Türklerde Sanat ve Müzik

Sanat

Her kültürün olduğu gibi Bozkır kültürünün de kendine mahsus bir sanat anlayışı vardır ve bu anlayış birçok eserler vermiştir. Bunlar hayat şartlarına uygun olarak ve hayvanlarla yakın ilginin tesiri ile, taşınabilir malzeme üzerine işlenmiş “Hayvan üslubu” (Aminal stiyle) mahsulleridir. Eski Türkler’in, altun ve gümüş gibi kıymetli madenlere tatbik ettikleri sanat eserleri ve hükümdarların otağlarına, tahtlarına ve Türk topluluğunun zevk inceliğine dair, 518 yılında kuzey Hindistan’da Ak-Hun hükümdarı Mihiragula’yı ziyaret eden Çinli Sung-yun, 568’de İstemi Kağan’ı Tanrı dağlarındaki Altun Dağ mevkiinde ziyaret eden Bizanslı elçi Zemarkhos ve 629 senesinde Batı Göktürk Hakanı Tong Yabgu’nun misafiri olan Budist rahip Hiuen-Tsang vb. nin müşahedelere dayanan hatıra notları ziyadesiyle ilgi çekicidir.

Fakat Türkler’in Kül-Tegin ve Bilge Hakan’ın anıt-kabirleri nevinden bazı eserlere de sahip oldukları malumdur. Her iki abidenin inşasında duvarlarına kahramanın savaşlarını canlandıran tasvirlerin yapılmasında Çin’den gönderilen saray sanatkar ve ressamlarının emeklerinin geçtiği kesindir. Bunu hem Çin kaynakları, hem de kitabeler teyit etmektedirler. Çin imparatoru her iki abideye Çince birer kitabe de ilave edilmesini arzu etmişti. Ancak ölülerin hatıralarına kitabe dikilmesi ve sanatkarâne yapılar inşa edilmesi o çağda Türkler için bir yenilik değildi. Nitekim aynı Çin kaynakları Göktürk Devleti’nin daha başlangıç yıllarında (553) umumî bilgi verirken şu açıklamayı yapıyorlardı: “... kabir üzerine bina inşa ederler, bunun duvarlarına ölünün şahsını ve hayatta iken katıldığı savaşlardan sahneleri renkli olarak işlerler... Mezarlara ölünün kimliğini bildiren kitabe dikerler...”

“Türk büyüklerinin hatıralarının gelecek nesillerde muhafaza edilmesi için kitabeler yazıldığı hususuna Omurtag Han’ın (814-831) Tırnova kitabelerinde de temas edilmiştir. İlgili tabirlerin, Türkçe oluşları da bunu gösterir: bengütaş (Abide, anıt) bitigtaş (kitabe), bark(anıt-kabir), bedizci (ressam ve nakışcı) vb. Fakat Kül-Tegin ve Bilge “bark”ları mahvoldukları (veya ilmî kazılar henüz yapılmadığı) için mimari ve süslemede Çin ve Türk unsurlarını tespit etmek imkansızlaşmakta, bozkır güzel sanatlarının bu sahalardaki hususiyetleri ortaya konamamaktadır. Şimdilik bildiğimiz, bir Türk askerinin mezarında ele geçen ve “Türk ırkının bütün hatlarını ortaya koyduğu” iddia olunan bir heykel ile, II. kitabenin bulunduğu yerde, 1958’de yapılan kazıda ortaya çıkarılan Kül-Tegin’in çok güzel yontulmuş mermer büstü ve kaba bir kadın heykelidir. Kül-Tegin’in büstü gerçekten Türk çehresini saf biçimi ile gösteren bir sanat eseridir.

Bulgaristan’daki Kurum Han’ın bozkurtlu kaya kabartması da bu eski geleneğin devamından ibarettir. İnsan şeklinde çok kaba yontulmuş, hantal taşlar olan “balbal”ları ise sanat eseri saymak doğru olmaz. Bunlar kabirde yatan hayatta iken savaşta öldürüldüğü ve öteki dünyada kendisine hizmet edeceğine inanılan kimseleri temsil eden dinî mahiyette işaretlerdir. Bu inanç Bulgar Türkleri’nde ve Macarlar’da da görülür. Orta Asya Tuna arası bozkırlarda bol sayıda tesadüf edilen, ön taraftaki sağ ellerindeki birer bardak tutar şekilde yontulmuş “taş-nine”lerde de bir sanat endişesi bahis konusu değildir. Bozkır Türkleri’nde renkli taş ve gümüş kakmacılık, halı ve kilim dokumacılığı, gergef işçiliği ve otağcılık sanatlarının çok ileri olduğunu da belirtmemiz gerekir.


Müzik

Eski Türk topluluk hayatında müziğin mühim bir yeri vardı. Yukarıda Priskos’a dayanarak büyük müzikli ziyafetinden bahsettiğimiz Attila, sefer dönüşünde başkente girerken, saflar halinde dizilmiş güzel giyimli Hun kızlarının söyledikleri Hun şarkıları ile karşılanmıştı. Attila Burgond kralına bir Hun orkestrası göndermişti.
Çin kaynakları 28 çeşit Hun halk türküsünden bahsetmişlerdir. Çinliler Asya Hun sazlarından bazılarını Kung-hu, Bi-li, P’i-pa, P’e-li, Ku-sie adları ile zikrediyorlar. Fakat bunların telli mi nefesli mi oldukları bilinmiyor. Ayrıca Türkler’de askerî muzıka (bando, mehter’in ilk şekilleri) yaygındı. Göktürk Uygur bandolarında şüphesiz davul başta olmak üzere, çeşitli borulu çalgılar da bulunuyordu. Eski Türkler söyledikleri besteye ır (veya yır), sazlarla çalınan melodiye bu kög ve ır’lardan her gün 9 tanesinin icrası gerekirdi. Bu hakimiyet alametlerinden idi.

Türk müzik alatleri arasında Çinliler’in Hyu-pu adı ile zikrettikleri kopuz, şüphesiz bozkır Türk folklorunda çok mühim yeri olan bir çalgı idi. Destanlar, kahramanlık menkıbeleri, milletin neşeli ve acı gün hatıraları, aşk türküleri, saz şairleri tarafından kopuz çalınarak söylenirdi. Asya Hunları’ndan beri bütün Türkler arasında en çok tanınmış olduğu anlaşılan bu basit, fakat tatlı sesli saz, kopuz adı ile Uygur metinlerinde ve DLT’de geçer. Türkler’in bulunduğu her yerde mevcut olan kopuz, atalarımızla birlikte Mısır, Suriye, Balkanlar, Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, Rusya, Ukrayna ve Almanya’ya da girmiş ve oralarda koboz, kubos, kobzo, kopus vb. gibi adlar altında çok sevilen sazlardan biri olmuştur. Bozkır Türk tarihi boyunca bize intikal eden yegâne müzik aleti, bilindiği üzere, Macaristan’da ele geçen Avar Çifte kavalıdır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt