OSMANLI DEVLETİ'NDE TAŞRA TEŞKİLÂTI

osmanli-taşra-teşkilati.jpg

1-İDARÎ TAKSİMAT


a)Eyalet Teşkilâtı



Osmanlı Devleti'nde taşra idaresi, aşağıdan yukarıya köy, nahiye, kaza, sancak ( = liva) ve eyalet şeklinde teşkilâtlanmıştı. Kendisine bağlı köylerle birlikte nahiyelerin birleşmesiyle kazalar meydana gelmişti. Kazaların birleşmesinden sancaklar, sancakların birleşmesinden ise eyaletler ortaya çıkmıştı. Ancak şurası belirtilmelidir ki, Osmanlı Devleti'nin ilk zamanlarında eyalet, vilâyet, liva, kaza ve nahiye tabirlerinin birbirinin yerine kullanıldıkları görülmektedir (Nitekim beylerbeyilik olmayan çok küçük yerler eyalet adı ile belirtildiği gibi, nahiye kelimesinin de berlerbeyilik karşılığı kullanıldığı bilinmektedir). İdarî teşkilâtta en fazla yere sahip birimler kaza ve sancaklardı. Kazalarda yönetici sınıf olarak kadı, alaybeyi ve subaşılar bulunurdu. Bunlardan kadılar askerî olmayan şer'î ve hukukî hususlardan sorumluydu. Bunlar ayrıca kazanın iaşesinin temini, belediye, adliye işleri, hükümet tarafından merkezden istenilen şeylerin temin ve tedariki ile de vazifeliydiler. Subaşılar ise kazanın asayişini sağlamakla yükümlüydü; askerî meseleler de alaybeyinin yetkisinde idi. Beylerbeyine bağlı kazalarda ise inzibat ve askerî idare timar subaşısına aitti. Kazaların birleşmesiyle teşekkül eden sancaklar (Osmanlı Devleti'nden önce Türk-İslâm geleneğinde sancak, hutbe ve sikkelerde hükümdarın adının geçmesiyle beraber bağımsız bir siyasî otorite sembolü olarak kullanılmıştır), sancakbeyi ismi verilen bir kişi tarafından kanun ve nizamlar çerçevesinde idare edilirdi. Sancak kelimesinin XIV. yüzyılda Osmanlı idarî teşkilâtında yer aldığı hakkında şüpheli bilgilere sahip bulunulmaktadır. Bununla birlikte kelime XV. yüzyılda artık yaygın biçimde kullanılmıştır. Özellikle XVI. yüzyılda idarî bir birim olarak sancağın Osmanlı kanunnamelerinde yer aldığı ve hazırlanan Tahrir Defterlerinde her birinin ayrı ayrı kanunnâmeleri bulunduğu görülmektedir.


Sancakbeyinin sancağın en büyük idarecisi olması dolayısıyla bazı yükümlülük ve hakları vardı. Meselâ, bir savaş esnasında sancağında bulunan timarlı sipahilerle birlikte bağlı bulunduğu beylerbeyinin komutası altında savaşa iştirak etmek, sancakta asayişi ve emniyeti temin etmek, kalpazanlıkla mücadele etmek, özel görev için gelen devlet memurlarına yardımcı olmak ve görevlerinde kolaylık sağlamak gibi vazifeleri vardı. Ayrıca sınır bölgesinde bulunan sancakbeyleri, yabancı devletlerle ilişkilerin anlaşmalara uygun olarak yürütülmesi ile de görevli idiler. Sancakta suçluların cezalandırılma işi de sancakbeylerine verilmişti. Buna karşılık sancakbeyleri, idarelerinde bulunan sancakta işlenen cürmlerin vergilerinin hepsini veya yarısını alırdı. Bazı sancaklarda da çift resmi (toprak vergisi) 'nden ve resm-i arûsane (evlenme vergisi)'nden payları vardı.


Sancakbeylerinin dereceleri sahip oldukları has gelirine göre tayin edilirdi. Bunlara kanunnamelerde belirtildiği üzere dörtyüzbin akçaya kadar has verilebilmekteydi. Oğullarına ise otuzbin akçelik zeamet bağlanırdı. Sancakbeyleri protokolde bütün ağaların üstünde bir yere sahiptiler. Eğer vazifeden ayrılır ve emekli olurlarsa kendisine altmış bin akçe maaş bağlanırdı.


Osmanlı idarî teşkilâtında sancakların birleşmesiyle Eyâletler (Beylerbeyilik) teşekkül ederdi (XV. yüzyılda beylerbeyi görev bölgesi olarak beylerbeyilik veya vilâyet kullanılırken, XVI. yüzyıl sonlarında eyalet kelimesi kullanılmaya başlanmıştır). Eyaletler beylerbeyiler veya buna eşit değerde mîr-i mîranlar (Mir-i miran kelimesi “Emir-i Emîrân”ın elifleri kaldırılarak hafifletilmiş şeklidir) tarafından idare edilirdi. XIV. yüzyıl boyunca beylerbeyi, taşra kuvvetlerinin kumandanı ve çeşitli sancaklara dağılmış beylerin âmiri durumundaydı. Bu dönemde beylerbeyiler belli bir bölgenin idarecisi olmak yerine bütün ordu işlerinden sorumlu bir kimse hüviyetindeydi. Beylerbeyi, fetihlerin Rumeli'de devam ettiği zamanlarda ve hükümdarın Anadolu'da bulunduğu esnada Rumeli beylerinin âmiri durumuna geçerek Rumeli Beylerbeyi haline gelmişti. Nitekim Orhan Bey'in ordu kumandanı oğlu Süleyman Paşa bir beylerbeyi idi. Ondan sonra ise bu vazife Lala Şahin Paşa'ya verilmişti. Ancak Rumeli'de fethedilen yerlerin artmasıyla Anadolu ve Rumeli'nin tek kumandan ile idaresi mahzurlu görülerek beylerbeyilik Anadolu ve Rumeli beylerbeyiliği olarak ikiye çıkarıldı. XV. yüzyılda bu iki beylerbeyiliğe Rum (Sivas-Amasya) ve Karaman beylerbeyilikleri de eklendi böylece beylerbeyilik dörde çıktı.


Beylerbeyiler kendi bölgesinde bütün “umur-ı siyâsette” hükümdarın temsilcisi olmak, beylerbeyi divanında askerî hususlara dair meseleleri halletmek, bölgesinde güvenliği sağlamak, timar tevcihi ve terakkilerini yürütmek gibi vazifeyle mükellefti. Beylerbeyiler ayrıca kendi bölgelerindeki sancakbeyleriyle tımarlı sipahileri maiyetine alarak emredilen yerde orduya katılmak zorundaydı. Beylerbeyi sefere memur olduğu zaman yerine vekil olarak mütesellim denilen bir kişi bırakırdı. XVI. yüzyıldaki yetkileri, her ne kadar bütün sancakbeyleri, kadılar ve diğer görevlilerle halk nazarında “hâkim ve vali” olarak tayin edilmişse de, özellikle sancakbeyleri üzerinde sadece bir teftişten öte gitmemiştir. Eyalet içerisinde yalnız kendi sancağının idaresinden mesul tutulmuştur.


Beylerbeyiler vilâyet merkezinde otururlardı. Anadolu beylerbeyiliğinin merkezi Kütahya, Rumeli beylerbeyiliğininki ise Manastır şehri idi. Beylerbeyilerin kalabalık bir maiyetleri vardı. Adlî ve hukukî işler vilâyet merkezindeki kadı tarafından görülürdü. Vilâyetle ilgili işler kendi başkanlığında toplanan bir divanda görüşülürdü. Hazineye ait işler mal defterdarınca, zeamet işleri timar kethüdası, timar işleri timar defterdarınca yerine getirildi. Derece itibariyle en büyük beylerbeyi Rumeli beylerbeyi idi. Ondan sonra Anadolu beylerbeyi gelirdi. Mal defterdarları, beğlik ile nişancı olanlar, beş yüz akçalık kadılar ve dörtyüzbin akça hassı olan sancakbeyleri beylerbeyi olabilirdi. Yine kanunnâmede beylerbeyilere en az sekizyüzbin akçe, en fazla birmilyonikiyüzbin akçe has verileceği eğer emekli olurlarsa yüz bin akçe ile emekli olacakları kaydedilmiştir. Beylerbeyilerden Rumeli beylerbeyi terfi ederse küçük vezir, yani Dîvân-ı hümûyun'da sonuncu vezir olurdu. Anadolu beylerbeyi ise terfi ettiği takdirde Rumeli beylerbeyiliğine getirilirdi. Daha sonraları eyaletlerin sayısı arttıkça beylerbeyi adedi de çoğalmıştır.


XVI. yüzyıl ortalarına doğru istikrarlı bir şekil alan Osmanlı eyâletleri sâlyânesiz (=yıllıksız) ve sâlyâneli (—yıllıklı) olmak üzere iki kısma ayrılmıştır.


Sâlyânesiz eyâletler daha çok olup, Rumeli, Budin, Anadolu, Karaman, Dulkadir, Sivas, Erzurum, Diyarbekir, Halep, Şam, Trablusşam eyaletleri bu kabildendi. Bunların, mahsulâtı has, zeamet ve timara ayrılmış olup, hazineden ve defterhâneden idare edilmekteydiler.


Sâlyâneli eyâletler ise Mısır, Habeş, Bağdad, Basra, Yemen ve Kaptanpaşa eyaletlerindeki bazı sancaklar ile Trablusgarp, Tunus ve Cezayir eyaletleri idi. Bunların mahsulâtı has, zeamet ve timara ayrılmayarak doğrudan hazine tarafından yıllık olarak beylerbeyi, sancakbeyi, asker vesairesin maaşları ayrıldıktan sonra tahsil edilirdi.


Bunlardan başka serbest mîr-i mîranlıklar ve Yurtluk-Ocaklık sancaklar da bulunup, mîr-i mîranlıklar, Osmanlı Devleti tarafından mülkiyetleri sahiplerine ait olarak kabul edilmiş olan ve buna karşılık devletin yüksek hâkimiyetini tanıyan sancaklardı. Bunlar her sene belirli bir vergi verirler ve gerektiğinde askerleriyle savaşa katılırlardı. Büyük-küçük bazı yerler ise yerli beylere sancak itibariyle verilmiş olup, bu sancaklar, boş kalınca dışarıdan kimseye verilmeyerek o sancakbeyinin oğullarına, kardeşlerine v.s.ye verilmekteydi ki bunlara Yurtluk-ocaklık sancaklar denirdi. Bu sancakbeyleri hangi eyalete tabi iseler o eyaletin beylerbeyileri ile savaşa giderlerdi.


İmtiyazlı Hükümetler


Osmanlı İmparatorluğu idarî teşkilâtında eyâlet teşkilâtı dışında kalan bir bakıma iç işlerinde serbest sayılan, ancak devletin yüksek hâkimiyetini kabul etmiş özel statülü hükümetler de bulunmaktaydı. Bunların kralları veya beyleri kendi asilzadeleri arasından Osmanlı Devleti tarafından seçilmekteydi. Bu hükümetler, gördükleri himayeye karşılık belirli miktarda vergi vermekteydiler. Ancak Kırım Hanlığı ile Mekke-i Mükerreme Emirliği bu statü dışında tutulmuştur.


Bunlardan Kırım Hanlığı Osmanlı himayesini kabul ettikten sonra iç işlerinde serbest bırakılmış, hutbelerde önce padişahın daha sonra da hanın adı okunmuştur. Buna mukabil hanlar kendi adlarına para bastırmıştır. Kırım hanları XVII. asra kadar mirzalar tarafından seçilmiş, bu dönemden itibaren ise tayin ve azilleri Osmanlı hükümetince yapılmıştır. Hükümet merkezi Bahçesaray olan Kırım Hanlığı savaş zamanında bütün kuvvetiyle orduya katılırdı.


Mekke-i Mükerreme emirliği ise Yavuz Sultan Selim'in Mısır'da bulunduğu sırada Osmanlı hâkimiyetini kabul etmiştir. Osmanlı Devleti bu emirliğin inzibat ve asayişini sağlamak üzere her sene değiştirilmek suretiyle askerî kuvvet göndermiştir. Mekke emirlerinin gerek Mısır hazinesinden ve gerekse Cidde gümrüğü gelirinden tahsisatı vardı. Mısır'dan gönderilen paraya atiyye-i hümâyûn denirdi, ayrıca surre-i hümâyûn ile de altın yollanırdı.


Bunlardan başka Rumeli'de voyvodaları Osmanlı Devleti tarafından tayin edilmek üzere iç işlerinde serbest olan, muayyen bir vergi verdikten başka savaşta Osmanlılar yanında yer alan Erdel, Eflak ve Boğdan voyvodalarıyla Raguza ve Sakız cumhuriyetleri de bu gibi imtiyazlı hükümetlerdendi.