Hazar İmparatorluğu (Hazarlar)

Hazar İmparatorluğu (Hazarlar)
Ekteki resimleri görmek için kayıt olmalısınız
Hazarlar, İdil kıyıları ve Kırım yarımadası arasında imparatorluk kuran bir Türk boyudur (468-965).

Önceleri, Hazarların kaynakları ve hangi soydan geldikleri, kesin olarak bilinmiyordu. Bu konuda, değişik görüşler ileri sürülüyordu. Daha sonra incelenen Musevî, Bizans ve Arap kaynaklarına göre, Hazar ülkesinde yaşayan halkın büyük çoğunluğunun Uygur, Hazar, Bulgar, Sabir ve Peçenek gibi Türk boyları olduğu açıklandı.

Hazarların, Batı Hun Devleti'nin yıkıntıları üzerinde devlet kurdukları (468), Göktürk İmparatorluğu'nun batı kolu olarak gelişme gösterdikleri, Göktürkler ile eş kaynaktan geldikleri anlaşıldı. Türk adını almaları da bu yüzdendir.

Hazarlar, Sasanîlerle sık sık savaşırlardı. Bizans'la aralarında daha çok barışa dayanan bağlantılar vardı. 627 yılında yapılan Bizans-İran savaşında Hazarlar, Sasanîler'e karşı Bizans'ı tuttular. VII. yüzyıl sonlarına doğru, Arran Hıristiyanlarının Hazarlar üzerindeki dinî baskıları arttı. Yavaş yavaş eski dinleri olan Şamanlığı bıraktılar. İslâmın doğuşundan sonra hızla gelişen Arap saldırıları, kısa bir süre içinde Âzerbaycan'a yayıldı. İstanbul'u kuşatan Emevî ordularına karşı Bizans; Hazar ve Bulgar Türklerinden yardım istedi (718). Bizans'ın yardımına koşan Hazarlar, Arapların tepkisini üzerlerine çektiler. Bu yüzden, bu bölgeyi ele geçiren Araplar, 721-723 yıllarında Hazar topraklarına saldırdılar, başkent Belencer'i aldılar. Bunun üzerine Hazar hanı, İdil ırmağı kıyısındaki Akkale ilini başkent edindi. Daha sonra Mervan bin Muhammed, bir ordu ile Belencer'e kadar geldi, şehri yaktı. Derbend'e Arap birlikleri yerleşti. Araplar, bu saldırıların bir süre ardını bırakmadı. 737 yılında, gene Mervan bin Muhammed, yüz elli bin kişilik büyük bir ordu ile Etil şehri üzerine yürüdü. Oldukça korkulu yollardan, derin vadilerden geçen Mervan, bu ordu ile Kür nehri kıyısındaki Kasak şehrinden Hazarların, Dağıstan'daki büyük ili olan Semender üzerine yürüdü. Orduyu, biri Derbend, biri de Daryal geçidi olmak üzere iki ayrı yoldan geçirerek birdenbire Hazarlara saldırdı. Hazarlar, bu beklenmedik saldırı karşısında pek tutunamadılar. Mervan bin Muhammed, ordusunu kolayca Etil'e gönderdi, şehri kuşattı. Hazar hakanı, İdil nehrinin öteki kıyısına geçerek, tarhanlardan kurulu 40 000 kişilik bir ordu ile, Arapların nehri aşmalarını önlemek istedi. Mervan, bu çarpışma sonunda, 20 000 aileyi esir alarak Derbend taraflarına sürdü. Anberi adlı kumandanın yönetimi altına verdiği 40 000 kişilik seçme Arap ordusunu da tulumlara bindirerek nehrin doğu yakasına geçirdikten sonra, Hazar Tarhanının ordusunu dağıttı, Tarhanı öldürttü. Bunun üzerine Hazar hakanı, barış istemek ve antlaşma imzalamak zorunda kaldı. Mervan bin Muhammed, Hazar hakanına, Etil'e dönme izni verdi. Ayrıca, İslâm dinini Hazarlar arasında yaymak amacıyla Sabit el-Esadî ve Abdurrahman Hulânû adlı iki Arap hukukçusunu, Hazar hakanının yanında bıraktı. Araplar karşısında başarısızlığa uğrayan Hazarlar, VII. ve VIII. yüzyıllarda Avrupa ve Bizans ülkelerinde durumlarını korudular. Kırım ve Azak ülkelerinde daha da güçlendiler. Kırım Gotları, bu yüzyıllarda Hazarlara bağlıydılar. Başlarında Hazar hakanı tarafından tayin edilen bir vali bulunurdu. Bu genel valilere, Göktürk ve Hazar devletlerinin öteki bölgelerinde olduğu gibi, Kırım'da da tuyun adı veriliyordu. Gotlar, kendi içlerinde bağımsızdı. Daha sonraki yıllarda Hazarlar, yavaş yavaş Gotların bağımsızlıklarına son verdiler (787). Bu arada Hazarlar, Don ırmağı üzerinde, bozkır kavimlerinin saldırılarını önlemek amacıyla, Sarhil adını verdikleri bir kale yaptılar. Ukrayna'nın başkenti olan Kiev'de, Hazar hakanına bağlı üç kardeş tarafından yaptırılmıştı.

Bu ağır yenilgiden sonra, Hazarlarla Araplar arasındaki gerginlik arttı. Ast Tarkan kumandasındaki 100 000 kişilik bir Hazar ordusu, Kafkas dağlarından hızla güneye indi. Daha önce Arapların saldırısına uğrayan Ermeniye ve Âzerbaycan'a girdi (765). Bütün şehirleri yağma etti. 100 000 Müslümanı esir alarak götürdü. Bununla, Hazar kumandanı, otuz yıl önceki ağır yenilginin öcünü aldı. Güneyde Araplara yenilen Hazarlar, batıda, özellikle Avrupa devletleri karşısında önemli bir varlık olarak kaldılar. 787 yılında Gotların Kırım'daki kalelerini alarak, oradaki hakimiyetlerine son verdiler. Araplar gibi, Bizanslılar da Hazarlarla birtakım akrabalıklar kurma yoluna gittiler. İmparator II. Justinianus, Hazar hakanının kızkardeşiyle; İmparator V. Konstantinos, bir Hazar prensesiyle evlendi. Halife Harun Reşid zamanında, Hazar hakanı ve yakınları Musevî dinine girdiler.

Hazar İmparatorluğu, bir yandan Norman-Rus, bir yandan Selçuklu ve Kıpçak saldırıları sonucu sarsıldı. Gittikçe kuvvetlenen Ruslar, Kiev'i Hazarların elinden aldılar (866). Bu olaydan sonra Rusların, Hazar topraklarına yaptıkları akınlar sıklaştı. 965 yılında Svyatoslav kumandasındaki bir Rus ordusu, bütün Hazar şehirlerini yakıp yıktı. Dağılan Hazar halkı, bazı adalara sığınmak zorunda kaldı. Hazarlar, bir süre sonra Azak ve Kırım'da küçük prenslikler kurarak yaşamaya başladılar. Bizans'ın yardımıyla Ruslar, buraları da kendi topraklarına kattılar (1016). Aynı yıllarda, Aşağı İdil ve Terek'teki Hazar devletleri de Oğuz (Selçuklular) ve Kıpçakların saldırıları sonunda ortadan kalktı. Geniş bir alana yayılan Hazarlar; Kıpçaklar, Peçenekler, Oğuzlar gibi yeni Türk boylarına karıştılar. Altınordu hakanı Sürbidey Noyan, Etil şehrinde bağımsız yaşayan Hazarların hakimiyetine son verdi (1299), şehrin yakınlarında, Altınordu Devleti'ninin başkenti olan Saray'ı kurdu. Hazar kağanları, sırasıyla şunlardır: Bulan (620-?); Ubaca; Hızkiya; Menaşe I; Hanuka; İshak; Sabulon; Menaşe II; Nisi; Harun I; Menahem; Benyamin; Harun II (?-931); Yusuf (931-965).

Ekteki resimleri görmek için kayıt olmalısınız


Medeniyet

Bazı kaynaklara göre Göktürk, bazı kaynaklara göre Rus veya İbranî yazısı kullandıkları söylenen Hazarlardan günümüze kadar, ancak iki adet yazılı belge kaldı. Bunlardan birisi, Hazar hakanı Yusuf bin Harun tarafından, Endülüslü Musevî devlet ve bilim adamı Hasday bin İshak bin Şaprût'a gönderilen mektuptur (960). Öteki ise bilinmeyen Hazarlı bir Musevî tarafından, hakan Yusuf zamanında (931-965) yazılan bir mektubun, Mısır'da Keniset-el-Şâmi'de bulunan parçalarıdır. Birinci mektupta, hakan Yusuf, şeceresini saymakta, Musevî dinine girmekle ilgili bilgiler vermektedir. Mektupta ayrıca, Hazar ülkesinde yaşayan boyları, bunların yaşayış tarzını anlatan cümleler vardır. Mektuptan anlaşıldığına göre Hazarlar, yarı göçebe, yarı şehir hayatı yaşarlardı. Nitekim, bu bilgileri bazı Arap kaynakları da doğrular. Genellikle yazın çadırlarda, kışın şehirlerde oturuyorlardı. En ünlü şehirleri, Etil, Saksın, Belencer, Sarkil ve Semender'di. Başkent Etil'in, İdil ırmağı kıyısında kurulduğu sanılır. Şehrin batı kesimine Etil (Sarığşın da denir), doğu kısmına Hazarân (Hanbalığ da denir) deniliyordu. Irmağın ortasında, şehrin iki yakasına dubalı köprülerle bağlı bir ada vardı. Şehrin batı bölümü, doğu bölümüne göre daha genişti. Burada hakanın tuğladan yapılmış sarayı vardı. Şehrin uzunluğu 25 km idi ve dört kapılı bir surla çevrilmişti. Şehir, dağınıktı. Evler, Türklerin derme evleri (hargâh, büyük çadır da denir) denen, ağaçtan yapılmış ve üstleri keçe ile örtülü türdendi. Onlar, bu evlere odâde adını veriyorlardı. Pek azı kerpiçten yapılırdı. Hakandan başka hiç kimse tuğla ev yapamazdı. Şehirde ayrıca çarşı ve hamamlar vardı. Sarkil şehrinde yapılan son kazılardan, şehrin dikdörtgen biçimli; ev yapımında kullanılan tuğlaların, Asya kaynaklı olduğu anlaşıldı.

Hazar hakanları, savaşlarda, odâde denilen, çadırlı bir arabaya binerlerdi. Arabanın her tarafı halılarla döşenir, üzerinde sırmalarla örtülü bir kubbe yükselirdi. Kubbenin üstünde, altından yapılmış bir armut bulunurdu. Gelinlerin çeyiz arabaları da, hakanın savaş arabasını andırırdı. Bu arabaların on tanesinin kapıları altın ve gümüş levhalarla kaplı olurdu. Arkadan gelen 20 araba ile her türlü çeyiz eşyası, altın ve gümüş kaplar taşınırdı. Hazarlar, ölülerini suya atarlardı. Bazı söylentilere göre sonraları, ölüleri yakmağa başladılar. Bir hakan öldüğünde her birinde birer kabir bulunan 20 odalı bir ev yapılırdı. Kabirler, ufalanmış taş tozu ile döşenir, içine kireç veya mine konulurdu. Gömme işi bittikten sonra, hakanı gömenler de öldürülerek, öteki odalara gömülürlerdi. Bu iş, hakanın hangi odaya gömüldüğünün bilinmemesi için yapılırdı. Bu geleneğin, Hunlar'da da sürdürüldüğünü gösteren belgeler vardır. Hakanın kabir odası, baştan başa, altınla işlenmiş kumaşla örtülür; bütün işler bittikten sonra suyun altında kalacak şekilde, nehrin suyu kabir eve boşaltılır ve yapı iyice su altında kalır; böylelikle artık, hakanın cesedine insan, şeytan, kurt ve böceklerin zarar veremeyeceğine inanılırdı. Hazar hakanlarından hiçbirinin mezarının bulunamayışı, kendilerinin bu gömme geleneği yüzündendir.


Ekonomi

Etil şehri, Güneydoğu Avrupa ile Asya arasındaki bir alışveriş merkeziydi. Bu şehirde, çeşitli dinlere bağlı yerli halktan başka, ticaret için gelmiş yabancılar da otururlardı. Şehir pazarlarında, çeşitli ülkelerden, çeşitli yerlerden gelen mallar değiş-tokuş edilir, satılırdı. Saksın şehrinde alışveriş, kurşun paralarla yapılırdı. Ayrıca, ekin denilen kumaş paralar (kâğıt para benzeri) da kullanılırdı. Hazarların başlıca ihraç malı, bir çeşit tutkaldı, öteki ticaret mallarının çoğu, Rus ve Bulgar ülkelerinden gelen maddelerdi. Büyük şehirlerin çevrelerinde geniş bahçe ve bağlar vardı. Yerli halk, yazın çadırlarda şehir dışına çıkar, tarımla uğraşırdı. Hazarların, milletlerarası ihraç malları arasında, Hazar süngüleri, Hazar eğerleri, Hazar zırhları önemli yer tutardı. Hazar kılıçları, Ruslar arasında da biliniyordu. Hakanlar, Bulgar ilteberliğinden her evden, her yıl bir samur vergisi alırlardı. Ayrıca, ticaret kervanları ve gemileri, onda bir oranında vergi öderlerdi. Hazar Denizinden gelen gemilerden de gümrük vergisi alınırdı.


Din

Hazarlar, uzun zaman, Şaman dinine bağlı olarak yaşadılar. Ancak, Bizans ve Araplarla olan sıkı ilişkiler, hakanlarla soylu ailelerin Musevîliği benimsemeleri, her üç dinin de ülkede yayılmasına yol açtı. Müslümanlığı da (732-800), Musevîliği de (800-965) resmî din olarak benimsemişlerdir. Hıristiyanlık, resmî din olmadı, ancak, Arran metropoliti İsrail'in çalışmaları (677-703) sonucu, bu din de ülkede geniş ölçüde yayıldı. Halk, daha çok Müslüman ve Hıristiyan; hanlar, tarhanlar ve onlara yakın çevreler Musevî idi. Hazar'da yedi başkadı vardı. Bunlardan ikisi Müslümanların, ikisi Hıristiyanların, ikisi Musevî Hazarların, biri de öteki dinlere bağlı olanların işlerini görüyorlardı. Başkent Etil'de (X. yüzyıl), 10 cami vardı. Müslüman halkın sayısı 10 000 kadardı. Genellikle Bizans sınırındaki ve Kırım'daki Hazarlar Hıristiyan, Dağıstan ve Aşağı İdil'de oturanlar Müslüman idi. Hıristiyanlar (VIII. yüzyıl), teşkilât olarak yedi piskoposluğa ayrılmışlardı.


Yönetim Şekli

Hazarların devlet teşkilâtında, çifte krallık düzeni uygulanıyordu. Devlet başkanı olan hakan, doğrudan doğruya devlet işlerine karışmıyor, devleti sembolik olarak temsil ediyordu. İdare, onun nâibi olan Hakanbeh'in elinde bulunuyordu. Ancak, hakanbehi değiştirmek, görevinden almak, her zaman, asıl hakanın yetkileri arasındaydı. Buna karşılık, orduları, ülkeyi yöneten, savaş açabilen, hakanbeh idi. Vilayetlerle ilgili işler, memleketin adalet ve iç işleri de onların elindeydi. Büyük hakan da denilen asıl hakanın saltanat süresi, kırk yılı aşamazdı. Bu süre içinde hakan, kendiliğinden ölmezse, maiyeti "bunadı", "aklı azaldı" gerekçesiyle onu kendi elleriyle öldürürlerdi. Hakan, düşmana karşı giden ordudan kaçıp dönenleri cezalandırır, ordu savaşta yenilirse, Hakanbeh'in gözleri önünde, onun kadın ve çocuklarıyla mallarını başkalarına dağıtırdı. Hakanbehlere, tarkan, yabgu da denilirdi.
 
Hazar Hakanlığı



Hazarların Kökeni ve Dili


Doğu Avrupa’da ilk muntazam devlet kuran kavim Hazarlar’dır. Hazarlar, Orta Asya’da halis bir Türk kavmi idiler. 7.-10. yüzyıllarda kuvvetli teşkilatı, canlı ticarî faaliyeti, dinî hoşgörüsü ve iktisadî refahı ile Kafkaslar ve Karadeniz'in kuzey düzlüklerinde İtil (Volga)'dan Özü(Dnyeper)'ye, Çolman(Kama)'a ve Kiyef'e uzanan sahada siyasî istikrar sağlayan Hazar hakanlığı Doğu Avrupa tarihinde büyük rol oynamış en mühim Türk devleti olarak görünmektedir.

Hakanlığa ad veren Hazarların (Arapça’da al-Hazar, İbranicede Hazar, Kozar, Latincede Chazari, Gazari, Grekçede Khazaroi, Rusçada Kozar, Kozarin, Macarcada Kazar, Kozar, Ermenicede Hazir-k, Gürcücede Hazar-i), Sabar Türklerinin devamı oldukları İslam tarihçisi el-Mes'üdî'nin (10. yüzyıl) bir kaydı ile de kuvvet kazanmıştır. Ona göre, İranlıların "Hazar" dedikleri topluluk Türkler tarafından "Sabar" (Sebir) diye anılır. Sabar adı yerine Hazar tabirinin hemen aynı manaya gelmesi de bunu teyid eder.

Hazarları meydana getiren ahalinin yalnız eski Sabar Türkleri'nden ibaret olmadığı, aslen Sabar olan Semender ve Belencer adlı iki Hazar boyundan başka, hakanlık topraklarında yaşayan zümreler arasında çeşitli Türk guruplarının yer aldığı da şüphesizdir. Hazar ülkesinde Y'li (doğu) Türkçe (Hun, Gök-Türk, Uygur lehçesi) yanında R'li (batı) Türkçe (Ogur-Bulgar lehçesi) de konuşuluyor, ayrıca Fin-Ugor (Macarca) ve diğer mahallî diller kullanılıyordu.

Bu, bölgede cereyan eden tarihî hadiselerin tabiî sonucu idi: Hazar devletinin ana toprakları durumunda olan Itil-Kafkaslar-Don arası saha, doğudan batıya gelişen büyük göç hareketlerinin yolu olduğu için, Hunlardan, Ogurlardan, Fin-Ugorlardan. Avarlardan burada kalan kütleler hayatlarını devam ettiriyorlardı.



Hazar Coğrafyası

Hazarlar’ın işgal ettikleri saha jeopolitik bakımdan çok mühimdir. Burası: İdil, Yayık, Kuban ve Don (Ten) gibi, dört büyük nehrin mansabında, Çin- Türkistan- Karadeniz- Bizans- Önasya- İran- Harzem- Suriye- Mezopotamya- Kafkas- Şarkî Avrupa- Hazar- Skandinavya yollarının birleştiği bir saha idi.

Hazar memleketine Kama ve Orta İdil havzasından her nevi hububat, kıymetli kürkler, bal ve balmumu, kereste, Yayık boyunca cenubî Ural’dan muhtelif madenler, Çin ve Türkistan’dan ipek ve pamuklu dokuma, İran ve Bizans’tan endüstri (sanayi) mamulâtı, Slav ve Skandinavya memleketlerinden muhtelif eşya ve esir gelmekte idi.

Büyük kara ve nehir-deniz ticaret yollarının geçtiği bir yerde oturan Hazarlar erken yerleşik bir kavim oldukları gibi, devletin esas iktisadî bünyesi ticarete istinat etmeğe başlamıştır. Az bir zaman içinde büyük ticaret merkezleri-şehirleri- kurulmuştur; meselâ: İdil nehrinin mansıbındaki İtil, Şimalî Kafkasya’daki Semender ve Derbent, Yayık nehri mansıbındaki (?) Saksin, Kuban mansıbındaki Tamatarhan, Don boyundaki Sarkel (Ak-şehir) kalesi, adları malûm belli başlı Hazar şehirleridir; bunlardan başka diğer büyük ve küçük şehirler olduğu da zannedilmektedir.

Şehir hayatı süren, yani yüksek bir maddî ve manevî medeniyete sahip, ticaretle meşgul ve aynı zamanda ziraatı da ihmal etmeyen yani toprağa bağlı bir Türk kavmi, en geç M.S. VI. yüzyılda İdil’in orta ve aşağı mecrası ile şimalî Kafkasya ve Don boyunca elinde tutmakta idi.


Gök-Türklere Bağlı Hazarların Bizans’a Yardımları

558'den sonraki yıllarda Sasanîlerle savaşa girişmiş Kafkaslar hakimi bir kavim olduğu bildirilen Hazarlar (daha doğrusu Sabarlar) "Hazar" adı ile 586'da Bizans'da iyice tanınmış bulunuyorlar, fakat aynı zamanda "Türk" diye anılıyorlardı. Çin kaynaklarında ise "Türk-Hazar" (T'u-küe Ho-sa-K'o-sa) adı ile zikredilmişlerdir. Bu son iki kayıt Hazar ülkesinin 576 yıllarında hakimiyeti Karadeniz'e ulaşan Gök-Türk imparatorluğu sahası içine alındığını göstermekte ve topluluk adları kullanılışında Türk geleneğine uygun düşmektedir.

Böylece, Hazarlar, Gök-Türk hakanlığının batıda en uç kanadını meydana getirmişlerdir. Ermeni tarihçisi rahip Sebeos (VII.asır)'a ve İslam kaynaklarına göre, Gök-Türk hanedanı Aşına ailesinden bir başbuğun idaresinde bu durum 7. yüzyılın 2. çeyreğine kadar devam etmiş ve Hazarlar Batı Gök-Türk hakanının iradesi ile Sasanîlere karşı Bizans'a yardımda bulunmuşlardır. Hazarların Derbend'i geçerek Gürcistan'a girip Tiflis'i kuşattıkları ve Azerbaycan'a akınlar yaptıkları 626 yılına doğru, kendisi doğu Karadeniz sahillerinde bulunduğu sırada, başkenti Sasanî-Avar muhasarasına alınmış olan Bizans imparatoru Herakleios, Tiflis önlerine gelerek, Hazar hükümdar-başbuğu -ihtimal Batı Gök-Türk hakanı Tong Yabgu'nun küçük kardeşi "Yabgu" ile vardığı anlaşma sonucunda sağladığı 40 bin atlının desteği sayesinde İran içlerine yürümeğe muvaffak olmuştu.

Bu münasebetle Anadolu İranlıların istilasından kurtarılmış, Sa-sanîler artık büyük devlet olmaktan çıkmış ve Hazar kumandanı Çorpan Tarhan'ın başarı ile harekatı yürüttüğü bu sıralarda "Yabgu" da Tiflis'i zaptederek (629) bazı Ermeni kütlelerini himayesine almıştı.



Hazar Hakanlığının Kurulması

Hazar tarihinin gerçek hakanlık devresi 630'dan itibaren başlamaktadır. Bu tarihte Orta Asya'da Gök-Türk hakanlığının Çin hakimiyetini tanıyarak bir fetret devresine girmesi üzerine, kendi topraklarında kendi başlarına idareler kurmağa girişen birçok Türk topluluklarında görüldüğü gibi, Hazarlar da, müstakil hakanlık olarak devletlerini geliştirdiler. Başarı için gerekli siyasî ve iktisadî şartlar mevcut bulunuyordu.


Hazar-Bizans İlişkileri

Hazar Devleti, İran karşısında Bizans'ın en iyi müttefiki durumunda idi. Türk-Bizans işbirliği sayesinde zayıflayan Sasanî imparatorluğu 634-637'lerde İslam kuvvetleri tarafından çökertilip İran toprakları Arapların eline geçerek, İslam ileri harekatı bir yandan Ermeniye yolu ile Kafkaslar'a doğru, bir yandan da Suriye üzerinden Anadolu içlerine doğru gelişmeye başlayınca, bu ittifak tabiî bir hal aldı. 7. asrın 2. yarısından itibaren gittikçe kuvvetlenerek 8. yüzyıl boyunca devam eden siyasî menfaatler ortaklığı, iki tarafın hükümdar aileleri arasında evlenmelere varacak ölçüde değer ve ehemmiyet kazandı. İmparator Justinianos II (685-695 ve 705-711) ve Konstantinos V (741-775) Hazar prensesleri ile evlendiler.

Konstantinos'un prenses Çi-çek'ten doğan oğlu, tarihte "Hazar Leon" lakabı ile tanınan imparator Leon IV (775-780) Hazar hakanının torunu oluyordu. Bu suretle imparatorlar, aynı zamanda kendi siyasî-askerî iç meselelerinin hallinde Hazar yardımından faydalanıyorlardı. Hazar Leon'un karısı İren'in, daha sonra, "Augusta" veya bir imparator naibi olarak değil, fakat tek başına ve tam salahiyetli "Basile-us" kabul ve ilan edilmesi gibi Bizans ve Roma tarihinde ilk defa görülen hadise herhalde Hazar-Türk tesiri ile izah edilebilir.



Araplarla Mücadele

665'i takip eden yıllarda, Karadeniz kuzeyindeki "Büyük Bulgarya" devletinin kuvvetli Hazar genişlemesi karşısında dayanamıyarak parçalanması neticesi, Dnyeper'e kadar uzanan düzlükler Hazarlara geçmiş ve hakanlık Kafkasların güneyinde de İslam ileri harekatına karşı yolları kapamıştı. Araplarla Hazarların mücadeleleri şiddetli ve devamlı oldu. İlk büyük taarruz Halife Osman zamanında H. 31 (651-652)'de Selman b. Rebîa kumandasında yapıldı. Derbend'i aşarak Hazar başkenti Belencer'e kadar sokulan Arap kuvvetleri geri püskürtüldü ve Hazarlar güneye doğru Ermenistan'a girdiler.

Bundan sonra, yarım asırdan fazla devam eden sınır boyu çarpışmalarını Arapların büyük çapta harekâtı takip etti. Bu seferlerin başında Emevîlerin ünlü kumandanlarından Mesleme Abd'il-Melik (Halîfe Velîd 1 -705-715-'in kardeşi) bulunuyordu. Derbend havalisine kadar uzanan (707-710, 711 yılları) Mesleme 714'de Derbend'i zaptetti ise de, kendisinin Istanbul'a yürümek üzere Kafkaslar'dan ayrılmasından sonra, Hazar taarruzu karşısında Arap kuvvetleri geri çekildi. 722 yılında, Ermeniye valisi el-Carrah'ül-Hikemî Hazar ülkesinde büyük başarı kazandı.

730'a kadarki karşılıklı akınlar sonucunda Araplar tekrar Azerbaycan'a gerilediler. Fakat en mühim başarılarını Ermeniye ve Azerbaycan valisi Mervan b. Muhammet (sonradan halife)'in 737'deki harekatı ile elde ettiler. Bu münasebetle hakanın İslamiyeti kabule zorlandığı söylenir; ancak rivayete göre, az sonra o yine eski dinine dönmüştür. İslam halifeliğinde Abbasîlerin iktidara gelmesi ile nıücadele hızından kaybetti. Mühim olmak üzere 8. asrın 2. yarısında, 760'lardan sonra, Hazarların Tiflis'i tekrar ele geçirip Ermeniye bölgesine girmeleri zikredilmeğe değer.

Bu savaşlar dolayısiyle belirtildiğine göre, halîfe El-Mansür tarafından H. 141 (758)'de Daryal'da kurulmuş olan Ermeniye vilayet merkezinde vali Yezîd b.Useyd, hakanla uzlaşmak için, halîfenin arzusu gereğince bir Hazar prensesi ile evlenmek istemiş, tarhanlar refakatinde ağır çeyizi ile Berdaa (vilayet merkezi)'ya getirilen kızın doğum esnasında çocuğu ile ölmesi, hakanı bunun gerçekte bir ihanet sonucu olabileceği düşüncesine sevkederek harp sebebi sayılmış ve As-Tarhan kumandasındaki Hazar ordusu hilafet topraklarına yürümüştür.



Hazar Devletinin Gelişmesi

İslam hilafet imparatorluğunun en kuvvetli devirlerinde Arap ordularına karşı gösterilen bu çetin mukavemet Hazar devletinin kudretini bir kere daha ortaya koyar. Hakikaten 8.-9. asırlarda hakanlık, îslam müelliflerinin ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, Çin ve Bizans ile denk ayarda olmak üzere, Doğu Avrupa'nın en büyük siyasî teşekkülü durumunda idi. Sınırları bilhassa batı ve kuzey yönünde genişlemiş, Kuzey Kafkaslar'da "Serîr" ülkesi "Avarlar", Alanlar, On-ogurlar ve Kafkaslar'ın dağlı kavimleri, Kırım'da Gotlar, İtil Bulgarları, Volga civarında Fin-Ugor Burtas'lar ve başka çeşitli Fin kolları, Desna ırmağı ile orta Dnyeper çevresindeki İslav kütlelerinden Radimiçler, Vyatiçler, Severianlar, Polianlar vb., Kuban havalisindeki Macarlar ve Kiyef ile dolayları, hakanlığın idaresine girmişlerdi.

Böylece, 9. asır sonlarına ait bir kaynakta (Eldad ha-Dani) hakanı "25 kral"ın başında olduğu söylenen Hazarlara bu siyasî gücü sağlayan başlıca imkanlardan biri, hakanlığın, coğrafî mevkii itibariyle Orta çağ’ların belki en canlı ticarî faaliyet bölgesinin merkezinde yer almış olması idi. Hazar ülkesine İskandinavya'dan, Volga ve Kama boylarından bilhassa kürkler (samur, kakım, sansar, zerduva, tilki vb.) ve diğer ticarî mallar (balmumu,tutkal), Çin'den ve Türkistan'dan ipek ve kumaşlar, Bizans'tan türlü sanat ve süs eşyası geliyor, İtil ve başka Hazar şehirlerinde pazarlanıyor, bu çeşitli ve zengin emtia Orta Asya-Doğu Avrupa-Yakın-doğu kıtaları arasında bir yandan diğer yana akıyordu Hazar hakanlığı, devlete yüksek gelir sağlama bakımından bu büyük ticarî faaliyeti teşkilatlandırıp emniyet ve kontrol altına almak suretiyle en iyi şekilde değerlendiren bir siyasî birlik olarak Türk devletleri arasında seçkin bir yere sahip olmuştur.



“Hazar Barışı” (Pax Khazarica)

Kaynaklarda açıklandığına göre, Hazar hakanlığı refah içinde idi. İbn Fadlan (M.922) Hazarların bal, mum, un, kadife ve kürk ticareti yaptıklarını, Gerdîzî (M. 1048) arıcılık ve balmumu ticareti ile uğraştıklarını söylemekte, İstahrî (M. 930-933) Hazar devlet hazinesinin kaynakları olarak, ülkeye giriş noktalarında ve kara, deniz ve nehir yollarının belirli yerlerinde elde edilen gümrük resimleri ile tacirlerden alınan 1/10 vergileri zikretmekte, el-Mes'üdî (M. 944) Hazarların denizde ve nehirlerde gemiler işlettiklerini bildirmektedir.

Aynı kaynaklara göre Hazar ülkesinde tarım için verimli topraklar ve pek çok meyve bahçeleri bulunuyor ve bunlar "hayata kolaylık getiriyordu". Mevcut imkanlar dolayısiyle Hazarlar şehirler de kurmuşlardı. Bunların en mühimi başkent İtil şehri idi. Öteki büyük şehirler, Belencer etrafında 4 bin kadar bahçesi ile Semender (Dağıstan bölgesinde deniz kenarında), Kuban'ın Karadeniz'e döküldüğü yerde Tamtarkan; Taman Tarhan adından), Volga kıyısında Sarıgşın (Arap kaynaklarında, Al-beyza). Bugünkü Türkçe ile "Ak-şehir" diyebileceğimiz Sarıgşm, başkent İtil'in bazan "Hazaran" denilen doğu kısmı idi. Başkentte hakanın oturduğu batı semtine "Han-balıg" (Han-şehri) adı verilmişti.

Başta kagan (hakan) veya Yilig (elig) ile bey (beh, peh)in bulunduğu, şad'lar tarhan'lar tudun'lar idaresinde olarak, eski Gök-Türk teşkilatını devam ettiren Hazar devleti kuvvetli ordusu ile hakim olduğu geniş sahada asayiş ve ulaşım güvenliği temin ederek 7.-9. yüzyıllar boyunca, Doğu Avrupa'da tam manasıyla bir "Hazar Barışı" ("Pax Khazarica") çağı gerçekleştirmişti. Hatta bu maksatla herhangi bir dış saldırıyı vaktinde önlemek için Bizans'tan getirilen ustaların yardımı ile 835'de ünlü Şarkel kalesi yaptırılmıştı. Rus kroniklerinde Bela Vedza (Beyaz kale) olarak zikredilen bu kale beyaz taştan ve tuğladan inşa edildiği için batı Türkçesi ile Şarkel (ak-ev=ak-kale) diye adlandırılmıştı.



Hazarların Dini

"Hazar Barışı" ulaşımı hızlandırmış, mal mübadelesini artırmış, dolayısiyle hakanlık Doğulu, Batılı milletlerden kütleler halinde ticaret ve sanat erbabının kaynaştığı bir ülke haline gelmişti. Bu sebeple, konuşulan çeşitli diller yanında değişik yazılar (Gök-Türk, Arab, İbranî, Kyrill) kullanılıyordu. Ahali de çeşitli dinlerde idi. Hazarlar aslında eski Türk-Bozkır dini olan, Tanrı'nın birliği inancına dayalı, Gök Tanrı ("Tengri-Han") itikadında idiler.

Fakat milletlerarası sıkı münasebetler sonucunda ülkede İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevîlik de yayılmış olup, her cemaat tam bir vicdan hürriyeti içinde kendi dininin ibadet ve ayinlerini icra etmekte idi. Kaynaklara (İstahrî, M. 932, el-Mes'üdî, M. 944, İbn Havkal, M. 977) göre, Hazar şehirlerinde camiler, kiliseler, sinagoglar yanyana bulunuyordu. İslamlığın (9. yüzyıl ortalarında) Harezmliler aracılığı ile yayıldığı, Ortodoks Hıristiyanlığın Bizans'tan geldiği (8. yüzyıl son çeyreğinde) ve Hazar hakanının isteği üzerine meşhur İslav "apostol"u Kyrill (Kyrillos)'in başkent İtil'i ziyaretinden (861-862) sonra arttığı anlaşılıyorsa da, Musevîliğin, üstelik yalnız hakan ve ailesi ile idareci zümre dini olarak, ne zaman ve ne suretle kabul edildiği tam kesinliğe ulaşmış görünmüyor.

Hazarların Musevîliğe dönmesi umümîyetle Bulan adlı hakana bağlanmakta ve çeşitli tarihler verilmektedir. Son araştırmalarda Bulan'ın 8. yüzyılda Khersones'de (Güney Kırım'da) din değiştirdiği ileri sürülmüştür. Bazı İslam müelliflerine (el-Mes'üdî) göre, Hazarlar Abbasî halîfesi Harunu'r-Reşîd zamanında (786-809) Musevîliğin bir mezhebine girmişlerdir. "Karay" denilen bu mezhep, Musa'nın talimlerini ihtiva ettiği sanılan "Talmud"a fazla itibar etmeyen ve halkı bazı İslamî unsurlarla karışık bir itikat olup, Hazarların da kısa zaman içinde iyice Talmudculuğa yaklaştıkları söylenir.

960 yıllarına doğru Endülüs Emevî devletinde Musevî nazır Hasday b. Şaprut'un Kurtuba'dan Hazar hakanı Yasef'e gönderdiği mektup ile hakanın İbranîce yazdığı rivayet edilen cevap da meseleye tam bir aydınlık getirmemiştir. 16. asırda Mısır'da ele geçirilerek İstanbul'da yayınlanan (1577) bu "yazışma" ("Correspondence Kha-zare")'nın ilmî yayınlara ve açıklamalara konu olan metni (en iyisi, P. P. Ko-kovtsov, 1932, Leningrad) hakkındaki tenkidler vesikanın gerçekliği hususunda ciddî şüpheler uyandırmış ise de, içinde verilen bilginin birçok bakımlardan doğruluğu ortaya konabilmektedir.

Netice olarak, Karay dini mensuplarının (Karaimler) Hazar ülkesinde gittikçe kalabalıklaştığı ve hatta zamanımızda Kırım'da, Lehistan'da ve Türkiye'de (İstanbul'da) yaşayan Karaimlerden hiç olmazsa ana dilleri ve dinî lisanı Türkçe olan cemaatlerin Musevî Hazar Türklerinin ve belki kısmen Karaim Kumanların torunları oldukları anlaşılmaktadır.



Hazarların Slavlar Üzerindeki Etkisi

"Hazar Barışı"nın sağladığı sükünet ve huzurla gelişen ticarî faaliyet, tarihin mühim hadiselerinden biri olmak üzere, Rus-İslav devletinin teşekkülüne yardım etmiştir. İskandinavya-Bizans ticaret yolu üzerinde, ormanlarında kıymetli kürklü hayvanları ve orman-bozkır sınırı boyunca arıları bol bölgelerde oturan, daha çok avcılık ve bal istihsali ile uğraşan İslav-Fin karışımı kabileler, aynı ticarî maksatlarla buraya gelen İskandinavya'lı gözü pek denizci Vareg (Norman)'lerden Rus (Ross, Rhos<Rodh=gemici, eski İsveç dilinde) diye adlandırılan maceracı bir grubun idaresine girmişler ve Hazar örneğine uygun bir siyasî yapı kazanmağa başlamışlardı (9. asrın ilk yarısı).

İlmen gölü çevresinde yerlilerden aldıkları kürk, bal, balmumu gibi mallar sayesinde Bizans ile alış-verişe girişen Vareg-Ruslar o civarda bazı kasabalar da kurmağa çalışıyorlardı. 9. yy. 2. çeyreğinde İlmen'in kuzeyindeki Novgorod şehrinin, Rurik adlı bir Vareg-Rus'un knezlik (beylik) merkezi olduğu ve bu "knez" (kelime aslen Germence'dir)'in oralardaki bazı İslav kabileleri tarafından "hükümdar olması için" nasıl davet edildiği Rusların "ilk kronik" (Nestor Tarihi. 12. asrın ilk çeyreği)'inde efsane vasfında anlatılır.

Devletini kurmuş olan Rurik, Hazarlara bağlı orta Dnyeper sahasındaki Hazar merkezi (kalesi) Sambata'ya gelerek, (862'de) tabilik statüsü altında, ticarî-siyasî faaliyetlere girişmiş ve Rurik'den sonra halefi Oleg, aynı yerde o sıralarda gelişen Kiyef şehrini kendi hakimiyetine geçirmeğe muvaffak olmuştur (882). Bu münasebetle adı ancak Türkçe ile açıklanabilen Kiyefin, Sambata gibi, Türkler tarafından kurulduğu ileri sürülmüştür. Bu devirde Rus knezliklerinde Türk tesirleri açıktır. Daha 839'da ilk kurulan "Rhos" (Rus) birliğinde başkanın unvanı "chacanus" (khakanus=hakan) idi.

988'de Hıristiyanlığı kabul eden prens Vladimir ve sonra knez Yaroslav (1036-1050) hala resmen "kagan" unvanını taşımağa devam ediyorlardı. İbn Rusta (920'lerde) Gerdîzî ve Frank kroniği (Annales Bertiniani 839’dan) ve Metropolit Hilarion (11. yüzyıl) hep Rus "hakan"larından bahsederler. 10 yüzyılda Kiyef şehrinin bir kısmı "Kozari" diye anılmakta idi. Kiyefe Türkçe "Mankermen" (=büyük hisar) de denilmiş ve Moskova'daki Kremlin (=hisar, kale) sarayı adının Türkçeden geldiği belirtilmiştir. İlk Rus kanunnamesi "Russkaya Pravda"'da "drujina" (idareciler) ile teb'a münasebetlerinin açıklanmasında adeta bir Hazar-Türk topluluğunu sezinlemek mümkün görülmüştür.



Hazarların Macarlar Üzerindeki Etkisi

Hazar hakanlığı Macar (Magyar) devletinin de gerçek kurucusu durumundadır. Aslında Urallı (Fin-Ugor) bir kavim olarak, Vogul ve Ostiyaklarla yakın akraba bulunan Macarlar Ural dağlarının ormanlık yamaçlarındaki eski yurtlarından bozkırlar çizgisine inerek, buradaki Ogur Türkleri ile uzun bir devre birlikte yaşamışlardır.

M. 463'lerde Sabarların batıya göç hareketleri baskısı dolayısiyle Macarların (bir kısmı bugünkü Başkırtlar sahasındaki yurtlarında /Magna Hungaria=Asıl veya Büyük Macaristan/ kalırken), kalabalık kısmı Ogurlarla birlikte Kuzey Kafkaslar'a, Kuban nehri dolaylarına gelmişlerdir. Orada On-Ogur'ların idaresinde kaldıklan için On-Ogur (=Ongur, Ongri, Ungor, Ungaros, Hungarus, Hongrois, Venger vb.) adı ile de tanınmış olan Macarların eski tarihine ait, Hunor ve Moger kardeşlerin bir geyik rehberliğinde Azak denizinin batısına geçtiklerine dair Batı kaynaklarında nakledilen gelenek bu kavmin, Karadeniz kuzeyinde Bulgarlarla -ve herhalde Bulgarların aracılığı ile- Hunlarla yakın ilişkilerinin ve Alanlarla komşuluklarının hatıralarıdır.

Sabarların Kafkasya'yı işgalleri sırasında "Sabar(d)" diye, daha sonra (Gök-Türk hakimiyeti Kırım'a kadar uzanınca ve sonra Hazar hakimiyeti dolayısiyle) "Türk" diye anılan Macarlar, 400 yıl kadar Türklerle bir arada yaşamanın neticesi olarak, Bozkır kültürünün derin tesiri altında Türk kültür unsurlarını benimsemişler, ona göre teşkilatlanmışlar, hayvan beslemeyi, çiftçiliği, bağcılığı, kanun kavramını ve yazıyı öğrenmişlerdir. Halen Macar dilinde yaşamağa devam eden Türkçe sözler (batı, yani -r'li- Bulgar Türkçesi'nden) bunu açıkça gösterir: Ökör=öküz, tino=dana, bika =buğa, borju=buızagı, tyuk=tavuk, /kos=koç, kecske=keçı, tarlo=tarla, teknö=tekne, karo=kazık, eke=saban, arok=arık, buza=buğday, arpa=arpa, borso=buıçak, alma =elma, szölö=üzüm, sereg=çeri(g) (ordu), beke=barış, erö=erk (kuvvet), törveny=töre (kanun), tanu=tanık (şahid), belyeg=belge, erdem=erdem, egy=kutsal, bün=günah, bölcs=bilge, kek=gök (mavi), sarga=sarı, szam=sayı, betü=biti(g) (harf), ir+ni= yazmak vb....

Macarlar Don nehri dolaylarında (Dentü-Mogyeria) iken, Hazar hakanlığınca tayin edilmiş ve hatta bir Hazar prensesi ile evlendirilmiş ve ihtimal "Kündü" unvanını taşıyan başbuğları Lebedi'nin idaresinde bulundukları sırada, doğudan gelen Peçenek baskısı sebebi ile yerlerinden ayrılarak Dnyeper-Dnyester-Prut bölgesi'ne geçmişlerdir. Burada Kündü ile "Üge" taraflarından idare edildikleri zaman, herbirinin başında Hazar hakanlığının tayin ettiği birer "ür" bulunan 7 kabileden kurulu birlik teşkil ettikleri anlaşılan Macarların Türklerle büsbütün karıştıklarını kabile adları göstermektedir: Tarjan (tarkan), Yenö (Türkçe ünvan "ınak"dan), Kürt Gyarmat (yorulmaz), Ker (büyük, iri), Keszi (kesik, parça). Diğer iki kabile Fin-Ugor: Nyek ve Magyar. 880'lerde batıya doğru yönelen Peçeneklere kendi ülkesinden yol vermek zorunda kaldığı anlaşılan Hazar hakanı tarafından, herhalde Peçenek tehlikesine karşı Macar birliğini sağlam tutmak maksadıyla, Üge soyundan Almış-oğlu Arpad (Türkçe, Arpacık)'a tam selahiyet verildi ve o, "Türk (Hazar) usulünde töre uyarınca kalkan üzerinde kaldırılmak" suretiyle ve herhalde Gyula (=Yula, Cula, Türkçe unvan) olarak Macar kabileler birliğinin başbuğu ilan edildi. Hazar topluluğundan ayrılan üç urugdan kurulu Kabar'ların da katılması ile Macar kabile sayısı 8'e yükseldi, dolayısiyle Macarlar arasında Türk unsur daha da arttı ve bu sebepten Fin-Ugorca yanında Türkçe de yaygın dil haline geldi ki, bu iki dilli durum bir asır kadar sürmüş gibidir.

889'a doğru Macarlara yönelen 2. büyük Peçenek taarruzu yüzünden Etelküzü'yü terk etmek zorunda kalan Macarlar, vaktiyle Avarlarla birlikte bir kısım soydaşlarının gittiği ve kendi hayat şartlarına uygun bulup beğendikleri Tuna-Tisa bölgesini, Arpad (ölm. 907)'ın sevk ve idaresinde, işgal ederek bugünkü vatanlarını (Macaristan, Hungaria) kurdular (896). Türk soyundan gelen ve 1301 yılına kadar devam eden Arpad sülalesi mensupları, 1000 senesinde Hıristiyanlığı (Roma Katolik) kabul edinceye kadar çoğunlukla Türkçe adlar taşımışlardır: Tarkaç, Yutaş, Taş, Tarma ve Geza; iki prenses: Saroltu, Karoldu (Ak-gelincik, Kara-gelincik) ve Hıristiyanlığı devlet dini yapan ve Stephanos (İstvan) adını alan kral: Vayk (=Bay+k). O tarihlerde Bizans kaynaklarında Macarlara daima "Türk" denildiği gibi, Macaristan'a da "Türkiye (Toupxia) adı verilmiştir. Ayrıca Macarlardan bir zümre olup bugün Erdel (Transilvanya)'de oturan Türk asıllı Szekely (Sekel)'ler 16. yüzyıl ortalarına kadar, eski Orhun alfabesinin az değişiklikle devamı olan ve Macar "Oyma yazısı" (Rovasiras) denilen yazıyı kullanmışlardır ki, bu yazıdan bir hatıra da İstanbul'da bulunmuştur (Elçi Hanı kitabesi. 16 yüzyıl).



Hazar Devleti’nin Yıkılışı


Hazar hakanlığı 10. yüzyılın ortalarından itibaren gücünü kaybetmeğe başladı. Bu, tabiat'ıyle daha önceki tarihlerde beliren sosyal huzursuzlukların sonucu idi. Ordu, Hazar unsurunun daha çok ticarî işlere kayması dolayısiyle-ücretli asker sayısının gittikçe artması yüzünden, yavaş yavaş millîliğini kaybederek yabancılaşıyordu. Daha 8. asır ortalarında ücretlilerin mühim bir kısmını Harezm ve civarından gelen müslümanlar teşkil ediyordu.

Memlekette dil ve din birliğinin bulunmaması, Hazar topluluğunun dağılmasını kolaylaştıran amillerden olmuş; ordunun kuvvetten düşmesi neticesinde ticarî emniyetin sarsılması ekonomik dengeyi bozmuş; Peçeneklerin ülkeye yayılmaları, belki büyük karışıklık yılları olarak bilinen 854'lerde Kabarların, daha sonra Macarların ve ihtimal Kalizlerle Bulgar İskit'lerin yurttan ayrılmaları hakanlığı büsbütün zaafa uğratmıştı.

İslavlar durumdan faydalandılar. Ticaret örtüsü altında etrafta saldırgan hareketlere giriştiler. Hazar sahillerindeki kasabaları yağmalıyor, tahrip ediyor, ahaliyi öldürüyorlardı (bilhassa 910, 913, 943 yıllarında). Vaktiyle hakanlık gemilerinin huzur içinde dolaştığı deniz ve nehir yollarında emniyet kalmadı. Hazar hükümet makamlarının kanunsuzluklara engel olmağa çalışmaları İslavları büsbütün azdırdı.

Nihayet Kiyef Rus prensi Svyatoslav, Türk tarzında kurup donattığı kalabalık kara ve nehir kuvvetleri ile her cihetçe borçlu bulunduğu efendilerini mağlüp, başkenti zapt ve diğer şehirleri tahrip etti (965). Yakınında 12. asırda "Saksın" şehrinin kurulduğu eski başkent İtil şehri, el-Bîrünî zamanında (1048) bile harabe halinde idi... Hazarlar dağıldılar. Tamatarhan’a, Kırım'a doğru çekilenler topluluk hayatını devam ettirmeğe çalıştılar. Kafkaslarda yaşayan Karaçayların Hazarlarla akrabalığı ileri sürülmektedir. Bugün Hazarların hatıralarından biri Hazar Denizi'nin adıdır.



Hazar Devleti’nin Genel Özellikleri

Denebilir ki, VIII.-IX. yüzyıllardaki Hazar hâkimiyeti XIII.-XV. yüzyıllardaki Altın Ordu’nun Rus yurdu üzerindeki hâkimiyetinin bir öncüsü mahiyetindedir. Çeşitli Slav zümrelerinin ayrı kabile hayatı ve ormanlarla meşguliyetinin icap ettirdiği basamaktan, ticaret ve devlet teşkilâtı basamağına yükselmeğe başlamalarında iki asırdan fazla süren Hazar hâkimiyetinin büyük tesir yaptığı asla inkâr ve reddedilemez. Hazar Devleti ve Hazar hayatı, kendi devri için en “modern” bir manzara arzetmektedir.

Başında bulunan “Kağan” (Hakan)ın mutlaka hükümdar neslinden, yani “Kağan oğlu” olması lâzım gelmekle ve kendisine âdeta ilâhi bir ubudiyet gösterilmekle beraber, devlet işlerindeki icraatı ve mevkii bugünkü İngiltere kıralınınkinden pek farklı değildi. İcraî kuvvetin başında “Hakanbey” ünvanıyla biri bulunurdu; askerî kuvvetlerin başında da “İl-şat” ünvanıyla ikinci bir şahsın durduğu anlaşılıyor. Kağan adeta devletin en yüksek sembolü olarak, representativ bir şahıstan başka bir şey ifade etmiyordu; sırasına göre “Kağan” azledilir, yerine han neslinden olmak üzere başka biri çıkarılabilirdi. İkinci hususiyet de: Hazar devletinde, dünyada o devirde ve hatta sonraları bile görülmeyen nizam ve dini tolerans vardı.

Hazarlar; her cins insanlara kolaylıklar gösteriyorlar, imtiyazlar veriyorlardı; neticede: İtil ve diğer Hazar şehirleri birçok kavim ve ırkların buluştuğu ve iş yaptığı bir yer oluyordu. Diğer taraftan Hazar devletinde tam bir din toleransı vardı. Zaten en eski Türk örf ve âdedine göre “herkes kendine göre tanrıya ulaşabilirdi”, yani tam bir vicdan hürriyeti mevcuttu. Bir sebeptendir ki, Hazarlar arasında dört beş (belki de fazla) din yan yana serbestçe yaşayabilmişlerdir. Hazar-Türk ahalisinin büyük kısmı öteden beri Türkler’in “millî dinleri” olan şamanlığa mensup oldukları halde üst tabaka bilhassa Kağan ve saray erkânı Yahudi dinini kabul etmemişlerdi. Tüccar tabakası Harezm ve diğer İslâm memleketleriyle fazla temas neticesinde müslümandı; İtil’de, Bizans’tan ve başka memleketlerden gelen hristiyanlar da çoktu; Skandinavyalı Rus (yani Varegler) lar da Skandinavya–German dinine mensupdular. Bu suretle herhangi bir dine mensup olmak, Hazar memleketinde suç teşkil etmiyor ve iş güç üzerinde bunun hiçbir tesiri olmuyordu.

Hazarlar, iktisaden yükseldikçe, devletin müdafaasında “ücretli” kıtalar kullanmağa başladılar. Bu defa askerî kuvveti başka memleketlerden getirilen ve çoğu müslüman olan kıtalardan teşekkül etmekteydi. İlk zamanlar, bunun faydası görülmüş ise de, çok geçmeden, bilhassa iktisadî vaziyet bozulunca Hazarlar dıştan gelen tehlikeye karşı duramadılar. Bilhassa IX.yüzyılın ortalarında İtil-Harezm ticaret yolu Peçenek Türkleri tarafından istila edilince, Hazar ticaretine mühim bir darbe indirildiği gibi, Peçenekler bu defa Hazarlar için tehlikeli bir komşu oldular. Hazarlar, bu tehlikeyi, daha şarktaki Uz (Oğuz) larla bir ittifak akti suretiyle bertaraf etmek istemişlerse de, bunda muvaffak olamadılar. Peçenekler 869 tarihlerinde İdil’i geçip Don boyuna geldikten sonra, Hazarlar onlara karşı, VIII.yüzyılda Ural mıntıkasından gelerek Kuban nehri yakınlarında Aşağı Don havzasında yerleşen Macarlar’ı teşkilatlandırarak mukavemete hazırlanmışlarsa da bundan hiçbir netice çıkmamıştı. Peçenekler kısa bir zaman zarfında Don’dan Dnestr’e kadar bugünkü Karadeniz bozkırlarını işgal ile buradaki Hazar hâkimiyet ve nüfuzuna nihayet verdiler.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt