Türklerde Düşünce ve Ahlak

Düşünce ve Ahlak

Eski Türkler’in bozkır coğrafyasında, at ve demir üzerine kurulu, kendilerine has bir kültür ortaya koydukları herhalde anlaşılmış bulunuyor. Fakat bu demirin ve atın mevcut olduğu her yerde böyle bir kültürün doğup geliştiği manasına gelmez. Nitekim sonraki asırlarda, hem de aynı coğrafî bölgede, her iki unsura sahip olan başka kavimler, farklı kültür tiplerinde yaşamağa devam etmişlerdir. Çünkü bir kültürün meydana gelmesi için yalnız maddî imkan ve iktisadî faktörler kafi değildir. İnsan unsuru da bunda tesirli olur. Aynı şartlar içinde yaşayan çeşitli toplulukların kültürlerinde görülen farklar, insan gruplarının sosyal telakki ve psikolojilerinde ayrılıklardan ileri gelir. Buna göre de, bozkır kültürünü yaratan Türkler’in kendilerine mahsus bir düşünce sistemi ve ahlak anlayışına sahip olmaları lazımdır ki, bu müsbet ilim yönünden şöyle açıklanabilir:

Eski Türkler’e at, insan ruhunu okşayan iki beşeri imkan sağlamıştır: At üstünde insanın kendini başkalarından daha üstün hissetmesi ve atın sürati sebebi ile, kısa zamanda istenilen yere ulaşabilme iştiyakının tatmini. Bozkırlı Türkler tarihte bu hususları gerçekleştiren ilk topluluk olarak görünürler. Birincisi, yani üstünlük duygusu, eski Türk’te, O. Menghin’in ifadesi ile “beylik gururu (Herrenstolz)’unu yaratıyor, ikincisi de geniş ufuklara hükmetme arzusunu kamçılıyordu. Bunu fiiliyat sahasına çıkarmak için gerekli araç ise elde idi: demir.

Hükmetme isteği aslında bir içgüdü olup, her insanda vardır ve şuur altı bir kuvvet olarak yaşar. Bu içgüdünün aynı zamanda ilk fırsatta başkalarını sömürmek için de bir vasıta vasfı taşıdığını dünya tarihi gösteriyor. Bazı milletleri bu yola sürükleyen husus, onlarda “Beylik gururu”nun eksikliğidir. Beylik gururu, sadece öğünme vesilesi olan basit bir psikoloji değildi. Asıl özelliği karşılık beklemeden koruyucu olmasıdır. Bu ise hüküm altına alınmış insanları sevmeği gerektirir. İnsan sevgisinden doğan koruyuculuk adalet, hürriyet ve eşitliği getirmiştir. Türkler’in tarihte çeşitli kavimleri idare etmekte gösterdiği başarıların kaynağını burada aramak gerekeder ve muhakkak ki, Türkler insan psikolojisini en iyi bilen, anlayan ve bu sahada Antikçağ medeniyetinin temsilcilerini bile çok geride bırakan bir millettir.

Buna Türk’ün “gerçekçiliği” denilebilir. Hükmetme duygusu + insan sevgisi + gerçeklik şeklinde özetlenebilecek eski Türk düşüncesinin temellerini ahlak prensibi yapmış, yani hayatında düstur edinmiş insana eski Türkçe’de “alp” denirdi. Türkçe’de her erkek cesur kişidir, fakat alp, yiğit insan demektir. Kanun, hak anlayışı devletin saygı göstermesi gibi manevi değerlerle, cesaret verici mücadele ruhunu teşvik edici “ad verme” ve “and içme” gibi gelenekleri ile “alp”liğin devamı sağlanıyordu; eski Türk topluminde yalancılıktan da nefret edilirdi. Eski Türkler, doğruya, hürmetkâr ve kanuna riayetkâr idiler, buna göre de “nizamcı” bir toplum teşkil ediyorlardı.

Nizamcı ve gerçekçi Türk kafası vehimlerden, hayâlata dalmaktan hoşlanmadığı için, nazarî ve metafizik konularla meşgul olmamıştır. 11. asırda yazılan Türk siyaset kitabı Kutadgu-Bilig bile, yalnız zihinde mevcut nazariyatın bir ifadesi değil, Türk topluluğunda tatbik sahası bulan hak, adalet, devlet kavramlarının açıklanmasıdır. Eski Türk’ün fiilen yaşanan faal hayata karşı duyduğu tutkunluk, Türk düşüncesini “mantık ve bilgi teorilerinden” ziyade ahlak ve devlet felsefesine sevk etmiştir. Bu düşünce tarzı, aralıksız hareketler arenası halinde görünen Türk tarihindeki iş (action) süreci ile birleşince, hak ve adalet anlayışı ışığında üniversal mahiyette cihan hakimiyeti fikri doğmuştur. “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” insanları “töre” himayesine almak şeklinde özetlenebilen Türk dünya hakimiyeti ülküsünün destanlarda, efsanelerde ve yazılı kaynaklarda yer almış izleri vardır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt