Kuvâ-yı Millîye

  • Konbuyu başlatan Talebe
  • Başlangıç tarihi
  • Cevaplar 0
  • Görüntüleme 660
Kuvâ-yı Millîye

Kuvâ-yı Millîye iki anlamda kullanılmaktadır. Kelime dar anlamıyla istilâcı düşmana karşı koymak için mahalli olarak teşkilatlanan kuvvetlerdir. Geniş anlamıyla ve Atatürk’ün bu konuda söylediği sözlerden çıkardığımız sonuca göre ise Kuvâ-yı Millîye: Bağımsızlığını korumak uğruna meşru bir milli cereyan olarak, milli irade ve milletin genel desteğiyle oluşan ve bütün milletin kuvvetlerini varlığında toplayan bir teşkilattır.

Bu anlamda Kuvâ-yı Millîye, Mondros Mütarekesi’nin uygulanmaya konduğu tarihten itibaren memleketin işgal edilmesi tehlikesi yada fiili işgal karşısında milletin, mevcut idareden ümidini kestiği andan itibaren Anadolu’da düzenli ordunun kurulduğu tarihe kadar geçen süre içinde her ne şekil ve surette olursa olsun vatanın savunulması yolunda yerel veya milli şekilde kurmuş olduğu bütün direnme gruplarının genel ve ortak adıdır.

Kuvâ-yı Millîye hareketinin en rahat izlenebildiği yer İzmir bölgesidir. Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir’e asker çıkarmaları ve kısa sürede 2.000 dolayında Türk’ü öldürmeleri ve bu eylemlerinde yerli Rumlardan yardım ve destek görmeleri Ege halkını öz savunması gereği ile karşı karşıya bıraktı. Sadrazam Damad Ferid Paşa’nın 22 Mayıs 1919’da İtilaf Devletleri Yüksek Komiserliklerine verdiği notada ileri sürdüğü Yunan askerlerinin çekilip büyük devletlerin işgal eylemini gerçekleştirmelerinin hoşnutsuzluk yaratacağı ricası dinlenmedi bile. Çünkü Yunan Ordu’su İşgali kendi adına değil, İtilaf Devletleri adına yapıyordu. İşte bu gelişmelerin ardından kolordunun o bölgede bulunan 57. Tümeninin Komutanı Albay Şefik (Aker) 23 Mayıs 1919’da Harbiye Nezareti’ne gönderdiği bir yazıda “Durumun düzeltilmesi için Kuvâ-yı Millîye teşkilatı meydana getirmenin en iyi tedbir olacağını” bildirmesi ve Erkânı Harbiyeği Umumiye Reisi Cevat Paşa’nın da bu yazının altında “son fıkra gayet önemlidir, acele edilmesi lazımdır” diye bir kayıt düşmesi Kuvâ-yı Millîye için bir başlangıç kabul olunabilir. Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevad Paşa’nın 24 Mayıs 1919’da 57. Fırka Kumandanlığına çektiği cevabı telgrafta “Ahali tarafından Yunanlıların hüsnü kabul görmesi Aydın vilayetinin akibeti için gayri kabili telafı zarar tevlit edecektir. Bunu ahaliye pek seri bir surette anlatmanızı rica ederim. Bununla bir kıtal yapılmasını arzu etmiyorum; fakat her halde o havalideki itilaf zabitanı ile ecnebiler bizim Yunan ordusunu katiyen istemediğimizi anlamalıdırlar. Ahvali mahalliyeye göre yapılması lâzım gelen işleri siz daha iyi takdir edersiniz...” diyerek hükümetin zayıflığı karşısında büyük bir bunalım içinde bulunan Harbiye Nezareti Kuvâ-yı Millîye fikrini desteklemiş, ancak hiçbir yardım yapacak güçte olmadığından her şeyi Albay Şefik (Aker)’in girişimine bırakmıştır. Diğer yandan buradaki kolordu komutanlığına atanan Albay Bekir Sami de, İstanbul’dan hareketinden önce Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa’dan aldığı direktifle böyle bir yetkiye sahip olmuştu. Öte yandan işgali takip eden ilk hafta içinde henüz esaslı bir surette Yunanlılara mukavemet edecek kuvvetler oluşmamış fakat bütün halk bunun lüzumuna kâni olmuş ve bu maksatla küçük milli kıtalar teşekküle başlamıştı. Bunlar memleketin maruz bulunduğu tehlike hakkında İstanbul’daki makamlara bilgi vererek ricalarda bulunmak ve onlardan talimat istemek üzere seçilen bir heyetteki teşkil ediyorlardı.

Bu gelişmelerden sonra Albay Bekir Sami Bey, Ödemiş’e talimat göndererek o bölgeyi eyleme geçirdi. Albay Şefik Bey’de Aydın’ın Yunanlılar tarafından işgalinden sonra çekildiği Çine bölgesinde milli kuvvetleri kurmaya başlamıştır. Bandırma’daki Kolordu Komutanı General Yusuf İzzet ile Balıkesir’de 61. Tümen Komutanı Albay Kâzım (Özalp) da kendi bölgelerinde aynı paralelde çalışmalar yapıyorlardı.

Bu komutanların yapıcı etkinlikleri sonunda Kuvâ-yı Millîye örgütü bütün Batı Anadolu’da benimsenmiş ve gittikçe genel bir nitelik almıştı. Hatta Avrupa’da öğrenim yapmakta olan Mahmut Esat (Bozkurt), Saraçoğlu Şükrü gibi aydın bazı gençler öğrenimlerini yarıda bırakarak yurda dönmüşler ve Kuvâ-yı Millîye saflarına katılmışlardı.

Kuvâ-yı Milliye’nin faaliyeti ve Yunanlılara karşı ara sıra kazanılan başarı haberlerinin süratle her tarafa yayılması, halkın mücadele duygularını tahrik ve vatanseverlik azimlerini coşturdu. Milletin ruhundan doğan galeyanın doğal bir ürünü olan bu milli savaşa manen ve madden katılmayı, her vicdan ve hamiyet sahibi, namus gereği kabul ediyordu.

Kuvâ-yı Millîye arasında çok genç çocuklar olduğu gibi aksakallı dedeler de vardı. Mücahitlere cephane ve yiyecek taşıyan kadınlar pek çok olduğu gibi mavzeri elinde çarpışmaya katılan Türk kadınları da az değildi. Memleketin milli silahlı örgütlenmesini yüklenen ve ifa eden Müdafaa-i Hukukğu Millîye ve Reddi İlhâk Cemiyetleri etrafında toplanan milli kahraman ve fedailerin sayısı günden güne artmakta, milli cepheler takviye olunmakta toplanan yardımlarla da hem mücahitlerin hem de onların geride bıraktıklarının ihtiyaçları temin edilmekteydi.

Kuvâ-yı Millîye mevcudunun sürekli değişmesinin en önemli sebebi, bu organizasyona dahil olmanın “Askerlik Mükellefiyeti” gibi bir zorunluluğa dayanmamasıdır. Herhangi bir Kuvâ-yı Millîye mensubunun müfrezesini bırakıp köyüne gitmesini orduda olduğu gibi “firar” saymak mümkün değildi. Büyük çoğunluğu Kuvâ-yı Millîye’ye kendi isteği ile katıldığı için, herkes dilediği zamanda olmazsa bile herhangi bir fırsatta teşkilattan çekilebilirdi. Özellikle savaşa tutuşup bozguna uğrayan müfrezelerin mensupları kolayca dağılabiliyordu. Böyle hallerde insanların üzerine çöken yılgınlık ve moral bozukluğu kavgadan kaçmaya hevesli olanlara bir fırsat vermiş oluyordu. Hatta zaferle biten muharebelerin sonunda bile, Kuvâ-yı Millîye müfrezelerinin dağıldığı ve savaşçıların köylerine çekildikleri görülmüştü. Heyet-i Temsiliye daha doğrusu Mustafa Kemal Paşa daha Amasya’da iken ordu birliklerinin olduğu gibi, Kuvâ-yı Millîyenin mevcudunu da öğrenmeye önem vermişti.

Öte yandan Venizelos, Anadolu’ya getirmeyi düşündüğü 300 bin Yunanlı’yı Büyük Menderes Vadisi’ne yerleştirmek istiyordu. Barış Konferansı’na baş vurarak kuzey de Ayvalık, güneyde Aydın’a kadar olan bölgenin işgali için kendilerine izin verilmesini istedi. Ayvalık’ın işgaline razı olunduysa da güneyde Selçuk’tan daha ileriye geçilğmesine izin verilmedi. Buna karşılık Yunan Başbakanı Venizelos İtalyanların buraları işgal edeceklerinden kuşkulandığı için işgali bir “oldu bitti”ye getirmek istiyordu.

Böyle bir ortamda gittikçe gelişmeye başlayan milli kuvvetlerden, savaş amacına uygun biçimde yararlanmak konusu düşünülmeye başlandı. Bunun için Kuvâ-yı Millîye denilen kuvvetlerin subay ve silah eksiklerinin giderilmesi gerekiyordu. Millî Kuvvetler daha çok kendi “efe” ve “reislerinin” otoritesi altında çalışmayı tercih ediyorlar ise de askeri bilgi ve taktik konulardaki yetersizlikleri dolayısıyla danışmanlara ve gerektiğinde çarpışmaları yönetebilecek subaylara ihtiyaçları vardı. Diğer yandan Kuvâ-yı Millîye kuvvetlerinin her türlü teknik ve ağır silahlarla donatılmış, düzenli ve sefer mevcudu Yunan birliklerine karşı koyabilmesi, ağır silahlara sahip olmakla mümkündü. Ordu birlikleri, Mondros Mütarekesi’nin ağır hükümleri ve siyasal baskılar yüzünden Yunanlılara karşı açıkça çarpışamağdıklarından birliklerdeki subay, araç ve gereçleri Kuvâ-yı Millîye adına kullanmak durumunda idi. Ali Fuat Paşa’nın ifadesi ile “Ordu ile millet el ele vermeli ve beraberce hareket etmeliydi.” Ordu birlikleri henüz bütünü ile terhis edilmemiş olduğundan, özellikle stratejik bölgelerde, kendi ad ve ünvanlarını kullanmaksızın toptan Kuvâ-yı Millîye kimliğine sokularak cepheye gönderilmeleri imkânının sağlanması bütün komutanlar tarafından uygun görülüyordu. Gerçekten o günkü siyasi şartlar içinde başka çare de yoktu.

Mustafa Kemal Paşa Sivas Kongresi’nden sonra bu konu ile daha yakından ilgilenmeye başladı. Batı Cephesi’ni Heyet-i Temsiliye’ye bağlamak yolu ile yönetim birliğini sağlamak istedi. 9 Eylül 1919’da 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya Kongrece (Sivas) “Garbi Anadolu Kuvâ-yı Millîye Kumandanı” ünvanı verildi. Ancak Ali Fuat Paşa bu alanda beklenen başarıyı elde edemedi. Bunun üzerine Heyet-i Temsiliye 23 Ekim 1919’da Albay Refet (Bele)’yi, Batı Anadolu’ya göndererek 23 ve 57. Tümenlerin komutasını üzerine almasını ve bu bölgedeki durum hakkında acele rapor vermesini istedi.

Albay Refet (Bele) yaptığı incelemeler sonunda Batı Anadolu Cephesi’nin tek komuta sistemine bağlanmasının şimdilik mümkün olmadığını Mustafa Kemal’e bildirdi.

Böylece Balıkesir, Salihli ve Aydın cepheleri olmak üzere üç bölgeyi kapsayan Batı Anadolu’nun bir komuta altında toplanabilmesi imkânsızlığı karşısında, mevcut düzenin bir süre daha korunması uygun görüldü.

Kuvâ-yı Millîye kuvvetlerinin düzenli orduya dönüştürülmesi hususundaki en önemli adımlardan biri Mustafa Kemal Paşa’nın 16 Kasım 1919’da 12. ve 14. Kolordularla 23, 57 ve 61. Tümen Komutanlarına Batı Anadolu’daki milli kuvvetlerin örgütlendirilmesi, bunların ordu birliklerince resmi olmadan desteklenmesi ve sözü geçen Tümenlere bağlanmasını emretmesi ile atılmış oldu. Mustafa Kemal Paşa, bu emrinde Kuvâ-yı Millîye kuvvetlerinin ordu birlikleri modeline uygun şekle sokulmalarını tavsiye etmişti. Bu konuda Mustafa Kemal Paşa’nın zaman kaybedilmemesinin belki de en önemli sebebi kutsal bir emel ve amaç için meydana çıkmış olan Kuvâ-yı Millîyecilik hareketinin zaman geçtikçe bazı menfaatperest çeteler tarafından kötüye kullanarak yavaş yavaş çapulculuğa dönüştürülmesi endişesiydi.
 
SON KONULAR
Lozan Barış Antlaşması bởi Talebe,
Büyük Taarruz bởi Talebe,
II. İnönü Savaşı bởi Talebe,
I. İnönü Savaşı bởi Talebe,
Düzenli Orduya Geçiş bởi Talebe,

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt