerin İrresistable gemisi etkisiz hale getirildi. Ona yardım için giden Ocean isimli gemi de savaş dışı kaldı. Her iki gemi de, açılan topçu ateşleriyle batırıldı. Türk topçu-sunun isabetli atışları düşman gemileri üzerinde büyük tahribat yapmış ve mayınlar son darbeyi vurmuştur.

Saat 18.00’de Müttefik Donanması’nın Boğazı terk etmesiyle, tarihin bu büyük “Boğaz Muharebesi” Türklerin kesin zaferiyle sonuçlandı. Yaklaşık 7 saat devam eden çok şiddetli ateş muharebesi sırasında Müttefik Donanması tonlarca mermi yağdırmıştır. Sadece İngiliz gemileri tarafından toplam 3344 top mermisi atılmıştır. Bunca ateşe rağmen, Türk kuvvetlerin zayiatı 24 şehit 43 yaralıdır. Dört ağır top harap olmuş, üç top hasara uğramış, bir cephanelik infilak etmiştir. Müttefik Donanması’na gelince; üç muharebe gemisi (İrresistable, Ocean, Bauvet) batmış, iki muharebe gemisi ve bir muharebe kruvazörü (İnflexible, Gaulois, Suffren) ağır yaralanmıştı. İnsan zayiatı ise, çoğu ölü olmak üzere 800 kişiyi aşmıştır.

Bu büyük mağlubiyet üzerine Müttefikler, Boğazı donanmayla zorlayarak geçme umutlarını tamamen yitirmiş oldular.

Kara Harekâtı

18 Mart yenilgisinden sonra müttefikler, karaya asker çıkarmak suretiyle Gelibolu Yarımadasını ele geçirmeye karar verdiler. Bu suretle, Boğazlardaki tahkimatı arkadan vurarak açabileceklerini sanıyorlardı.

Müttefik çıkarması 25 Nisan 1915 sabahı başladı. Müttefikler Saros Körfezi ve Anadolu kıyılarına yaptıkları sahte çıkarma hareketlerinde başarılı olmuşlar ve Alman komutanın dikkatini o bölge üzerine toplamışlardı. Müttefiklerin esas çıkarma yaptıkları bölgeler, Seddülbahir ve Arı Burnu idi.

Seddülbahir bölgesine çıkarma yapan İngiliz kuvvetlerine karşı, bu bölgeyi korumakla görevli bir Türk piyade taburu çok büyük bir başarı kazandı ve kıyıya çıkan düşmanlar iç kısımlara sokulmadılar. Arı Burnu’na çıkan ANZAK Kolordusu’na karşı savaşan Türk piyade bölüğü, burayı kahramanca savundu ama kendisi de tamamen eridi. Bigalı’da 5. Ordu’nun ihtiyat birliği olarak beklemekte olan Kur. Yarbay Mustafa Kemal’in kuvvetleri bu bölgeye çağrılmıştı. Kendi inisiyatifiyle aldığı kararla, bir alayını (57. Alay) çıkarma yapan düşmanların üzerine gönderen Yarbay Mustafa Kemal, kahraman 57. Alay’ıyla Kocaçimen tepesi üzerinden düşmana yaptırdığı taarruzda başarılı oldu ve düşman saldırıları durdurulduğu gibi, geri çekilmeye de zorlandı. Aynı gün öğleden sonra, 19. Tümenin diğer alayları da muharebelere katılınca Arı Burnu’na çıkan düşman kuvvetlerinin ilerlemeleri tamamen durduruldu.

Bundan sonraki günlerde ve aylarda Müttefikler, Çanakkale’deki Türk kuvvetlerini imha ederek Boğazı açmak, Türkler de Boğazı savunmak ve düşmanı denize dökmek amacıyla gittikçe artan bir gayretle savaştılar, çok kanlı muharebeler cereyan etti. Savaş bir süre sonra bir mevzi harbine dönüştü.

7-8 Ağustos l915’de Müttefik Kuvvetleri Kumandanı General Hamilton, emrine verilen dört tümenli 9. İngiliz Kolordusu’yla Anafartalar bölgesine bir çıkarma yaptıysa da Anafartalar Grup Kumandanı Albay Mustafa Kemal’in (Atatürk) komutasındaki Türk birliklerinin 9 ve 10 Ağustos günleri yaptığı karşı taarruzlar sonucunda bu çıkarma hareketi de durdurulmuş ve büyük başarılar kazanılmıştır. Bu başarısızlık üzerine İngiliz General Hamilton görevinden alınmıştı.

Kasım ayında İngiliz Savaş Bakanı Lord Kiçner, Çanakkale’ye geldi ve cepheleri gezdi. Bu sırada, Sırbistan yolu açılıp Almanya’dan ağır silahlar gelmeye başlamıştı. İşte İngilizler, Türk kuvvetleri önün-de duramayacaklarını da anladıklarından işgallerini kaldırılarak, müttefik kuvvetlerin tahliyelerine karar verdiler. Bu nedenle İngilizler, önce Anafartalar ve Arı Burnu, daha sonra da Seddülbahir bölgelerini boşalttılar ve kuvvetlerini geri çektiler.

Böylece, 18 Mart Deniz Zaferi’nden sonra yaklaşık altı aydan fazla sürmüş olan Çanakkale Cephesi’ndeki kara savaşları da Türklerin zaferiyle sona erdi.

Osmanlı Genelkurmayı, Çanakkale’deki Türk zayiatını 55.000 şehit, 100.000 yaralı, 10.000 kayıp, 21.000 hastalıktan ölüm, 64.000 hasta olmak üzere 250.000 kişi olarak göstermektedir.

İngilizler ise 43.000 ölü, 72.000 yaralı, 90.000 hasta olmak üzere 205 bin; Fransızlar ise toplam 47.000 kişilik zayiat vermişlerdir.

Çanakkale savaşları Türk Milleti’nin tarihine altın harflerle yazılmış büyük bir zaferdir. Bu zafer, en rütbelisinden en kıdemsizine kadar Türk askerinin kanıyla, canıyla kazandığı, her anı kahramanlıklarla dolu bir abidedir. Vatan sevgisinin, iman gücünün çelikleştiği ve adeta etten bir duvar örülerek “Çanakkale Geçilemez” dedirten Mehmetçiğin zaferidir.

Bu zaferin bir çok önemli sonucu vardır. Ama hiç şüphesiz ki, gelecekteki “Türk Milli Mücadelesi”nin önderi ve komutanı olacak olan Mustafa Kemal Paşa’yı ortaya çıkarmasıdır. Çanakkale Savaşları’nda büyük askerî başarılar kazanıp, haklı olarak “Anafartalar Kahramanı” adıyla anılacak olan Mustafa Kemal Paşa, bu savaşların sonunda ordu, kamuoyu ve basının yakından tanıdığı bir isim olacaktır.

Çanakkale Muharebeleri’nin diğer sonuçları da kısaca şöyledir:

1. Çanakkale geçilememiş ve müttefikler Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakamamışlardı. Bu durum savaşı en az iki yıl uzatmıştır.

2. Balkan Savaşı esnasında perişan bir vaziyette gördükleri Türk ordusunu küçümseyen, Türklerin artık bittiklerini ve yok olacaklarını düşünen müttefikler, beklemedikleri ağır bir yenilgiye uğramışlardı.

3. Türk vatanı ve başkenti İstanbul, erken gelecek olan bir istila ve işgalden kurtulmuştu.

4. Boğazları geçemeyen müttefikler, Rusya’ya silah yardımında bulunamadıkları gibi, Rusya’dan sağlayacakları tarım ürünlerini Avrupa’ya götürememişler ve Avrupa’daki açlığı ve sefaleti önleyememişlerdir.

5. 1917 ‘de Rusya’da ihtilâl çıkınca, boğazlar kapalı olduğundan İngiltere ve Fransa müttefikleri Çar’a yardım yapamamışlar ve Çarlık Rusya devleti yıkılmıştır.

6. Büyük ölçüde kendi imkanlarımızla kazandığımız bu zafer, on binlerce kaybımıza neden olsa da Türk kamuoyu ve Türk kuvvetleri için büyük bir moral kaynağı olmuştur.

Sina-Filistin-Suriye Cephesi

Süveyş Kanalı, Alman Başkomutanlığının harekât planlarındaki önemli hedeflerden biriydi. Almanlar, kanalı ele geçirmek suretiyle İngiltere’nin Hindistan’la irtibatını kesmek ve böylece İngilizlerin Hindistan’dan getirecekleri askerlerle Avrupa Cephesini takviye etmesine engel olmak istiyorlardı. Türkler de Mısır’ı tekrar etkileri altına almak suretiyle, İslâm alemindeki saygınlıklarını artıracaklarını umuyorlardı. Fakat Kanal’a taarruz edebilmeleri için 200 km. genişliğindeki Sina çölünü aşmak gerekiyordu. Bunun için, çok kuvvetli ve düzenli lojistik desteğe ihtiyaç vardı. Ancak, Türk ordusunun en zayıf olduğu noktaların başında da bu lojistik destek konusu gelmekteydi. Bu olumsuzluğa rağmen, bu cephede I. ve II. Kanal Harekâtı yapılmıştı.

I. ve II. Kanal harekatındaki başarısızlıktan sonra, İngilizler çölü geçerek Sina Yarımadasını tamamen ele geçirmek istediler. 22 Aralık 1916’da Elariş’i ele geçirdiler. Buradaki Türk birlikleri Gazze-Şeria-Birüssebi hattına çekilerek savunma için hazırlık yapmaya başladılar. Diğer taraftan, İngilizlerin teşvikiyle 5 Haziran 1916’da başlayan Arap ayaklanması, Sina yarımadası tarafımızdan boşaltıldıktan sonra daha da genişledi.

İngilizler Gazze’yi ele geçirmek için Mart 1917’de taarruz ettiler. Kendilerinden çok üstün olan İngiliz kuvvetlerine karşı Gazze’yi savunmakla görevli Türk birlikleri üstün bir savunma örneği verdiler ve İngilizler geri çekilmek zorunda kaldılar. Nisan 1917’de bu kez donanmalarının desteğiyle tekrar saldırıya geçen İngilizler II. Gazze Muharebeleri’nde de başarılı olamadılar.

Bu arada Gazze muharebelerinden kısa bir süre önce Bağdat İngilizler tarafından işgal edilmişti. Bu durum Arap ve İslâm aleminde çok kötü bir etki yapmıştı. Türkler ve Almanlar prestij kaybederken, İngilizlerin bölgedeki etkinliklerini artırmıştı. Bağdat’ın geri alınması amacıyla Galiçya, Makedonya ve Romanya’dan anayurda dönen birlikler ve yeni kurulan tümenlerden yararlanarak Halep’te 7. Türk Ordusu’nun kurulmasına karar verilmiş ve Irak’ta ki 6. Türk Ordusu’yla bu yeni kurulan 7. Ordu’nun birleştirilerek Yıldırım Ordular Grubu adıyla bir ordu grubu oluşturulmuş ve komutanlığına General Von Falkenhayn atanmıştı

31 Ekim 1917’de taarruza geçen İngiliz kuvvetleri ile Gazze-Birüssebi Meydan Muharebesi yapıldı. İngilizler Türk mevzilerini yararak kuvvetlerimizi Kudüs-Yafa hattına kadar geri çekilmeye zorladılar. Bilahare Kudüs İngilizlerin eline geçti. Bu başarısızlık üzerine, Yıldırım Ordular Grubu komutanı değişti ve bu göreve Liman Von Sanders Paşa atandı. Türk kuvvetleri yeniden teşkilatlandırıldı. 19 Eylül 1918’de büyük kuvvetlerle üç koldan taarruza geçen İngilizler Nablus Meydan Muharebesi’ni kazandılar ve cephemizi yardılar.

7. Ordu komutanı olan Mustafa Kemal Paşa, İngiliz süvarilerini Bisan’da durdurmayı başardı. Böylece, Türk kuvvetlerinin Şeria Nehri’nin doğusuna geçişini güvence altına aldı. Çekilme 10 Ekim 1918’e kadar devam etti. Bu arada Ekim başlarında Şam da düştü ve İngiliz-lerin eline geçti. Bu yenilgi üzerine Yıldırım Ordular Grubu Kumandanı Liman Von Sanders Paşa, komutayı Mustafa Kemal’e bırakarak karargahıyla Adana’ya çekildi. 25 Ekim’de Halep, İngiliz ve Arap kuvvetlerinin eline geçti. Mustafa Kemal Paşa, emrindeki kuvvetlerle İskenderun-Cerablus mevziinde İngiliz taarruzlarını durdurmaya çalıştığı günlerde Mondros Mütarekesi imzalanmış ve bu mütareke hükümleri gereğince 31 Ekim 1918’de cephelerde savaş son bulmuştu. Nitekim, Mustafa Kemal Paşa’nın savunma yaptığı bu hat, Türk İstiklâl Harbi sırasında milli sınır olarak kabul edilmiştir.

Irak ve İran Cephesi

Hint Okyanusunda kuvvetli bir devletin bulunmasını istemeyen ve Basra Körfezinin kontrolüne çok önem veren İngiltere, Alman-Türk yakınlaşmasının askerî bir ittifaka dönüşmekte olduğunu görünce; bölgede politik ve askerî bazı önlemler aldı. Türkiye’nin Almanya’nın yanında savaşa gireceğinin belli olmasıyla da Ekim 1914’te Bahreyn Adasına asker çıkardı. Irak ve Basra bölgesi, zengin petrol yatakları ve Abadan’daki rafineriler bakımından da İngiltere için çok önemliydi.

İngilizlerle Kasım 1914’de başlayan muharebelerde, Arap erlerinin firar etmesi ve Arap halkının düşmanca tavırları nedeniyle, bu bölgedeki Türk kuvvetleri İngilizler karşısında tutunamadı ve İngilizler 23 Kasım’da Basra’yı ele geçirdiler. Devam eden muharebelerde İngilizler Güney Irak’ı büyük ölçüde ele geçirdiler. Daha sonraki günlerde Türk kuvvetleri Basra’yı tekrar almak, İngilizler ise Bağdat’ı ele geçirmek amacıyla buradaki kuvvetlerin sayısını artırmaya başladılar. Eylül 1915’teki “Birinci Kutülammare Muharebelerini” İngilizler kazandı. Bu bölgedeki Türk kuvvetlerinin başında Nurettin Paşa bulunuyordu. İngiliz kuvvetlerine ise General Townshend komuta ediyordu. İngilizler yeniden bir taarruz harekatı başlatmıştı; ancak yapılan savunma ve karşı taarruz hareketi üzerine İngilizler ağır kayıplar verdiler ve geri çekildiler. İngiliz Generali bu muharebenin ilk günü akşamı hatıra defterine şunları yazacaktır “Avrupa da hiçbir asker yoktur ki, savunmada Türklerle mukayese edilebilsin. Talihsizliğimin cezasını çekiyorum.”

İngilizler, uğradıkları başarısızlık üzerine geri çekilerek tekrar Kutülammare mevzilerinde savunma yapmaya başladılar. Kutülammare’de Türk kuvvetleri İngiliz birliklerini kuşattılar. Bu kuşatma 4.5 ay devam etti. İngilizler birkaç defa kuşatmayı yarmak istemişlerse de başarılı olamadılar. Nihayet, 29 Nisan 1916 tarihinde İngiliz Generali Townshend ve kuvvetleri kayıtsız şartsız teslim oldu. Kutülammare’de, 5 General, 481 subay ve 13.300 civarında asker esir alındı. Ölenler ve teslim olanlarla birlikte İnglizler burada 40.000 den fazla zayiat verdiler.

Kutülammare’deki İngiliz kuvvetlerinin teslim olmasından sonra bu bölgede Ruslar da Bağdat’ı almak için taarruza geçmişler, Hanikin’i ve Kasrışirin’i ele geçirmişlerdi. Bunun üzerine, Irak’taki Türk kuvvetleri 6. Türk Ordusu olarak yeniden yapılandırıldı. Bir taraftan Rusların, diğer taraftan İngilizlerin taarruzları sonucunda; Ruslar durdurulmuşlarsa da İngilizler 11 Mart 1917’de Bağdat’ı aldılar. Türk kuvvetlerinin Bağdat’ı geri almak için yaptıkları muharebelerden bir sonuç alınamadı. İngilizler’de Musul’u ele geçirmek istiyorlardı, fakat yaptıkları taarruzlarda onlarda başarılı olamadılar. Bu bölgedeki Türk kuvvetleri 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’ne kadar Musul’u İngilizlere karşı başarıyla savundular. Bilahare mütarekenin imzalanmasından sonra İngilizler, mütareke hükümlerini gerekçe göstererek 3 Kasım 1918’de Musul’u işgal ederek ele geçirdiler.

Avrupa Cepheleri: (Galiçya-Romanya-Makedonya)

İtilâf Devletleri’nin Çanakkale Cephesini boşalttıktan sonra (Ocak-1916) buradaki Türk kuvvetleri serbest kalmıştı. Gerçi zayiatlardan dolayı mevcutları azalmıştı ama yine de etkili kuvvetlerdi. Üstelik zafer kazandıkları için moralleri çok yüksekti. 1916 yılı başlarında Kafkas Cephesi’nde Türk Ordusunun durumu kritikti. Aynı zamanda Ruslar karşı taarruza geçmişlerdi. Çanakkale’de serbest kalan kuvvetlerle derhal Kafkas Cephesinin takviyesi gerekirdi.

Ancak, Türk Orduları Başkumandan Vekili Enver Paşa, harbin kesin sonucunun Avrupa cephelerinde alınacağı düşüncesiyle toplam 100. 000’i aşan seçkin subay ve erlerden oluşan üç Türk Kolordusunu, Avrupa’daki cephelerin takviyesinde kullanmaya karar verdi. Enver Paşa’nın bu düşüncesi, Türk topraklarının savunulması zararına yapılmış çok büyük bir özveriydi. O kadar ki, Alman askerî heyeti başkanı Liman Von Sanders bile Türk Başkomutan Vekilinin bu kararına karşı çıkmaktan kendisini alamadı.

Nihayet, Alman Başkomutanlığı ile varılan anlaşma sonucunda 15nci Kolordunun Galiçya, 20 Kolordunun Makedonya ve 6ncı Kolordunun ise Romanya’ya gönderilmesine karar verildi. Avrupa cephelerine gönderilen bu Türk kuvvetleri; Galiçya cephesinde Ruslarla, Romanya cephesinde Romenlerle ve Makedonya cephesinde ise Sırplarla savaşmışlardır. Kendilerinden beklenilenin üstünde bir gayret ve mücadele vermiş olan kuvvetlerimiz bu cephelerde kazanılan başarılarda önemli rol oynamışlardır.

Hicaz ve Yemen Cephesi

Savaşın başında Başkomutanlığa bağlı olan bağımsız Hicaz Tümeni, 11 Ocak 1915’de 4. Türk Ordusuna bağlanmıştı. Birinci Kanal Seferine katılmak için, bu Hicaz Tümeninden “Hicaz Kuvve-i Seferiyesi” teşkil edildi. Ancak, harekâta zamanında yetişemediği için katılamadı. Bu kuvvetlerin bir kısmı Maan bölgesinde bırakıldı, kalanları ise Hicaz’a (Mekke) gönderildi.

Hicaz Cephesinde, Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’in liderliğinde, İngiliz vaadleri, kışkırtmaları ve yardımlarıyla ayaklanan Arap kuvvetleri saldırılarının büyük önem kazanması üzerine bu cephe Şam’daki 4. Ordu’dan takviye edilerek, ordu komutanlığı yetkisinde Hicaz Kuvve-i Seferiye Komutanlığı kuruldu. Bölgedeki birlikler bu komutanlığa bağlandı ve komutanlığına da 12. Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa atandı.

Fahrettin Paşa ve kuvvetleri, İngilizlerin Nablus savaşını kazanmaları ve Filistin Cephesindeki Türk Kuvvetlerinin Halep bölgesine çekilmesi üzerine, İngiliz ve Arap kuvvetleri tarafından kuşatıldığı için Medine’de mahsur kaldı. Fahrettin Paşa, Bölgedeki Türk kuvvetleri ile irtibatının kesilmesine ve hiçbir ikmal desteği almamasına rağmen bir avuç kuvvetiyle Medine’yi kahramanca savunmuş ve Çöl Kaplanı unvanını almıştır. Kuşatmadan önce, Medine’deki kutsal emanetlerin büyük bir kısmını, teşkil ettiği özel bir ekiple İstanbul’a ulaştıran Fahrettin Paşa, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra da Medine’yi savunmuş ve 13 Ocak 1919’da Medine’yi teslim etmiş ve esir düşmüştür.

Libya Cephesi Harekatı

İtalyanların Trablusgarp’i işgalleri ile başlayan Türk-İtalyan savaşı, Balkanlarda yeni bir savaşın çıkması üzerine, 5 Ekim 1912 tarihinde imzalanan Uşi Antlaşmasıyla sona ermişti. Osmanlı Devleti, bu antlaşmayla Trablusgarp ve Bingazi’yi İtalya’ya bırakmıştı. Ancak Türk subaylarının komutasındaki yerli halk İtalyanlara karşı mücadelelerini sürdürüyorlardı.

Birinci Dünya savaşının başlamasıyla, Osmanlı Devletine karşı sempatisi devam eden yerli halkın direniş ve mücadele azminin artırılması, İtalyanların bölgeden kovulması ve Mısır’daki İngiliz kuvvetlerine baskın taarruzları yapılarak Mısır bölgesine daha fazla İngiliz kuvvetinin bağlanması plânlanıyordu. Böylece Libya’da kaybedilen Osmanlı hakimiyeti yeniden sağlanacak ve Almanların diğer cephelerde karşısına daha az İngiliz kuvvetinin çıkması sağlanacaktı. Osmanlı Devleti’nin savaşa girerken 14 Kasım 1914’de ilân ettiği “Cihad-ı Ekber” bölgede duyulunca, İtalyanlara karşı yapılan direnişler arttı.

Trablusgarp cephesinde İtalyanlara karşı mücadeleler 30 Ekim 1918’e kadar devam etmişti.

Sonuç olarak; I. Dünya Savaşı’nda Trablusgarp’ta büyük sayıda kuvvetler ayırmadan, çok az sayıdaki uzman kadronun yetiştirdiği yerli kuvvetlerle, İtilâf Devletlerinin 100.000 den fazla askerîni bu cephede tutmayı başarmışlardı.​
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt