Mütareke Dönemi

  • Konbuyu başlatan Talebe
  • Başlangıç tarihi
  • Cevaplar 1
  • Görüntüleme 561
Mütareke Dönemi
Mondros Mütarekesi
İzmir'in İşgali

Mondros Mütarekesi
Mütareke Görüşmeleri

Birinci Dünya Savaşı’na Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan’ın oluşturduğu İttifak Devletleri Grubu’nda savaşa katılan Osmanlı Devleti’nin durumu 1918 yılına gelindiğinde pek iç açıcı değildi. 1911 yılından beri sürekli savaşmakta olan Osmanlı Devleti, son büyük savaşta insan ve malzeme kaynaklarının çoğunu tüketmek zorunda kalmış, devletin temel dayanağı olan Anadolu, sosyal ve ekonomik açıdan çökmüştü. Aktif iş gücünün askerlik hizmetinde bulunuyor olması nedeniyle üretim düşmüş, fiyatlar alabildiğine yükselmiş, yoksulluk artmıştı. Ekonomik çöküntü, sosyal çöküntüyü de beraberinde getirmiş; ordudan kaçan askerlerin gruplar halinde soygun, talan vb. suçları işlemesi nedeniyle devlet otoritesi kalmamıştı.

Savaşın İttifak Devletleri grubunun aleyhine sonuçlanacağı 1918 yılının ortalarına doğru anlaşılmaya başlanmış; hatta Osmanlı Sadrazamı Talat Paşa, 3 Eylül 1918’de Avrupa’ya yaptığı seyahatinde müttefiklerin barış hakkındaki düşüncelerini öğrenmeye çalışmıştı. Ancak bu çabalardan bir sonuç alınamamıştı.

1918 yılının Ekim ayından başlayarak; savaşta birlikte çarpıştığımız müttefiklerimiz, mütareke yapmak için değişik kanallardan İtilâf Devletleri’ne başvurmaya başlamışlardı. Bunun üzerine, Talat Paşa hükümeti 8 Ekim 1918’de istifa etmişti. 4 Temmuz 1918’de Osmanlı tahtına oturmuş olan Sultan Vahdettin, yeni hükümeti kurma görevini Tevfik Paşa’ya vermişti. Ancak, Tevfik Paşa’nın hükümet kuramaması üzerine hükümeti kurma görevi Ahmet İzzet Paşa’ya verilmişti.

Ahmet İzzet Paşa, memleketin içinde bulunduğu kritik durumu göz önünde tutarak, vakit kaybetmeksizin, bütün gayreti ile bir mütareke imzalamak için çalışmalara başlamıştı. Çünkü İngilizler ve Fransızlar, Trakya’da yedi tümenlik yeni bir askerî kuvvet oluşturmaya başlamışlardı. Bu kuvvetlerin İstanbul ve boğazlar üzerine yürümesine mani olmak isteyen İzzet Paşa, mütareke çalışmalarını hızlandırmıştı. Hatta 5 Ekim 1918’de barış yapma isteğimiz A.B.D. Başkanı Wilson’a değişik kanallardan iletilmiş, ancak müsbet bir cevap alınamamıştı.

Ahmet İzzet Paşa, 19 Ekim 1918’de Meclis-i Mebusanda okuduğu hükümet proğramında yapılacak bir mütarekenin temel esaslarını ortaya koymaya çalışmıştı. Ahmet İzzet Paşa “Amerika Reisği Cumhuru tarafından ilân edilmiş olan hak ve adil esaslarına müstenit bir sulhü kemâl-i hulus ile kabul edeceğiz” diyerek Wilson prensipleri çerçevesinde bir barış yapabileceğimizi belirtmişti.

Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nin mütareke yapma yollarını arayıp, bir türlü muvaffak olamadığı sıralarda; Kutülammâre’de esir düşerek Büyükada’da esirlik günlerini geçiren İngiliz Generali Townshend, eskiden beri tanıdığı ve hükümette Bahriye Nazırlığı görevinde bulunan Rauf Bey’e bir mektup göndererek “esirliği süresince gördüğü hoş ve şerefli muameleye karşılık olarak, İngiltere ile müzakerelere girişildiği takdirde, Osmanlı Hükümetine yardıma hazır olduğunu” bildirdi.

İngiliz Generalinin bu müracaatı, Osmanlı Hükümeti’nce bulunmaz bir fırsat telakki edildi. Çünkü, Hükümet, mütareke yapabilmek için çeşitli yollardan teşebbüse geçmiş, fakat olumlu bir sonuç alamamıştı. Bu nedenle Townshend’in teklifine sıcak bakılmış ve 17 Ekim 1918’de Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Bahriye Nazırı Rauf Bey ve General Townshend arasında bir görüşme yapılmıştı. İngiliz yetkililer ile görüşen General Townshend, bu girişimden olumlu sonuç aldı.

Diğer taraftan İngiliz Hükümeti de Osmanlı Hükümeti ile yapılacak bir mütarekenin sadece kendi delegelerinin katılacağı görüşmelerle yapılmasını istemekteydi. Bu nedenle, Osmanlı Devleti’nin mütareke teklifini kabul etmiş ve Akdeniz Filosu Komutanı Vis Amiral Calthorpe’ye İngiltere adına mütareke görüşmelerini başlatması konusunda yetki vermişti. Amiral Calthorpe de Osmanlı Sadrazamı Ahmet İzzet Paşa’ya bir an önce Osmanlı delegelerinin mütareke için Mondros’a gönderilmesini isteyen bir mektup gönderdi.

Mütarekenin İmzalanması ve Hükümleri

Amiral Calthorpe’nin bu mektubu üzerine Padişah Vahdettin’le görüşen Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, bir heyet teşkil etti. Heyete Bahriye Nazırı Rauf Bey, Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey, o zaman İzmir’de bulunan Erkân-ı Harp yarbaylarından Sadullah Bey’ler seçildi.

26 Ekim 1918’de Limni Adası’nın Mondros Limanına ulaşan heyetimiz, 27 Ekim 1918’de İngilizlerin meşhur Agemennon zırhlısında görüşmelere başladı. İlk oturumda -önceden Osmanlı heyetine verilmemiş olan- mütarekename projesi metni okunarak maddeleri üzerinde görüşmelere geçildi. Beş oturum olarak yapılan görüşmeler sonucunda, 30 Ekim 1918’de çalışmalar tamamlanmış ve mütareke aynı gün akşamı saat 20. 00’de imzalanmıştır.

30 Ekim 1918 günü İtilâf Devletleri adına İngiliz Akdeniz Filosu Komutanı Vis Amiral Calthorpe ile Osmanlı Devleti adına Rauf, Reşat Hikmet ve Sadullah Bey’lerin imzaladıkları Mondros Mütarekenamesi 25 maddeden oluşmaktaydı.

Türk Milletinin kaderini büyük ölçüde etkileyen ve altıyüz küsur yıllık Osmanlı Devleti’nin sonunu da hazırlayan Mondros Mütarekesi’nin en ağır maddeleri, ya da sık sık ihlâlinden şikayet edilen maddeleri şunlardır:

Madde 1. Karadeniz’e geçiş için, Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının açılması ve Karadeniz’e geçiş güvenliğinin sağlanması için Çanakkale ve Karadeniz İstihkamlarının müttefikler tarafından işgali.

Madde 5. Hudutların korunması ve iç güvenliğin sağlanması için, lüzum görülecek askerî kuvvetten fazlasının derhal terhisi (İşbu askerî kuvvetin sayısı ve durumu İtilâf Hükümetleri tarafından Devlet-i Aliye ile müzakere edildikten sonra kararlaştırılacaktır. )

Madde 7. Müttefikler (İtilâf devletleri), güvenliklerini tehdit edecek durumda stratejik noktalarını işgal hakkına sahip olacaklardır.

Madde 10. Toros Tünellerinin Müttefikler tarafından işgali.

Madde 12. Hükümet haberleşmeleri dışındaki telsiz ve kablolar İtilâf devletleri memurları tarafından denetlenecektir.

Madde 15. Bütün demiryollarına İtilâf kontrol subayları memur edilecektir.

Madde 20. Beşinci madde gereğince terhis edilecek Osmanlı kuvvetlerine ait teçhizat, silah, cephane ve nakil vasıtalarının kullanma tarzına ait verilecek malumata riayet olunacaktır.

Madde 21. İtilâf devletlerinin menfaatlerini korumak için İaşe Nezaretinde İtilâf mümessilleri bulunacak ve kendilerine bu yolda gerekli görülecek bütün bilgiler verilecektir.

Madde 24. Vilayat-i Sittede (İngilizce metinde altı Ermeni vilayeti olarak geçen bu vilayetlerimiz şunlardı:Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas, Bitlis) karışıklık çıkması halinde bu vilayetlerin bir kısmının işgal hakkını İtilaf devletleri muhafaza ederler.

İtilâf devletleri bu mütarekeye, dış görünüşte Osmanlı Devletini ve Türk Milletini yokedici kayıtsız ve şartsız teslim hissini verecek açık hükümler koymaktan dikkatle kaçınmışlardı. Buna mukabil, savaş içinde aralarında imzaladıkları gizli paylaşım projelerinin ve antlaşmalarının tatbik edilebilmesi için de yoruma açık bir metin düzenlemek gayretlerini sarfetmişlerdi.

Mütarekenin imzalanmasını her iki hükümet de kendi açısından bir başarı saymıştı. Nitekim Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Rauf Bey’e bir teşekkür yazısı yazmış ve mütarekenin onaylanması amacıyla Meslis-i Mebusan’da yaptığı konuşmada mütarekenin ılımlı olduğunu söyleyerek, meclisin oy birliği ile mütarekeyi onaylamasını sağlamıştı. Diğer taraftan, İngiliz Harp Kabinesi de 31 Ekim’de Calthorpe’ye görüşmeleri “kudret ve başarı ile yürüttüğü için” tebrik telgrafı göndermeye karar vermiş; bilahare de Calthorpe’yi İngiltere’nin İstanbul’daki “Yüksek Komiserliğine” getirmiştir.

Aslında mütareke Osmanlılar için, diğer müttefik devletlerin yaptıkları antlaşmalara bakarak daha hafif gibi görünüyorsa da, uygulamada Türk Milleti için bir felaket habercisi olmuştur.

Mondros Mütarekesi Hükümlerinin Uygulanması ve İşgaller

Mütareke hükümlerinin esnek ve karmaşık olması bir çok güçlüklerin çıkmasına yol açmıştır. Bu şartlardan yararlanan İtilâf Devletleri, Osmanlı Devleti’ni parçalamak maksadıyla önceden hazırladıkları gizli plânlarını artık açıkça uygulamaya koyabileceklerdi.

Mütarekenin imzalanmasından sonra İngilizler, Osmanlı topraklarını kolaylıkla işgal edebilmek için, öncelikle Osmanlı Ordusu’nun dağıtılmasını istemişlerdi. Bunun üzerine Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, Ordu komutanlarına yolladığı emirlerle, birliklerinin terhis işlemlerini başlatmalarını ve müttefik işgallerine tepki göstermemelerini istemişti.

Nitekim mütarekenin 7.nci maddesini kendi arzu ve amaçları doğrultusunda yorumlayan İtilaf devletleri Türk topraklarını işgale başladılar. Henüz mütarekenin mürekkebi kurumadan 1 Kasım 1918’de İngilizlerin, Türk olmayan halkın baskı altında olduğunu ileri sürerek Musul’un 20 km güneyinde bulunan Hamamalîk’i işgal ettiler. O bölgede bulunan 6. Türk Ordusu Komutanı Ali İhsan Paşa’nın bu işgali şiddetle protesto etmesine rağmen, İngiliz askerî kuvvetleri ilerlemeye devam ederek 3 Kasım 1918’de Musul’u işgal ettiler. İşgallere tepki gösteren Ali İhsan Paşa da görevden alınarak İstanbul’a çağrılacak ve tutuklanacak; bir süre sonra da diğer tutuklananlarla birlikte Malta’ya sürgüne gönderilecektir.

Mütareke’nin imzalandığı tarihte; yani 30 Ekim 1918’de Adana’da bulunan Yıldırım Ordu Grubu Komutanlığı’na atanmış olan Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi hükümlerine en sert tepkiyi gösteren kişilerden biri olmuştu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa, “bu hükümlerin aynen uygulandığı takdirde bütün vatanın işgal ve istila edilebileceği” gerçeğini görmüş ve bu konuda yetkilileri uyarmaya çalışmıştı.

Musul’dan sonra İngilizlerin İskenderun’a asker çıkaracaklarını ve şehri işgal edeceklerini öğrenen Mustafa Kemal Paşa, buna oldukça sert bir tepki gösterdi. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği telgraflarda, bu işgallerin haksız olduğunu, İskenderun’a çıkacak İngiliz kuvvetlerine karşı mücadele edeceğini bildirdi. Bunun üzerine telaşlanan Ahmet İzzet Paşa, İngilizlerle olan ilişkinin tekrar bir çatışmaya dönmemesi için Yıldırım Ordu Grubu’nu lağvetti. Yetkisiz ve makamsız kalan Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nezareti emrine alınmış ve İstanbul’a çağrılmıştı. O da 7 Kasım 1918’de de İstanbul’a gitmek üzere trenle Adana’dan ayrılmıştı.

Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a gelmesinden sonra İngilizler İskenderun’u 9 Kasımda işgal ettiler.

6 Kasım’da Çanakkale’ye gelen bir İngiliz Heyeti ile yapılan protokol ile, burada bulunan Türk askerî birliklerinin İstanbul’a gönderilmesi kararlaştırılarak, silah ve cephaneler münasip depolara yığıldı. Boğazları teslim almak amacıyla, 10 Kasım 1918’de İngilizler Çanakkale’ye girdiler ve şehri işgal ettiler.

Diğer taraftan 9ğ12 Kasım 1918 tarihleri arasında 73 parça savaş gemisinden oluşan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan savaş gemileri Çanakkale Boğazı’ndan geçerek, 13 Kasım 1918 günü İstanbul önlerine geldi ve Dolmabahçe önlerine dizildi. Böylece Osmanlı Devleti’nin payitahtı olan İstanbul fiili bir işgale maruz kaldı.

Bir İtilâf devletleri donanması da İzmir limanı önlerine gelmişti. İzmir’de bulunan 8. Türk Ordusu Komutanı Nurettin Paşa direnmek için kuvvetlerinin takviye edilmesini İstanbul’dan istemişti. Ancak, Harbiye Nezareti bunu kabul etmedi ve kuvvetlerin terhisinde ısrar etti. İzmir’e giren İtilaf Donanması burada “Abluka ve seyrüsefer Kumandanlığını” kurdular.

Aralık 1918’de de Fransızlar, Dörtyol, Mersin, Osmaniye ve Adana’yı işgal ettiler. İngilizler ise Batum, Antep, Konya istasyonunu, Ocak ve Şubat 1919’da ise Maraş ve Bilecik, Mart’ta Samsun ve Merzifon ile Urfa’yı, Nisan’da ise Kars’ı işgal ettiler.

İtalyanlara gelince, onlar başlangıçta işgaller için acele etmemişlerdi. Ancak Paris Barış Konferansı ‘nda Yunanistan lehine olan gelişmeleri görünce 28 Mart 1919’da Antalya, 4 Mayıs’ta Kuşadası, 11 Mayıs’ta da Fethiye, Bodrum ve Marmaris’i işgal ettiler. Konya ve Akşehir’e kuvvet gönderdiler.

Mütareke hükümlerine aykırı olarak yapılan bu işgallerin yanı sıra; İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un, İngiliz Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada “Kürt, Arap, Ermeni, Rum ve Yahudilerin Türk egemenliğinden kurtarılacağını” söylemesi, İtilaf devletlerinin gerçek niyetlerini ortaya koyuyordu. İngilizler, bilhassa azınlıkların bağımsızlıklarına yönelik vaatlerde bulunarak onların Türklere karşı cephe almalarını sağladılar. Türklere esaret ve zelil bir hayat hazırlıyorlardı. Bunun bir an önce gerçekleşmesi için de işgallere hız verdiler.

Mütarekenin imzalanmasından 15 Mayıs 1915 tarihinde İzmir’in işgaline kadar gerçekleşen işgaller şu sırayı takip etti:

Fransızlar 11 Aralık 1918’de Dörtyol’u, 17 Aralık 1918’de Mersin’i, 26 Aralık 1918’de Pozantı’ya kadar bütün Adana vilayetini, 3 Şubat 1919’da Çiftehan’ı, 16 Nisan 1919’da Afyon Karahisar istasyonunu;

İngilizler 24 Aralık 1918’de Batum’u, 10 Ocak 1919’da Ayıntab’ı, 13 Ocak 1919’da Cerablus’u ve Karkamış’ı, 23 Ocak 1919’da Konya İstasyonu’nu, 22 Şubat 1919’da Maraş’ı, 27 şubat 1919’da Bilecik’i, 24 Mart 1919’da Urfa’yı, 13 Nisan 1919’da Kars’ı işgal etmişlerdi. İngilizler, ayrıca 9 Mart 1919’da Samsun’a bir müfreze asker çıkarmışlar ve bir kaç gün sonra Merzifon’a bir kıta göndermişlerdi.

İtalyan’lar 28 Mart 1919’da Antalya’yı, 4 Mayıs 1919’da Kuşadası’nı, 11 Mayıs 1919’da Fethiye’yi, Bodrum ve Marmaris’i işgal ettiler. İtalyanlar, ayrıca 2 Nisan 1919’da Konya’ya bir tabur ile 14 Mayıs 1919’da Akşehir’e bir müfreze yerleştirdiler.

Yunanlılar ise 9 Ocak 1919’da Uzunköprü-Hadimköy Demiryolu’nu; İngiliz-Fransız müşterek birlikleri de 1 şubat 1919’da Turgutlu-Aydın Demiryolu’nu işgal ettiler.


İzmir'in İşgali
Paris barış Konferansı’ndan İzmir’in işgali üzerine bir karar çıkınca, Yunanlılar tarafından İzmir’in işgal edilmesi için hazırlıklar yapıldı. İngiliz amirali Calthorpe’e 7 Mayıs 1919’de İzmir’in işgal edileceği hükümeti tarafından haber verildi. Bunun üzerine Amiral İstanbul’dan ayrılarak 13 Mayıs’da İzmir’e geldi. Fransız, İtalyan, Yunan subayları ile bir toplantı yaparak; işgalin nasıl gerçekleştirileceği ve nerelerin işgal edileceği de karar bağlandı. Bu toplantıda İzmir’in bir Yunan tümeni tarafından işgal edilmesi de karar bağlandı. Amiral İzmir valisine ve 17. Kolorduya bir nota ile Mondros Mütarekesinin 7. maddesine göre işgal edileceğini, 15 Mayıs’da yapılacak işgal olayında bir olay çıkmaması için Türk askerlerinin kışlalarından çıkmamalarını; haberlerin engellenmesi için de telgrafhanenin İngilizler tarafından işgal edileceğini de Vali Ali Nadir Paşa’ya bildirdi.

Bu arada Yunan deniz yüzbaşısı Mavroidis, bazı Rumları kiliseye toplayarak İzmir’in Yunan birliklerince işgal edileceğini müjdeledi. Venizelos tarafından gönderilen bildiriyi de okudu. Yerli Rumlar “Megalo İdea”nın gerçekleşeceği sevinciyle coşmaya başladılar. Türk milleti için kara günler başlamıştı.

Diğer taraftan İzmir’in işgal edileceğini haber alan Türkocağı üyeleri ve İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından kurulan Redd-i İlhak Heyet-i Milliyesi, müslüman Türk halkını Meşatlık’ta yapılacak mitinge davet eden bildiriler yayınlayarak, halkı mitinge çağırdılar.

15 Mayıs 1919 sabahı Yunan ve İngiliz savaş gemileri İzmir limanına girdiler. Karaya Yunan askerleri çıkınca kilise çanları çalıyor, kadınlı erkekli yerli Rumlar büyük bir coşku ile onları karşılıyorlar ve İzmir Metropoliti tarafından Yunan askerleri takdis ediliyorlardı. Yunan askerleri şehir içinde ilerlemeye başlayınca gazeteci Osman Recep Nevres (Hasan Tahsin) Yunan bayrağını taşıyan askeri öldürerek Türk milletinin sesini duyurdu. Kendisi de şehit oldu. Bu olayı takiben Yunan askerleri askeri kışlayı işgal ettiler. Türk askerlerine karşı konulmaması ve kışladan çıkılmaması emredildiğinden askerlerimiz silah kullanmadı. Askerlerimizin üzerindeki paraları ve kıymetli eşyaları alındı. Hakaretler edildi. Bir kısmı da öldürüldü.

Esir olarak alınan Türk askerleri ve sivil halka akla hayale gelmeyen işkenceler yapıldı. Zito Venizelos demeyen Albay Süleyman Fethi Bey şehit edildi. Kolordu Başhekimi Yarbay Şükrü Bey de şehit edilenler arasındaydı. Yunanlılar hem askerlerimizi, hem de sivil halkı katlettiler. Öldürülen Türklerin cesetleri rıhtımdan denize atıldı. Yunan katliamı o derece vahşete dönüştü ki, İngiliz subayları askerlerin bu manzarayı görmemesi için gemilerinin korkuluklarına tente çektirdiler. Yunan askerleri katliamlar yanında Türklere ait dükkanları ve evleri de yağmaladılar, kadınları ve çocukları öldürdüler. Öldürdükleri Türklerin ayaklarına taşlar bağlayarak denize attılar. Kadınların, kızların ırzlarına tecavüz ettiler. Yunan işgali kısa zamanda İzmir’in dışına da çıkıp 16 Mayıs’ta Urla, 17 Mayıs’ta Çeşme, 20 Mayıs’ta Torbalı, 22 Mayıs Menemen, 25 Mayıs Manisa, Bayındır, Selçuk, 27 Mayıs Aydın, 28 Mayıs Ayvalık ve Tire, 29 Mayıs Turgutlu, 4 Haziran Nazilli, 5 Haziran Akhisar, 12 Haziran Bergama işgale uğradı.

İşgallerin başlamasıyla bütün Türkiye’de büyük bir kaynaşma meydana geldi. Ordu birliklerinin yerlerinden oynatılması ve terhis, askerî malzeme ve silah nakliyatı, yerlerine dönen göçmenler, işgal kuvvetlerinin gidiş gelişi, Türkiye’de bulunan Alman ve Avusturya asker ve subaylarının sevki, başta İstanbul olmak üzere önemli merkezleri ve yolları devamlı bir harekete sahne yaptı. Hiçbir yerde nizam, intizam kalmamıştı. Memleketin her tarafı asker firarileri, hapishane kaçkınları ile dolmuş, Anadolu adeta eşkıya yatağı olmuştu. Binlerce aziz şehidi toprağa gömen, yüzbinlerce öksüz çocuğa, sakat ve kötürüm insana şahit olan bu millet artık yeni bir maceraya sürüklenmek de istemiyordu.​
 
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON KONULAR
Lozan Barış Antlaşması bởi Talebe,
Büyük Taarruz bởi Talebe,
II. İnönü Savaşı bởi Talebe,
I. İnönü Savaşı bởi Talebe,
Düzenli Orduya Geçiş bởi Talebe,
Mütareke Dönemi
Mondros Mütarekesi ve Azınlıkların Faaliyetleri
Zararlı Cemiyetler
Mütarekeden Sonra Osmanlı Devleti

Mondros Mütarekesi ve Azınlıkların Faaliyetleri
a) Rumların Faaliyetleri

Mondros Mütarekesinin imzalanmasını müteakip Anadolu’nun muhtelif yerlerinde işgaller başladı. İngiltere ve diğer batılı devletlerin desteği ile Yunanlılar da İzmir’i işgal ettiler. Yunanlıların İzmir’i işgaliyle başlayan ilerleyişleri iç kısımlara doğru devam edecektir. Yunan askerlerinin Anadolu’ya ayak basmasıyla birlikte yıllarca içimizde yaşayan Osmanlı Devleti’nin tebaası olan Rumlar da Yunan askerleriyle birlikte, Türklere karşı katliamlara başladılar. Çünkü Rumları teşkilatlandıran ve Müslüman-Türk düşmanlığını onlara aşılayan başta Fener Patrikhanesi olmak üzere birçok Yunan-Rum cemiyetleri vardı. Bu cemiyetleri şöyle sıralayabiliriz.​

Etnik-i Eterya Cemiyeti​

Fener Rum Patrikhanesi ve Kiliseler

Mavri Mira Cemiyeti

Pontus Cemiyeti

Trakya Komitesi

Rum İzci Teşkilatı

Rum Matbuat Cemiyeti

Beyoğlu Rum Edebiye Cemiyeti

Rum Ticariye Cemiyeti

Asya-yı Suğra Cemiyeti

Rum-Yunan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti

Rum-Yunan İttihad-ı Milliye Cemiyeti

Yunan-Rum Sahib-i Ahmer Cemiyeti

Yunan Bahriye İdaresi

Yunan Ahz-ı Askeri Şubesi

Yukarda adlarını verdiğimiz cemiyetlerin tamamı da Patrikhaneden maddî ve manevi destek alıyordu. Cemiyetleri, maddi olarak Yunan Kızılhaçı ile Atina ve Selanik bankaları destekliyordu.​

Fener Rum Patrikhanesi​

Fener Rum Patrikhanesi, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren siyasî faaliyetlerini artırarak “Megalo İdea” yani “Büyük Fikir” “Büyük Ülkü”yü gerçekleştirmek istemiştir. Bu büyük fikir ise Bizans İmparatorluğu’nu diriltmek, Büyük Yunanistan’ı kurmak idi. Aslında, Yunanlılar’ın Bizansla bir ilgisi yoktur. Ama onlar, Hristiyan devletlerin desteğini almak için kendilerini Bizansın varisi olarak gösteriyorlardı. Yunanlı ilim adamlarından Prof. Dr. Luvaris kilisenin faaliyetini şu sözlerle açıklamaktadır: “Kilise muayyen ölçüde çöken ülkenin haklarının mirasçısı halinde yükseltildi. Patrik, Hristiyanlar için Bizans İmparatorluğunun yerini aldı ve bununla imparatorun kıyafetini ve Bizans devlet alametlerini bu arada iki başlı kartalı da aldı.”

Görüldüğü gibi Patrikhane “Megalo İdea”nın adeta bekçisi ve takipçisi olmuştur. Bu çalışmalarının meyvesini de, II. Mahmud zamanında Mora isyanını çıkartmak ve Etniki Eterya Cemiyetine verdiği destek sonunda Yunanistan’ın kurulmasıyla almıştır.

Fener Rum Patrikhanesi, Yunanistan bağımsız bir devlet haline geldikten sonra, bu devletin sınırlarının genişlemesi ve Osmanlı devletinden devamlı toprak alınması için çalışmalarına devam etmiş ve Yunanistan’ın emrinde çalışmıştır. Daha doğrusu, Yunanistan devletini kurdurmuştur. Girit’in Türklerden alınmasından sonra, Venizelos başbakanlığa geçmiş ve Adalar Denizini bir “Yunan Denizi” yapmak gayesiyle, adalardaki Rum-Yunan halkın ayaklanmaları için Patrikhane ile işbirliği yapmıştır.

Mondros Mütarekesinden sonra da Fener Patrikhanesi Türkler aleyhindeki çalışmalarına devam etti. Askerî ve siyasî kuruluşların birlikte çalışmaları sağlandı.

Rum Matbuat Cemiyeti adı ile teşkilatlanan Rumlar, cinayetlerini gizlemek için bu adı seçmişlerdir. Cemiyet, toplantılarını Yunan Konsolosluğunda yapıyordu. Cemiyetin sekiz üyesinden beşini yerli Rumlar, üçünü de Yunanlılar oluşturuyordu. Cemiyet, verilen emirler doğrultusunda cinayetler, suikastler işledi. İtilaf Devletlerini harekete geçirerek İstanbul hapishanelerindeki beşyüzden fazla Rum ve Ermeni’yi tahliye ettirdi.

Matbuat Cemiyeti, Rum İzcilik Cemiyetini geliştirdi. İzcilik Cemiyeti Kadıköy, Beyoğlu ve İstanbul olmak üzere beşyüzer kişilik gruplar halinde organize olarak başlarına Yunan subayları getirildi. Bunlar, Türkleri katletmek için görevlendirildiler.

Ayasofya’yı kiliseye çevirmek isteyen Rumlar, caminin çevresindeki müslümanlara ait ev ve arsaları yüksek fiyatla satın almaya başlayınca, duruma Evkaf Nezaretince el konularak, emlakini satmak isteyenlerin ev ve arsaları alındı. Bir Türk askerî birliği de cami avlusuna yerleştirildi.​

Mavri Mira Cemiyeti​

Rum-Yunan faaliyetlerinin başka bir ad ile ortaya çıkmasıdır. Cemiyet Yunanistan’dan her türlü yardımı almaktaydı. Rumları silahlandırarak müslüman Türk halkını öldürtüyorlardı. Silahlı Rumlar, Türklerin oturduğu kasaba ve köyleri yakıp yıkarak büyük zararlar veriyorlardı. Ege, Marmara, Tekirdağ, Kırklareli, Üsküdar tedhişçilik yaptıkları bölgelerdi. Kartal ve Pendik bölgesinde küçük yaştaki Türk çocuklarını öldürdükleri gibi, ırzlarına da tecavüz etmişlerdi.​

Kordos Komitesi​

Rumların silahlı örgütlerinden birisi de Kordos komitesidir. Rusya’dan getirdikleri Rum ve Ermenileri silahlandırarak muhtelif bölgelere gönderiyorlardı. Komitenin başkanı Yunanistan’lı bir Rum’du. Özellikle Samsun ve çevresinde daha çok faaliyet gösteriyorlardı.​

Pontus Cemiyeti​

Karadeniz bölgesinden İç Anadolu’nun kuzeyine kadar olan sahada Pontus devleti kurmak amacıyla 1904’te kurulmuş bir Rum Cemiyetidir. Bütün cemiyetlerin destekçisi olan Fener Rum Patrikhanesi Pontus faaliyetlerini de destekliyordu. Cemiyetin merkezi İstanbul idi. I. Dünya Harbi sırasında Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu kötü durumu fırsat bilerek Samsun, Çarşamba, Bafra ve diğer Karadeniz sahillerindeki Rumları silahlandıran cemiyet; bu silahlı çetelere yol kestiriyor, Türklere ait köy ve kasabaları yağmalattırıyor, müslüman halkı öldürtüyordu. Özellikle, İstanbul’un işgalinden sonra Pontusçuların katliamları arttı. Amasya, Tokat, Samsun bölgelerinde binlerce Türkü öldürdüler, mallarını gasbettiler. Pontuscu Rumların teşkilatlanmasında Merzifon Amerikan Koleji de önemli rol oynadı. Pontus adlı gazete ve dergi çıkarıyorlar, kuracakları devletin haritasını bastırıyorlardı. Haritaya göre; Batum’dan İstanbul boğazına kadar Karadeniz kıyıları ile Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane, Erzincan vilayetlerini içine alan bir Pontus Devleti kurulacak ve merkezi de Samsun olacaktı. Pontus Cemiyeti’nin organizesinde Amasya metropoliti Yermanos ve Samsun metropoliti Tekomanidis önemli rol oynamışlardır.​

Ermenilerin Faaliyetleri​

Osmanlı Devleti’ni yıkmak isteyen İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı tebaası Hristiyan azınlıkları örgütleyerek devlete karşı kullanmışlardır. Rum cemiyetleri yanında Ermeni cemiyetleri de kurdurmuşlardır. Ermenileri Osmanlı devletine karşı silahlandıran ve teşkilatlandıran kuruluşlar Taşnaksutyun ve Hınçak cemiyetleridir. 1877ğ1878 Osmanlı-Rus harbinden sonra İngiltere’nin isteği ile Ermeni meselesi gündeme getirilmiş ve Ermenilerin yaşadığı yerlerde ıslahat yapılması maddesi Berlin Andlaşması’na konulmuştu. Bu tarihten sonra, Ermeniler Osmanlı Devleti’ne karşı devamlı kullanıldılar. II. Abdülhamid’e suikasttan banka soygunlarına kadar birçok olaylar çıkardılar. Bu olaylar I. Dünya savaşı sırasında da devam etti. Ruslar Doğu Anadolu’yu işgal edince, Ermeniler fırsattan istifade ederek, kurdukları silahlı çetelerle ve Osmanlı ordusundan kaçan Ermenilerle birçok olaylar çıkardılar. Müslüman halkı katlettiler. Bu isyanlardan ilki Maraş ilimizin Zeytun (Süleymanlı) kasabasında çıkarıldı. Ermeniler, hükümet konağını işgal ederek jandarmaları öldürdüler. Çıkan çatışmada binbaşı Süleyman Bey olmak üzere yirmibeş askerimizi şehit ettiler. Dağlara çıkan Ermeni çeteleri, müslüman köylerini yakıp yıktılar. Ermeniler Maraş bölgesi dışında Bitlis yöresinde de birçok olaylar çıkardılar. Elazığ, Diyarbakır, Sivas, Ankara ve Trabzon’da sayısız olaylar çıkararak müslüman Türkleri öldürdüler.

Van’da olay çıkaran Ermeniler polislere, jandarmalara ve kışladaki askerlere saldırdılar. Birçok binayı bombaladılar, müslüman halkın oturduğu mahalleleri ateşe verdiler. Van’da 23 gün kanlı olaylar devam etti ve şehri tamamen işgal ettiler. Müslüman halkın binlercesi katledildiği gibi, kadınların ırzlarına tecavüz ettiler. Müslüman Türk kadınlarını ve kızlarını toplayarak binbir işkenceyi, rezaleti yaptılar. Hamile kadınların karınlarından süngülerle çocukları çıkarıp parçaladılar. Van şehrimiz tamamen bir kan deryasına döndü. Van’da 1500 kadar kadın ve çocuk kalmıştı. Bu kalanları da Van’da görevli Amerikalılar korumuşlardır.

Van şehrimiz Ermeniler tarafından Ruslara teslim edildi. Ermeniler Van’da geçici bir hükümet teşkil ederek kuracakları Ermeni devletini 14 eyalete ayırdılar. Ermeni zulüm ve vahşeti her tarafta arttı. Ordudaki Ermeni askerleri de silahlarıyla kaçarak Ermeni komitecilerine katıldılar. Ermenilerin yaptıkları bu zulmün, vahşetin önüne geçmek için Hükümet 14 Mayıs 1915’de “Tehcir Kanunu”nu çıkardı. Bu kanunla Ordu, Kolordu, Tümen ve Müstakil Mevki Komutanlarına yetkiler verildi. Asayişin sağlanması için bölge halkı başka yerlere göç ettirilecekti.

Ermeniler, göç ettirilme sırasında müslümanları öldürmeğe devam ettiler. Şarki Karahisar’da müslüman mahalleleri ateşe vererek yaktılar. Şehir baştan başa yakıldı. Ermenilerle buradaki mücadele yirmibeş gün devam etti.

Ermeniler Urfa’da da büyük olaylar meydana getirdiler. Şehirdeki mevcut polis ve jandarma Ermenilerin çıkardığı olayları önleyemedi ve 4. Ordudan yardım istendi. Ermenilerle Urfa’da çarpışma uzun müddet devam etti. Bu arada I. Dünya Harbini sona erdiren anlaşmalar yapıldı. Osmanlı Devleti de Mondros Mütarekesini imzaladı. Mütareke ile birlikte Sadrazamlık makamına Damat Ferit Paşa getirildi.

İttihatçı düşmanlığı ile tanınan Damad Ferid’in yaptığı işlerden ilki, Ermenilere ve İtilaf Devletleri’ne hoş görünmek için önceki hükümetin verdiği emirleri yerine getiren ve Ermenilerin Boğazlıyan’dan çıkmalarını sağlayan Kaymakam Kemal Bey’i, Kürt Mustafa Paşa Divan-ı Harbinde idama mahkum ettirmek olmuştur. 8 Nisan 1919’da idam kararı verilen Kemal Bey, 10 Nisan 1919’da idam edildi. Ermenilerin yaptıkları katliamları görmezlikten gelen ve adeta bir Ermeni gibi davranan Sadrazam Damad Ferid; Ermeni tehcirini (göçünü) “o vakitki Osmanlı Hükümetinin bir eser-i vahşeti” diye tasvir ettiğini söylemiştir.

Damad Ferid Paşa’nın acizliği ve ihaneti Ermenileri daha da cesaretlendirmiş ve Ermeni temsilcisi Bogos Nubar Paşa mütarekeden bir ay sonra 30 Kasım 1918’de İtilaf Devletlerine müracaatla müstakil bir Ermenistan devleti kurulmasını istemiştir. Ermeni patriği Zaven Efendi de 12 Şubat 1919’da Paris ve Londra’ya giderek Fransa ve İngiltere devlet adamlarıyla görüşerek bağımsız bir Ermeni devleti kurulması için yardım istemiştir. Ermeni temsilcileri 26 Şubat 1919’da “Onlar Konseyi”nde Ermeni isteklerini açıkladılar. Bu isteklere göre Vilayet-i Sitte denilen altı vilayetle birlikte (Erzurum, Bitlis, Sivas, Van, Elazığ, Diyarbakır) Maraş, Kilikya (Çukurova bölgesi) Trabzon’un bir kısmını da içine alan bir Ermenistan devleti kurulacaktı.

Ermeni isteklerini görüşen “Onlar Konseyi”nin üyelerinin bir kısmı Ermeni isteklerini çok abartılı buluyorlardı. Kurulacak bir Ermeni devletinin savunulması, ordusuna verilecek silah, cephanenin karşılanması, yıllarca sürecek bir maddi yardım ve hangi devletin mandaterliğinde olacağı konuları üzerinde tam bir anlaşma sağlanamadı. İngilizler ve İtalyanlar kuvvet veremeyeceklerini belirttiler. Sadece Fransa askerî kuvvet vereceğini söyledi. Amerikan Cumhurbaşkanı Wilson, Senato’nun tasvibi şartıyla Ermeni mandasını kabul edebileceğini söyleyerek Ermeni isteklerine destek verdi.

Ermenilerin isteklerinde direnmelerinde, Damad Ferid’in, Ermenilere özerklik verileceğini söylemesi de etkili olmuştur. Ermeniler, müstakil bir devlet kurmak istediklerinden Damad Ferid’in bu teklifini de kabul etmemişlerdir. Ermeni zulüm ve vahşeti de ancak Türk askerinin süngüsüyle sona erdirilebilirdi ki, sonuçta öyle olacak; Kâzım Karabekir Paşa Ermeniler üzerine sefer için görevlendirilecek ve 3 Aralık 1920’de Gümrü Andlaşmasıyla mesele halledilecektir.


Zararlı Cemiyetler
Milli Mücadele’de azınlıkların kurduğu cemiyetlerin yanında milli çıkarlarımızla bağdaşmayan, milli birlik ve beraberliğimizi bozucu, işgalci devletlerin destek ve yardımlarıyla Türkler tarafından kurulan cemiyetler de mevcuttur.

a) Kürt Teali Cemiyeti

Bedirhani, Baban ve Şemdinan aşiretlerinden İstanbul’da oturan Kürt aileler ve entellektüel aydınlardan kurucuları arısında; “Ayan azasından cemiyet başkanı Seyit Abdülkadir, Başkan vekilleri Babanzade Mustafa Zihni Paşa, Bedirhani Emin Ali, Molla Said, Bediüzzaman (Said-i Nursi), Katipler: Babanzade Abdülaziz, Seyit Abdullah ve Şefik Beylerden oluşmaktadır.”

6 Kasım 1917’de kurulan cemiyet Dahiliye Nezareti’ne 7 Aralık 1918 tarihinde bir yazıyla başvurmuş; Dahiliye Nezareti 19 Şubat 1919 tarih ve 74 sayılı kararla kurulma izni vermiştir.

Başta kendisini; “1908 yılında kurulan Osmanlılık idealine bağlı bir hayır cemiyeti görünümünde olan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyetinin devamı gibi gösterdiyse de asıl amacı: mütarekenin yarattığı elverişli koşullardan yararlanarak bağımsız bir Kürt Devleti kurmaktı”.

Merkezi İstanbul’da bulunan cemiyetin Diyarbakır, Bitlis, Mardin, Erzurum, Elazığ, Van vilayetlerinde şubeleri ve geniş manada faaliyetleri vardı.

Türk milletinin aleyhinde çalışıp, Türk toprakları üzerinde İtilaf Devletlerinin menfaatleri doğrultusunda propaganda yaparak Osmanlıyı içten yıkmak için ellerinden gelen gayreti göstererek Millî Mücadele’yi aksatma çalışmalarıyla zararlı hale geldiler.

Seyit Abdülkadir ve ekibinin, Kürtleri Türkler’den ayrı bir kavim sayarak birbirlerine düşman ilân etmeye çalışması Wilson ilkelerinden faydalanarak bağımsız bir Kürdistan kurmayı amaçlaması; bütün Türkler ve en çok Doğu Anadolu vilayetleri halkı tarafından şiddetle reddedildi.

Doğu illerine Kürt memurların atanmasını isteyen kuruculardan Avni Paşa, Mevlanzade Rifat, Haydarizade İbrahim Efendi, Abuk Ahmet Paşa’dan oluşan grup; sonuç olarak “Kürdistan”a bir Kürt vali atanması ve belli sayıda Kürt görevlinin gönderilmesi fikrini benimsettiler.

Ali Bedirhani’nin Diyarbakır Valiliğine, Hamdi Paşa’nın 10. Kolordu komutanlığına, bir başka Kürt’ün Mardin valiliğine atanması işlemi; İngiliz Yüksek komiserliğinin Ali Bedirhani’ye güvenmemesi ve konunun Osmanlı Devletinin iç işlerine müdahele olacağı düşüncesiyle gerçekleşmedi. Bu arada yapılan 1919 Meclis-i Mebusan seçimlerini de bir dernek değilmiş gibi “Anadolu’da Kuvayı Milliye’nin seçime faal bir surette müdahele ettiği gerekçesiyle veto edip katılmadı”.

Kendilerini Kürt davasının tek temsilcisi sayan cemiyet üyeleri, İstanbul’da bulunan İngiliz, Fransız, Amerikan komisyon üyelerini ziyaretle isteklerde bulundular. 4 Ağustos 1919’da Amerikan heyetiyle İstanbul’da Seyit Abdülkadir başkanlığında görüşen cemiyet üyeleri; “Kürdistan hudutlarının gösterildiği bir haritayı vererek denize de bir çıkışlarının bulunmasını istediler”.

Amerikan Komiserinin Kürdistan’ın büyük bir kısmını içine alan Ermenistan Devleti’nin kurulmasına karar verildiğini söylemesi üzerine kızan Bediüzzaman Said Nursi cevaben; “Kürdistan eğer deniz sahilinde olsaydı harp gemilerinizle belki bu kararı tatbik edebilirdiniz. Fakat Kürdistan dağlarına gemileriniz çıkamaz bu kararınız da uygulanamaz.” dedi. Amerika’dan Kürt milli haklarına yardımcı olmaları yönündeki isteklerine Amerikan Komiseri; “Sen kendin yardımcı ol, Allah da sana yardım eder” diyerek toplantıyı sona erdirdi.

“Jin” ve “Kürdistan” dergileri çıkararak, boş yere fırtına koparıp Türk halkından toprak isteyen Kürt Teali Cemiyeti üyeleri, Kürt Şerif Paşa’nın Paris’teki girişimlerini desteklediler. “Barış Konferansına iki muhtıra ve bir Kürdistan haritası sunan Şerif Paşa, Ermeni temsilci Bogos Nubar Paşa ile de bir andlaşma yaptı. Cemiyet üyelerinden Arif Paşa başkanlığında oluşturulan heyet de destek vermek üzere Paris’e gönderildi.”

Paris Barış Konferansı’nın devam ettiği bir sırada; Seyit Abdülkadir’in bir gazeteciye; “Şerif Paşa’nın cemiyetlerinin delegesi olduğunu, Kürtleri temsil edebileceği ve altı doğu vilayetinde Kürtlerin çoğunlukta bulunması nedeniyle bu iller için özerklik istendiğini, ancak Ermenilerin mi yoksa Kürtlerin mi çoğunlukta bulunduğunu İtilaf Devletlerince oluşturulacak bir kurulun yerinde araştıracağını, bunun için Ermeni temsilci ile andlaşma yapıldığını söylemesi tepkilere neden oldu.” Kürt aşiret ahalisi de Şerif Paşa’nın gereksiz vekilliğine karşı durdu. Bunun üzerine, konferanstan çekilen Şerif Paşa’nın davranışını, Seyit Abdülkadir Ermeniler lehine çıkacak bir kararın sebebi olabileceğini düşünerek 17 Mayıs 1920’de Paris’e konfrans delegelerine çektiği telgrafında; “Kürtlerin Şerif Paşa’nın çekilmesiyle konferansta temsil edilmediğini bu nedenle konferansın alacağı kararların Kürtleri bağlamayacağı hatta kararların geçerli sayılmayacağını duyurdu.”

İtilaf Devletleri’nin Kürtleri, Türklerden ayrı olarak düşünmeyip Paris Barış konferansında Ermeniler lehine aldığı kararlar Kürt toplumunda ikiliğe yol açtı. Kürdistan’ın bağımsızlığından vazgeçen Seyit Abdülkadir, Osmanlı toprak bütünlüğü içinde bir Kürt otonomisi fikrini savunurken, radikallerden oluşan ikinci grup hâlâ bağımsız Kürdistan hayaliyle yaşadılar.

Meclis-i Mebusan’daki Kürdistanla ilgili tartışmalar, Seyit Abdülkadir’in İstanbul gazete sütunlarında yer alan “Kürtler bağımsızlık istemiyorlar” açıklaması teşkilatta bölünmeyi hızlandırdı.

Kürt Teali Cemiyeti içindeki çekişmeler 1919’un son ayları ile 1920 yılı içinde hızlandı. Osmanlı hükümetinin de Haziran 1920’den itibaren cemiyet şubelerini kapatışı ve bazı üyelerini tutuklaması cemiyet içindeki huzursuzluğu artırdı. Siyasî hayatı sona doğru hızla ilerledi. Üyelerinin herbirinin kafasından ayrı bir ses çıkması cemiyetin kapanmasıyla ilgili bir kararında alınamayışına sebep oldu. Destek verdiği; “Kürt Tamimi Maarif Cemiyeti, Kürt Talebe Hevi Cemiyeti ve Kürt Kadınları Teali Cemiyetiyle birlikte Milli Mücadele sonunda T.B.M.M. hükümetinin kuruluşuyla son buldu.

b) İslâm Teali Cemiyeti

Suna Kili’nin, Türk Devrim Tarihi’nde Teali-i İslâm (müslümanları yükseltme yüceltme) Derneği diye tanımladığı cemiyet İstanbul Süleymaniye Elmaruf mahallesi Kirazlı Mescit sokağı No 17’de 19 Şubat 1919 tarihinde (Cemiyet-i Müderrisin) adıyla kuruldu.

Kurucuları; Başkan Darülhilafetül-aliyye İptidai Dahil Medresesi Müdürü Umumisi İskilipli Mehmet Atıf Efendi, Başkan yardımcısı Sahn Medresesi Arap Edebiyatı Müdürü Konyalı Abdullah Atıf Efendi, Katip; Süleymaniye Tarihi Edyan Müderrisi Bergamalı Mehmet Zeki Efendi idi.

Konya’da şubesi bulunan cemiyetin amacı: Din ve devlet ayrılığına taraftar olmadan ilmî, ahlakî ve sosyal yollarla siyasî hayata tesir etmek; Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü kötü durumdan ve bunalımdan kurtulması için dinî esaslara dayalı olarak hilafet ve saltanatın nüfuzunu kuvvetlendirmekti.

Cemiyet ayrıca; “Düşmana karşı direnmenin yararsız olduğu görüşünde ve halifeye bağlılıktan başka bir şeyin memleketi kurtaramayacağı düşüncesinde idi.”

Bu gaye etrafında çalışan cemiyet üyeleri Hürriyet ve İtilaf Fırkası safında; Anadolu millî hareketine karşı cephe almada birleştiler. Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı gazetelerde muhtelif konularda çeşitli makale ve beyannameler yayınlayarak Milli Mücadeleyi baltaladılar.

c) İngiliz Muhipleri Cemiyeti

Milli birlik ve beraberliğimizi bozucu kuruluşların hepsinin birleştikleri nokta; “Osmanlı Devleti artık egemen bir devlet halinde yaşayamaz. Varlığını koruması, ancak himaye altına girmesiyle mümkündür” görüşüdür.

Yukarıdaki cümleden hareketle, 20 Mayıs 1919 salı günü kuruluş beyannamesi Dahiliye Nezareti’ne verilen İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin beyannamesinin sonunda şöyle deniyordu: İngiltere devleti fahimesinin muaveneti hayırhahanesiyle memalîk-i Osmaniyenin temin ve vahdeti hukuku için; “İngiliz Muhipler Cemiyeti” namıyla bir cemiyet teşekkül etmiştir”.

İngiliz David Lloyd George (1863ğ1945)’un Türkiye üzerindeki planlarını gerçekleştirmek için kurulan cemiyetin kurucuları arasında eski Dahiliye Nazırı Memduh Paşa, Şehremini Cemil Paşa, damadı Hazreti şehriyari Ahmet Zülküfül Paşa, Mahkeme-i Temyiz reisi Ali Rüşdi Efendi, sabık Şurayı Devlet azası Said Molla ve İngiliz ajanı Rahip Dr. Robert Rew Frew gibi ünlüler vardı.

Gazi Mustafa Kemal Nutuk’ta cemiyetin biri açık diğeri gizli iki amacının olduğunu belirtir ve devamla: “asıl faaliyeti gizli cehti olup, memleket içinde teşkilat yaparak isyan ve ihtilal çıkarmak, milli şuuru felce uğratmak, ecnebi müdahelesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsleri vardı” der.

İngiliz casusluğu görevini de yürüten Muhipler Cemiyeti üyeleri, Frew’in talimatıyla, İstanbul’un en yoksul semtlerindeki Türk ailelerine hergün çok miktarda et dağıtarak işe başladı.

İngiliz ekonomik sermayesiyle güçlenen teşkilat, desteklediği diğer yan kuruluşlarla Anadolu’da oluşan Kuvâ-yı Milliye’yi yok etmeye yönelik hareketini hızlandırdı.

Marmara ve Ege bölgelerinde çıkan isyanlar dahil, Konya-Bozkır ayaklanmaları ile Konya Delibaş Mehmet İsyanı hareketinde de büyük rolleri olan cemiyetin yayın organı “İstanbul” gazetesiydi.

Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile sıkı işbirliğinde olan teşkilatta ikilik ortaya çıktı. Miralay Sadık-Gümülcineli İsmail grubu 22 Eylül 1921 tarihinde bir kongre yapıp yeni idare heyeti oluşturduysa da Rahip Frew’in desteğindeki Mustafa Sabri-Said Molla grubu da noter huzurunda 19 Ekim 1921 tarihinde ikinci bir alternatif kongre yaptılar. Fakat Millî kuvvetlerin Anadolu’ya hakim olmalarıyla siyaset sahnesinden silindiler.


Mütarekeden Sonra Osmanlı Devleti
İstanbul Hükümeti, mütarekeden sonraki ilk altı aylık dönemini Osmanlı Devleti’ni I. Dünya Savaşı’na soktuğu ve devleti bugünkü olumsuz ortama sürüklediği gerekçesiyle ittihatçıları sorgulamakla ve İngilizlerle yeniden dostluk kurmanın yollarını aramakla geçirdi. Hükümetin ittihatçılara yönelttiği suçlamalar ve intikam duygusu, zaman zaman Sultan Vahdeddin’in de basın açıklaması yapmasına sebep oldu. Bunlardan biri daha sonra ciddi tartışmalara da sebep sebebiyet verecek olan New York Herald muhabirine yaptığı açıklamasıydı. Sultan bu açıklamasında “İttihatçılara savaş ilân etmiş bulunuyorum” diyerek, ittihatçılara olan kızgınlığını dile getiriyordu.

Halbuki, ittihatçıların lideri konumundaki üç isim Enver, Talat, ve Cemal Paşa’lar ile partinin önde gelen isimlerinden Bahattin Şakir ve Dr. Nazım Bey’ler 2 Kasım 1918 tarihinde Odesa’ya giden bir yabancı gemiye binerek İstanbul’dan gizlice ayrılmışlardı. O sırada Sadrazam olan ve ittihatçılıkla suçlanarak istifaya zorlanan Ahmet İzzet Paşa’ya yolladıkları bir mektupta kaçış sebeplerini “düşman donanması İstanbul’a geldiği zaman orada bulunmak istemedik. Arkamızdan söylenen ve söylenecek olan iftiralara ileri de cevap vereceğiz...” şeklinde açıkladılar.

Başta Sultan ve Damat Ferit olmak üzere, İttihatçılar sözde Ermeni katliamcısı olarak suçlanıyordu. Sultan’ın 23 Kasım 1918’de gazetecilere verdiği demeçte “...Eğer o zaman saltanat makamında bulunsaydım elbette bu elem verici sonuç hiçbir zaman meydana gelmezdi. Türkiye’de bazı siyasî komiteler tarafından Ermeniler hakkında reva görülen işlemleri, sonradan büyük bir üzüntü ile öğrendim. Bu gibi kötülüklerle aynı vatanın çocukları olan insanlar arasında geçmiş olan karşılıklı kıyımlar kalbimi çok derinden yaralamış bulunmaktadır. Tahta geçtiğim günden başlamak üzere bu çeşit olaylara yol açanların en ağır şekilde cezalandırılmaları için derhal inceleme ve araştırma yapılması emri vermiş bulunmaktayım...” dedi. Bu gelişmelerin ardından İtilaf devletleri sözde bu katilleri seçen Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması için baskı yapmaya başladı. Baskılara daha fazla dayanamayan padişah, 21 Aralık 1918’de “zaruri siyasî sebepler” gerekçesiyle meclisi dağıttı.

Bu dönemde Saray’ın Müttefik devletlere karşı tutumu tam bir teslimiyetçilik içindeydi. Yalnız I. Dünya Savaşı’nda, yaklaşık 325.000 can kaybedilmiş, mütareke ile askerî güç tamamen kalkmıştı. Düşmana karşı kuvvet kullanılamayacağı fikri; Saray’a, yönetici kadroya ve bazı aydın çevrelere hakimdi. Bu teslimiyetçi tutum, müttefiklere güçlük çıkarılmadığı taktirde, Türkiye’nin lehine anlayış gösterileceği umuduna dayanmaktaydı. Bu yüzden, başta Sultan Vahdeddin ve Damat Ferit olmak üzere bir kısım Osmanlı devlet adamı ve aydını, İngiltere’nin himayesinin kabul edilmesini savunuyorlardı. İstanbul’da faaliyet gösteren İngiliz Muhipleri Cemiyeti de aynı amaç için çalışıyordu. Nitekim böyle bir antlaşma 12 Eylül 1919 tarihinde gizli olarak imzalanmıştı. Antlaşma gereğince “Osmanlı Saltanatı, Büyük Britanya Mandası altına geçmeyi kabul ediyor ve hilâfetin ruhanî ve manevî kudretini İngiliz menfaatine hakim kılınacağını” taahhüt ediliyordu.​
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt