İstanbul'un İşgali

isgal-ve-travma-mutareke-yillarinda-istanbulda-hayat.jpg

Anadolu’daki Millî Mücadele Hareketi’nin ve bu hareketin siyasi ve hukuki varlığı şekliyle ortaya çıkmış olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin İstanbul’da her geçen gün kuvvet bulması, fikir ve düşüncelerinin başta Meclis-i Mebusan olmak üzere mülkî ve askerî organlarca da benimsenmesi en başta İtilâf Devletleri’nin, Saray’ın ve İngiliz Muhibbleri Cemiyeti ve Hürriyet ve İtilâf Fırkası başta olmak üzere yerli işbirlikçilerin işine gelmiyordu.

Diğer taraftan İngilizler Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin işbaşına gelmesiyle birlikte, Türk Ordusu ile Anadolu’da Yunan işgallerine karşı kurulmuş Kuva-yı Milliye kuvvetlerinin birbirlerine daha çok yardıma girdiklerini görmekte ve anlamakta gecikmeyeceklerdir. Bilhassa harbiye Nazırı Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’nın Kuva-yı Milliye kuvvetlerine yardım ettikleri, subay ve asker gönderdikleri, Anadolu’daki kuvvetlerin yerlerini izin almadan değiştirdikleri gibi gerekçelerle 20 Ocak’ta Osmanlı Hükümeti’ne bir protesto nota’sı verdiler. Hükümet İtilâf Devletleri’ne verdiği cevapta iddiaları reddetmiş, açıklamalarda bulunmuştu. İstanbul’daki İtilâf Devletleri Yüksek Komiserleri bu açıklamaları inandırıcı bulmayarak kabul etmediler. Mustafa Kemal Paşa, bu iki devlet adamına, bulundukları görevlerden ayrılmamalarını bildirdiyse de, Cemal Paşa ve Cevat Paşa Hükümeti daha fazla müşkül vaziyete sokmamak için istifa ettiler. Bundan sonra prestij kaybeden Ali Rıza Paşa Hükümeti, İtilâf Yüksek Komiserlerinin daha fazla siyasi baskılarına maruz kalacaktır.

Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin bu dönemde yaptığı en önemli icraat, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği doğrultusunda, genel bir Yunan saldırısına karşı Anadolu’da savunma tedbirleri almak ve bununla ilgili düzenlemeleri yapmaktı. Öncelikle bir seferberlik planı hazırlanmış, silah ve cephanelerin güvence altına alınması sağlanmıştı. Kuvayı Milliye, Anadolu’da cephane depolarını, ulaşım ve haberleşme noktalarını ele geçirip seferberlik işlerini yürütecekti.

İngilizleri ve diğer İtilâf devletlerini İstanbul’u resmi işgale iten olayların gelişimi de şöyle olmuştur. Balıkesir ve Saruhan ve Havalisi Harekât-ı Milliye Redd-i İlhak Merkez Heyeti üyesi olan Köprülü Hamdi Bey ve arkadaşları Gelibolu yakınlarında bulunan, içinde 8500 tüfek, 30 makineli tüfek ve yarım milyon civarında piyade fişekliği ve diğer bazı askeri malzeme olan Fransızların kontrolündeki Akbaş Cephaneliğini basmış ve burada bulunan silâh ve askeri malzemeleri kaçırarak Anadolu’ya taşımışlardı. Bu olay İngilizlerin ve Fransızların büyük tepkisine neden oldu ve olaylardan dolaylı olarak sorumlu tuttukları Ali Rıza Paşa Hükümeti üzerindeki baskılarını artırarak istifaya zorladılar. Nitekim bir süre sonra baskılara dayanamayan Ali Rıza Paşa Hükümeti istifa edecektir.

Padişah Vahdettin, yeni hükümeti kurma görevini bir önceki hükümette Bahriye Nazırlığı yapan Salih Paşa’ya verdi. Salih Paşa, Mustafa Kemal’le Amasya Mülâkatı’nı yapmış, Kuvay-ı Milliye hareketine karşı olmayan vatansever ve hamiyetli bir devlet adamı idi. Mustafa Kemal’e göre kendisiyle anlaşılıp, iş görülebilecek bir insandı. Nitekim İngilizlerin işbaşına geldiğinde, Kuvay-ı Milliye ‘yi kötüleyen ve reddeden bir açıklama yapması konusundaki isteklerini yerine getirmedi. Bu bakımdan İngilizler Salih Paşa Kabinesi’ni de Kuvay-ı Milliye’ye taraftar bir kabine olarak görüyorlar ve işbaşından uzaklaştırmak için fırsat kolluyorlardı.

İngilizler, Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Millî Mücadele Hareketi’nin giderek daha etkili hale gelmesinden rahatsızlık duyuyorlardı. Meclis’in açılmasıyla bu hareketin söneceğini, zayıflayacağını düşünseler de bu düşündükleri olmamıştı. Üstelik Meclis, Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarına dayanan ve İstanbul başta olmak üzere bütün işgallere karşı olduğunu ilan eden ve Türk vatanının bir bütün olduğunu, parçalanamayacağını temel fikir olarak benimsemiş olan “Mîsak-ı Millî’yi” kendilerine rağmen kabul etmişti. İngilizlere göre bu çok tehlikeli bir durumdu. İstanbul’da iktidarı milliyetçiler (İngilizler Mustafa Kemal Paşa tarafından başlatılan Millî Mücadele Hareketine bu ismi veriyorlardı “Kemalist milliyetçiler”, “Anadolu’daki milliyetçi hareket” “milliyetçiler”) her geçen gün ellerine geçiriyorlardı. İplerin kendi ellerinden kaydığını düşünmeye başladılar.

İşte Anadolu’daki Kuvay-ı Milliye birliklerinin Güney cephelerinde (Maraş’ta ve Adana civarlarında) Fransızlara ve Batı Cephesinde (Aydın’da) Yunanlılara karşı başarılar kazanması üzerine, İngilizleri, Türklere barış şartlarını zorla kabul ettirecek çareler aramaya itmiştir. Bu amaçla 5 Mart 1920’de Londra’da toplanan, Müttefikler Yüksek Konseyi İstanbul’daki İtilâf devletleri Yüksek Komiserlerinin İstanbul’un işgal edilmesi konusundaki tekliflerini görüştüler. İngiliz Dışişleri Bakanı ve bir Türk düşmanı olan Lord Cürzon, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck’e gönderdiği 6 Mart 1920 tarihli telgrafında Yüksek Konseyin aldığı kararları bildirdi. Buna göre, İstanbul işgal edilecek, Türk Hükümeti’nden Anadolu’daki Millî Hareketi ve onun lideri olan Mustafa Kemal’i bertaraf etmesi istenecek, işgal barış antlaşmasının kabulü ve uygulanmasına kadar devam edecekti. İşgal için bulunan gerekçe de sözde Kilikya bölgesinde çok sayıda Ermeni’nin Türkler tarafından katledildiği şeklindeki uydurma haberlerdi.

İlk işgal edilen yer Türk Ocağı merkez binası oldu. Arkasından 15Ö16 Mart gecesi Beyoğlu ve Üsküdar semtleri, 16 Mart 1920 sabahı Şehzadebaşı’nda bulunan 10. Kafkas Tümeni’nin karargahı İngiliz askerlerince basılarak silahsız ve baskınla yataklarından yeni kalkmış olan 5 askerimizi şehit edip 9 askerimizi de yaraladılar. Harbiye ve Bahriye Nezareti binalarıyla önemli askeri birimleri kuşattılar. Eski Harbiye Nazırı Cemal Paşa’yı evinden, üzerindeki pijamasını dahi değiştirmesine izin verilmeksizin tutukladılar. İstanbul’daki bütün resmi yerler işgal edildi. Hatta Harbiye Nazırı Fevzi Paşa’nın odasına giren birkaç İngiliz subayı küstah bir şekilde Paşanın göğsüne süngülerini dayadılar. Bütün yollar İngilizler tarafından tutuldu. şehre giriş ve çıkışlar kontrole başlandı. Şehrin önemli yerlerine top ve makineli tüfekli birlikler yerleştirildi. Ayrıca İngilizler İstanbul’da sıkıyönetim ilan ettiler.

İşgalden sonra yayınladıkları bildiride İngilizler:”İşgalin geçici olduğunu; İtilâf Devletleri’nin niyetinin Saltanat makamının nüfuzunu kırmak değil aksine kuvvetlendirmek olduğunu, Anadolu’da isyan çıktığı veya azınlıklara karşı katliam yapıldığı takdirde İstanbul’un Türklerden alınacağını ve herkesin İstanbul’dan verilecek emirlere uyması gerektiğini” ilan ettiler. İngilizler işgalin tek sorumlusunun Anadolu’daki isyan hareketi olarak nitelendirdikleri Millî Mücadele Hareketi olduğunu belirterek Mustafa Kemal Paşa’yı güç duruma sokmak ve otoritesini kırmayı düşünmüşlerdi

İstanbul’un işgalini, işgal sabahı öğrenen Sadrazam Salih Paşa ve Hükümeti bu olayı protesto etti. Meclis-i Mebusan üyesi bir grup milletvekili de Padişah Vahdettin’i ziyaret ederek Meclis’in kabul etmediği hiçbir antlaşmayı imzalamamasını istediler.

16 mart günü gerçekleşen bu işgalden hemen sonra İngilizler Fındıklı Sarayı’ndaki Meclis-i Mebusan binasını kuşattılar. Meclisi basarak içeriye zorla giren İngilizler, özellikle Millî Mücadele Hareketi’nin Meclis’teki başkanlığını yapan Rauf Bey’i, Kara Vasıf Bey’i ve diğer bazı milletvekillerini tutukladılar. Tutuklanan bu milletvekilleri 15 Mart’ta yine İngilizler tarafından tutuklanmış bulunan 150 civarındaki Türk aydınlarıyla birlikte Malta’ya sürgüne gönderiğleceklerdi.

Bu olay üzerine 18 Mart 1920 günü yaptığı oturumda, Milletvekillerinden Tunalı Hilmi ve Dr. Rıza Nur’un verdikleri bir önerge ile “Meclis-i Mebusan’ın yeniden hür iradesini ortaya koyacağı güne kadar Meclis çalışmalarının talik” edilmesine karar verilmişti. Bir süre sonra başından beri Meclis’in Müdafaa-i Hukukçu yapısından rahatsızlık duymuş olan Sultan Vahdettin, yayınladığı bir İrade ile 11 Nisan 1920’de Meclis-i Mebusanı dağıtt.

İstanbul’un işgali Milli Mücadele döneminin en önemli olaylarından biridir. İstanbul’un işgali, Türk Milletinin İtilâf devletlerinin merhametine sığınarak değil ancak Anadolu’da yapacağı bir mücadele ile varlığını sürdürebileceğini açıkça ortaya koymuştur. Kuvayı Milliye’ye ve onun liderlerine olan güven artmış, işgal kuvvetlerine karşı mücadele hızlanmış, kapatılan Meclis-i Mebusan üyeleri başta olmak üzere eli silah tutan pek çok Türk, Anadolu’ya geçerek Millî Mücağdele’ye katılmıştır.

İstanbul’un işgali hadisesi, Heyet-i Temsiliye’nin çalışmaları için bir dönüm noktası olmuştur. 16 Mart 1920’ye kadar, artık Heyet-i Temsiliye’nin varlığına sebep kalmadığını iddia edenler Mustafa Kemal Paşa’nın görüşlerinin haklılığını kabul etmek zorunda kalmışlardır. İstanbul’un işgali ile müesseseleri göstermelik hale gelen, Osmanlı Devleti fiilen sona ermiş, 23 Nisan 1920’ye kadar Heyet-i Temsiliye, bu tarihten sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, vatanın ve milletin kurtuluşu için tek ümit tek otorite haline gelmiştir.

İşgal altındaki bir şehirde Meclis-i Mebusan’ın serbest bir şekilde çalışamayacağını belirterek İstanbul’a gitmeyen Mustafa Kemal Paşa, İtilâf Devletleri’nin İstanbul’u işgal edeceklerini, Anadolu’ya istihbarat bilgileri taşıyan gizli cemiyet Mim Mim Grubu’nun gönderdiği bilgilere dayanarak 11 Mart’ta öğrenmiş ve İstanbul’da bulunan Rauf Bey’i uyarmıştı.

Yine İtilâfların böyle bir işgali yapacakları, Meclis-i Mebusanı basacakları, Milletvekilleri başta olmak üzere sivil ve askeri şahsiyetğleri tutuklayacakları beklenildiği için, böyle bir durumda Anadolu’da bulunan yabancı subayların tutuklanması, özellikle Erzurum’da bulunan İngiliz yarbayı Rawlinson’nun kaçırılması konusunda 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya talimat vermişti.

Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’un işgalinden aynı günün sabahı resmen haberi olmuştu. Vatansever ve fedakar bir telgrafçı olan Manastırlı Hamdi Efendi işgalden kısa bir süre sonra “Bu sabah İngilizlerin Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak ele geçirdiklerini ve İstanbul’u işgal ettiklerini “bildirmişti.

Mustafa Kemal Paşa, kendisine iletilen bu bilgiyi hemen bütün Kolordu Komutanlarına telgrafla bildirmişti. Komutanlara gönderdiği bu bildiride bu andan itibaren Heyet-i Temsiliye’nin Anadolu’da müracaat edilecek idarî mercii olduğunu bildiren Mustafa Kemal Paşa, işgali izleyen ilk saatlerden itibaren sorumluluk sahibi bir lider olarak, büyük bir ileri görüş ve enerji ile hemen tedbir almıştı.

Yayınladığı bir diğer genelgeyle Anadolu’da ve Rumeli’de bütün ahalinin mal ve can güvenliğinin sağlanmasını istemiştir. Ayrıca bütün vali, komutan ve Müdafaa-i Hukuk Heyetlerine “hainlik düşünen bazı kimselerin milleti aldatmasına ve gerçeklere ters düşen yanlış hareketlere yöneltmelerine engel olmak için halkın aydınlatılması isteyen bir genelge göndermişti.

Mustafa Kemal Paşa, Türk Milletinin bu yeni işgal hareketi karşısındaki tepkisini yabancı ülkelere yansıttı. İstanbul’da bulunan yabancı devletlerin mümessillerine, bütün tarafsız devletlerin Dışişleri Bakanlıklarına ve Fransa, İngiltere, İtalya Millet Meclislerine verilmek üzere Antalya’daki İtalyan Temsilciliğine birer protesto telgrafları gönderdi. Bir başka talimatıyla bütün Vali ve Komutanlardan aynı yerlere protesto telgrafları göndermelerini istedi.

Mustafa Kemal paşa 16 Mart 1920’de millete hitaben de bir bildiri yayınlayarak işgal ile yediyüz yıllık Osmanlı Devleti’nin hayatına son verilmiş olduğunu, vatan ve istiklâlimizi kurtarmak için mücadele etmemizin gerektiğini bildirmiştir.

Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa 17 Mart 1920 yayınladığı telgraflarla da, hiçbir askeri ve sivil makamın İstanbul ile haberleşmemesini, Heyet-i Temsiliye ile irtibatlarını devam ettirmelerini, İstanbul’daki olağanüstü durumun Anadolu’da mevcut kanunların uygulanmasına mani olmadığını belirterek kanunsuz işler yapılmağmasını istedi.

Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’un işgalini öğrenir öğrenmez aldığı tedbirler arasında en önemlisi, Ankara’da olağanüstü yetkiler taşıyan bir meclisin toplanması kararı ve bunun uygulanması idi. Mustafa Kemal Paşa, bu kararını nasıl uygulayacağını Kolordu Komutanlarına 17 Mart 1920 tarihinde bir genelge ile bildirdi. Telgrafta, Ankara’da bir Kurucu Meclis’in (Meclis-i Müessisan) toplanacağı, üye seçileceklerin nitelikleri ve seçimin nasıl yapılacağı, üye seçileğceklerin beş gün içerisinde Ankara’ya gönderilmesinin uygun görüldüğü genelgenin diğer makamlara yayınlanmasından önce komutanların muvaffakatlarının beklendiği bildiriliyordu.

Komutanlarla makine başında yapılan ve iki gün süren haberleşme sonunda, Kurucu Meclis yerine “olağanüstü yetkiye sahip bir meclis” deyiminin kullanılması ve seçimin onbeş gün içerisinde gerçekleştirilmesi uygun görülmüştü. Bu değişikliklerle Kolordu Komuğtanlıklarına, valiliklere ve bağımsız sancaklara yayınlanan 19 Mart 1920 tarihli genelgeye göre memleketin her yerinde seçim hazırlıkları başlamıştı.

Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye Reisi Başkanı olarak, bu bildiri ile Ankara’da olağanüstü yetkiye sahip bir meclisin toplanacağını, bunun için her livadan beşer kişinin seçilmesini, seçimde her parti, zümre ve cemiyetin aday gösterebileceği gibi, bireysel olarak da adaylığın konulabileceğini, seçimlerin gizli ve mutlak çoğunluk esasına göre yapılacağını belirtmiştir. Seçimlerin onbeş gün içinde Ankara’da çoğunluk sağlanmış olarak toplanmayı gerçekleştirmek üzere yapılmasını istemiştir. Bunun yanısıra Meclis-i Mebusan üyesi iken, Meclisin kapatılması üzerine Ankara’ya gelen mebusların da Meclisin üyesi sayılacağı gibi hususlar açıklanmıştır.