II. İnönü Savaşı

  • Konbuyu başlatan Talebe
  • Başlangıç tarihi
  • Cevaplar 0
  • Görüntüleme 686

Talebe

Yönetici
Katılım
14 Şub 2021
Konular
540
Mesajlar
4,040
Tepkime puanı
10,674
Puanları
113
Meslek - Branş
Öğretmen - Tarih
Talebe Hakkında ek bir bilgi sağlanmamış.
II. İnönü Savaşı


II. İnönü Savaşı (31 Mart - 1 Nisan 1921)
Londra Konferansında T.B.M.M’ne Sevr antlaşmasını imzalatamayacağını anlayan İngiltere, İstanbul ve Boğazların güvenliğini sağlamak, barış antlaşmasını imzalatmak için;

“Türkiye’ye Londra konferansınca yapılan tekliflerin kabul süresi daha dolmadan 23 Mart 1921 de Bursa ve Uşak bölgesindeki Yunan kuvvetlerini yeniden harekete geçirdi. Bursa ve çevresinden hareket eden kol 24 Mart’ta Bilecik’i 25 Mart’ta Pazarcık ve yöresini işgal ederek 26 Marttan itibaren İnönü mevzilerini sıkıştırmağa başladılar”.

Gerek asker sayısı bakımından, gerekse lojistik destek açısından Türk ordusu Yunan ordusu karşısında son derece yetersiz durumdaydı. Ankara’dan Meclis’in muhaffız taburunun bile bu savaşa gönderilmesi imkansızlıkların boyutunu göstermektedir.

26 Mart 1921’de taarruza başlayan Yunan ordusu, Türklerin mukavemeti karşısında 31 Mart-1 Nisan 1921 gecesi geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu savaşın sonucunda Bozüyük ve Afyon’u Yunan işgalinden kurtardık. 8 Nisan 1921 tarihinde yapılan Aslıhanlar savaşını da ordumuz kazandı.

II. İnönü savaşının da zaferle sonuçlanması üzerine Atatürk, İsmet Paşa’ya bir kutlama telgrafı çekerek “..Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin tersine dönmüş talihini de yendiniz. İstila altındaki talihsiz topraklarımızla beraber bütün vatan, bu gün en ücra köşelerine kadar zaferini kutluyor” diyerek taltif etmiştir.

II. İnönü Savaşı Türk ordusu Yunanlıları oyalama aşamasından çıkıp, genel bir taarruza durdurabilecek güce eriştiğini göstermiştir.



Afyon-Eskişehir-Kütahya Savaşı (13-17-19 Temmuz 1921)
II. İnönü savaşından sonra, Yunanlılar gittikçe güçlenen Türk ordusunun mukavemetini kırıp, saldırı gücüne ulaşmasını engellemek için vakit kaybetmeden tekrar harkte geçtiler.

Son kura erlerini de silah altına alan Yunanlılar, iki mislimizce kuvveti Anadolu’da toplamış olup, büyük zaferler hayali sarhoşluğu ile hazırlık gördüler. Atina Devlet tiyatrosu sanatçılarına Ankara’da verilecek bir “Helen Zaferi Piyesi” provalarını yapmayı buyuran ve sandık sandık “Zafer Madalyaları ile” İzmir’e çıkarak 7 Temmuz 1921’de cepheye gelen Kral Konstantin’in emri ile 10 Temmuzda Yunanlılar bütün cephede taarruza geçtiler.

Kendisinden iki misli düşman karşısında Batı Cephesindeki kuvvetlerimiz 13 Temmuz 1921’d Altıntaş savaşıyla Afyon’u, 17 Temmuzda Kütahya’yı, 19 Temmuzda Eskişehir’i terketmek zordunda kaldı.

18 Temmuzda Karacahisar’da bulunan cephe karargahına giden M. Kemal Paşa, İsmet Paşa ile görüşerek ordunun Sakarya’nın doğuğsuna kadar çekilmesi gerektiğini blirtmiştir. Bunun sebebini Atatürk Nutuk’ta şöyle ifade etmektedir:

“Çünkü bu suretle düşman ileri hareketine devam ettiği takdirde, hareket üslerinden uzaklaşacak, yeniden menzil hatları tesisine mecbur olacak, Türk ordusu ise daha müsait şartlara sahip olabilecekti. Fakat bu takdirde birçok arazi ve bu arada Eskişehir düşmana bırakılmış oluyordu. Bununla beraber askerliğin icabını tereddütsüz yapmak gerekirdi”.

Eskişehir-Kütahya bozgunuyla memleketteki olumlu hava bir anda değişmiş, özellikle T.B.M.M.’de Atatürk’ü hedef alan muhalif sesler yükselmeye başlamıştır.



Mustafa Kemal'in Başkomutan olması (5 Ağustos 1921)
Eskişehir, Kütahya mağlubiyetinden sonra Meclis Millî Mücadele yıllarının en buhranlı günlerini yaşamıştır. Özellikle eski İttihatçılar, Mustafa Kemal’e karşı olan tutucular ordunun iyi yönetilmediğinden söz ederek muhalefetlerini şiddetlendirdiler.

Bazı milletvekilleri yenilgiden sorumlu olan komutanların derhal cezalandırılmalarını istemişlerdir. “Fevzi Paşa kendinden başka kimsenin sorumlu olmadığını söyleyerek büyük bir feragat gösterdi. Sevilen bir kişi olduğu için onun sözü Meclisteki gerginliği biraz yatıştırdı. Bir meclis kurulunun cepheye gönderilmesine, gerekirse meb’usların askerlerle yan yana savaşa katılmalarına karar verildi”.

Bu karar da muhalifleri yatıştıramamış, “Ordu nereye gidiyor; millet nereye götürülüyor?”, bu gidişin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir? O’nu göremiyoruz. Bugünkü acıklı halin, feci durumun hakiki sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik” diyerek eleştirileri M. Kemal Paşa üzerinde yoğunlaştırmışlardır.

Bu tartışmalar bütün şiddetiyle devam ederken 4 Ağustos 1921 tarihinde T.B.M.M’nin gizli oturumunda Selahattin Bey şu teklifi yapmıştır. “Mümkün mertebe milletin kuvvetini bir araya toplamak üzere bütün kuvvetimizi hükümetin başında bulunan zata hudutsuz yetkiler ile verelim. Hükümet’in başında bulunan zat kim ise onun arkasından millet yürüsün”.

Mustafa Kemal kendisinin Başkomutan olarak ordunun başına geçmesini istemesi üzerine, yine 4 Ağustos 1921 tarihinde TBMM’ne, “Bu vazifeyi kendi üzerime almaktan faydaların en büyük süratle yerine getirilmesi, ordunun maddi ve manevi gücünün en kısa zamanda arttırılıp pekiştirilmesi ve yönetimin bir kat daha sağlamlaştırılması için, T.B.M.M yetkilerini fiili olarak başkomutanlığı kabul ettiğini” bildiren bir önerge sunmuştur.

Bunun üzerine T.B.M.M, 5 Ağustos 1921 tarihinde bu yetkileri kullanmak kaydıyla, 3 ay gibi kısa bir müddet için boşkomutanlık yetkisini Mustafa Kemal Paşa’ya vermiştir.

Başkomutanlık yetkisinin kendisine verilmesi üzerine Meclis’te kısa bir teşekkür konuşması yapan Atatürk, “Efendiler, zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları mutlaka yeneceğimiz hakkındaki güven ve inancım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakika, bu kesin inancımı yüksek heyetinize karşı millete karşı ve bütün dünyaya karşı ilan ederim” diyerek T.B.M.M’deki karamsarlığa son vermek istemiştir.

Yine de bazı milletvekilleri başkomutanlık yetkilerinin diktatörğlüğe yol açacağı şeklinde muhalefet yapmışlarsa da; Asıl amaç savaş döneminde gerekli kararların vakit geçirilmeden verilmesi ve ordunun daha iyi yönetilmesi isteğiydi.

Mustafa Kemal Paşa başkomutan olunca ilk olarak Erkan-ı Harbiye Riyaseti ile Müdafaa-ı Millîye Vekaletinin kadrosuyla Başkomutanlık Karargahını kurmuştur.

Yine ordunun güçlendirilmesi için 297-316 doğumlular silah altına çağrılarak, Menzil teşkilatının kuvvetlendirilmesine çalışılmıştır.



Tekâlif-i Milliye Emirleri
Mondros Mütarekesiyle ordusu terhis edilmiş, silahları elinden alınmış olan Türk milleti Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde tam anlamıyla bir Millî Mücadeleye başlamıştı. Büyük zorluklarla meydana getirilen ordu, sadece insan kaynaklarına değil her türlü lojistik desteğe de ihtiyaç duymaktaydı.

1914 yılından beri tam yedi cephede savaşan Türk halkı, her türlü iktisadi faaliyetten mahrum kaldığından içler acısı durumdaydı. Buna rağmen; “Halk minarelerden askere yazılmaya çağrıldığı vakit hemen göreve koşmuş ve sevkedilecek yerlere kadar yaya gitmişti. Fakat bazan bunlara verilecek silah bile bulunamamıştı. Un bulamadıkları zaman bu insanlar kaynamış veya kavrulmuş buğday ile karınlarını doyuruyorlardı”.

Her ne kadar Sovyetler Birliğinden iki tümeni donatabilecek kadar silah ve 11 milyon altın ruble yardım alınmışsa da bu yardım yeterli olmamıştır.

Orduya ihtiyaç duyulan her türlü lojistik malzemeyi halktan temin etmek için, 7-8 Ağustos 1921 tarihinde, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, “Tekalif-i Millîye” (Millî Yükümlülükler) denilen, kanun niteliğindeki emirleri yayımlamıştır. Tekalif-i Millîye emirleri şunlardır:

1- Her kazada bir Tekalif-i Millîye komisyonu kurulacaktır.

2- Tüccar ve ahalinin elindeki çamaşırlık bez, erkek elbisesi yapmaya elverişli her çeşit kumaş ile, astar, meşin, sahtiyan, çarıklık, deri, mıh, hayvan malzemesinin yüzde kırkına, bedeli sonra verilmek üzere el konacaktır.

3- Her ev, bir kat çamaşır, bir çift çorap ve çarık hazırlayacaktır.

4- İnsan ve hayvan yiyeceklerinin yüzde kırkına bedeli sonra verilmek üzere el konacaktır.

5- Nakil vasıtaları ayda bir kereye mahsus olmak üzere 100 km kullanılacaktır.

6- Ordunun yiyeceğine ve giyeceğine yarayan bütün metruk mallara el konacaktır.

7- Muharebeye elverişli bütün silahlar üç gün içinde teslim edilecektir.

8- Akaryakıt, kamyon lastiği, muharebe malzemesinin yüzde kırkına el konulacaktır.

9- Silah ve malzeme yapan zenaatçıların isimleri tespit edilecektir.

10- Her çeşit araba ve hayvanın yüzde yirmisi alınacaktı”

Kısacası, Tekalif-i Millîye emirleri ile Türk milletinden elinde bulunan ordu ihtiyacı olan herşeyi belli oranda vermesi istenmekteydi. Bu durum dünya tarihinde ender görülen asker-sivil topyekun bir savaş uygulamasıdır. Türk milleti bu emirleri canı gönülden istenilenden de fazlasıyla uygulamıştır.

Tekalif-i Millîye emirlerini uygulamak istemeyenler ve Millî Mücadele aleyhinde bozgunculuk yapanları yargılamak için Kastamonu, Samsun ve Konya’da İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur.

Başkomutan M. Kemal’le Genelkurmay başkanı Fevzi Çakmak 12 Ağustos 1921’de cepheye gitmişlerdir. Böylece Türk milleti başkoğmutanından, yaşlısına kadar maddi manevi bütün varlığını varoluş mücadelesine koymuş oluyordu.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt