BATI (AVRUPA) HUNLARI
Kimlikleri hakkında 200 yıldan beri çeşitli tahminler yürütülen ve çeşitli bilginler tarafından, Türk, Fin, Fin-Ugor, Uygur, Moğol, Türk-Moğol karışımı, Türk-Moğol Mançu karışımı oldukları veya doğrudan doğruya Islav menşeinden geldikleri veya Germen soyuna mensup bulundukları veya Kafkas kavimlerinden oldukları ileri sürülen Batı (Avrupa) Hunları’nın Türk asıllı olup, Asya Hunları’nın torunları oldukları son zamanlardaki tetkiklerle daha da netlik kazanmıştır.
Batı Hunlarının Dili
Avrupa Hunları’nın dili Türkçe idi. Hükümdar sülalesi mensuplarının adları şöyledir: Karaton (kada don-elbise), Muncuk (boncuk, Attila’nın babası), Attila (doğduğu yer olduğu tahmin edilen Etil < İtil<Atıl<Attila (Volga adından), İlek (< İlig < İllig), Dengizik (Dengiz=Deniz’den), İrnek (küçük er) (son üçü Attilla’nın oğullarıdır), Aybars, Oktar (Attilla’nın amcaları), Arıkan (=Arıg-kan=güze, asil kraliçe). Tanınmış kimseler: Basık, Kursık, Atakam, Eşkam; Topluluk: Ağaçeri, Şar (sarı=ak) Ogur. Ayrıca, kımız (Priskos’da). Hatta Batı Hun hükümdar ailesinin Asya Tan-hu’larına bağlanabilmesi de mümkündür.
Kavimler Göçü
Hunlar IV. asrın ortalarında Alan ülkesinin ele geçirdikten sonra, 374’de İtil (Volga) kıyılarında göründüler. O tarihlerde Karadeniz kuzeyindeki düzlükler bir Germen kavmi olan Got’ların işgali altında idi. Don-Dinyeper nehirleri arasında Doğu Got’ları (Ostrogot), onun batısında Batı Got’ları (Vizigot) bulunuyordu. Daha batıda Transilvanya ve Galiçya’da Gepid’ler, bugünkü Macaristan’da Tısza nehri havalisinde Vandallar vardı. Bu dört Germen kavmi dışında aynı bölgede İranlı ve Islav kütleler, daha başka küçük Germen toplulukları da yaşıyordu.
Hun başbuğu Balamir’in idaresindeki büyük taarruz önce Doğu Got’larına çarptı ve bu devleti yıktı (374), Kral Ermanarik intihar etti. Yerine geçen Hunimund Hunlar tarafından “tayin” edilmişti. “Hayret edilecek bir hareket kaabiliyeti ve gelişmiş bir suvari taktiği ile” devam eden Hun taarruzunun Dinyeper kenarında vurduğu ağır darbe Batı Got’larını da çökertti ve Kıral Atanarik, kalabalık Vizigot kütleleri ile batıya doğru kaçtı (375). Böylece Hun askeri gücünün harekete geçirdiği ve batıya doğru çeşitli kavimlerin birbirlerini yerlerinden atarak, topraklarından çıkararak, Roma İmparatorluğu’nun kuzey eyaletlerini alt-üst ederek ta İspanya’ya kadar uzanmak suretiyle Avrupa’nın etnik çehresini değiştiren tarihî “Kavimler Göçü” başlamış oldu.
Ani ve şiddetli Hun darbelerinin, beklenmedik mahallerde görülen Hun akıncı müfrezelerinin Doğu Avrupa kavimleri arasında uyandırdığı dehşet, Batı dünyasında korkunç akisler yaratmış, Hunlar aleyhine, çoğu Latin ve Grek kaynaklarında kayıtlı, inanılmaz rivayet ve hikayelerin çıkmasına ve yayılmasına sebep olmuştur. Hunlar Gotlar’dan, Alanlar’dan ve Germen Taifal’lardan teşkil ettikleri yardımcı kuvvetlerle takviyeli olarak ilk defa 378 baharında Tuna’yı geçtiler ve Romalılar’dan mukavemet görmeksizin Trakya’ya kadar ilerlediler. Mamafih Roma topraklarında görülen bu kuvvetler keşif vazifesi yapan öncü müfrezelerdi. Nitekim aynı tarihlerde bu günkü Macaristan ovalarına kadar akınlar tertiplenmişti. Hunlar’dan korkan, bugün Avusturya arazisindeki Markomanlar’la Kuadlar Roma topraklarına geçmeye hazırlanırken, İran asıllı Sarmatlar sınırları aşıp Roma İmparatorluğu’na giriyor, önce Transilvanya’da duraklamış olan Batı Got’ları da Roma hudutlarını geçiyorlardı (381). Diğer taraftan bir kısım Germen menşeli kütlelerle İran’lı Baştarnalar Pannonia (Batı Macaristan)’dan Alpler’e doğru sarkarak İtalya’yı tehdide başlamışlardı.
375 de başlayan büyük kavimler muhaceretinin dünya ve bilhassa Avrupa tarihinde büyük bir önemi vardır. Roma imparatorluğunun yıkılışında, bugünkü Avrupa’nın etnik ve siyasi oluşumunda “Kavimler Muhacereti” doğrudan doğruya etken olmakla, Avrupa tarihinin dönüm noktası ve yeni bir devrin (Orta Zamanlar) başlangıcı sayılmaktadır. M.S. 100-374 tarihlerinde Yayık, Kama, Hazar denizi sahasında kalmış olan Batı Hunları’nın İdil’i geçerek garp istikametinde ilerlemeleriyle bilhassa German olmak üzere, muhtelif kavimlerin umumî bir harekete geçmeleri gibi muazzam bir “muhaceret” başlamıştır.
Hunların Anadolu Akını veya Türklerin Anadolu’ya İlk Gelişleri (395)
Hunlar Roma İmparatoru I. Theodosius’un ölüm yılı olan 395’de yeniden harekete geçtiler. Bu hareket iki cepheli idi. Hunlar’dan bir kısım Balkanlar’dan Trakya’ya doğru ilerlerken, daha büyük sayıda bir kısım Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya yönelmişti. Hun Devleti’nin Don nehri havalisindeki “doğu kanadı” tarafından tertiplenen Anadolu akını Basık ve Kursık adlı iki başbuğun idaresinde idi. Romalıları olduğu kadar Sasanî İmparatorluğunu da telaşa düşüren bu akında Hun süvarileri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu, Fırat vadilerini takiben Melitene (Malatya)’ya ve Kilikkia (Çukurova)’ya ilerlemişler, bölgenin en tahkimli kaleleri olan Edessa (Urfa) ve Antakya’yı bir müddet kuşattıktan sonra, Suriye’ye inerek Tyros (Sur)’u baskı altına almışlar, oradan Kudüs’e yönelmişlerdi. Çok süratli cereyan eden bu akınlardan korkuya kapıldıkları için Hunlar hakkında acayip hikayeler uyduran kilise adamlarının dehşet dolu gözleri önünde, sonbahara doğru, kuzeye çark ederek Orta Anadolu’ya, Kappadokia-Galatia (Kayseri-Ankara ve havalisi)’ya ulaştılar ve oradan Azerbaycan-Bakü yolu ile kuzeye, merkezlerine döndüler.
Bu akın, Türkler’in Anadolu’da, tarihî kayıtlarda sabit ilk görünüşleridir. 398’de daha küçük çapta tekrarlanan bu akınlar karşısında Doğu Roma’nın genç imparatoru Arkadios hiçbir ciddi tedbir alamamıştır.
İkinci Kavimler Göçü ve Hun Başbuğu Uldız
Batıda Hun baskısı, 400 yılına doğru, başbuğ Uldız (Grek ve Latin kaynaklarında: Huldin, Uldin, daha çok Uldiz) kumandasında iyice hissedildi. Balamir’in oğlu veya torunu olduğu sanılan Uldız, Attilla’nın son yıllarına kadar takip edilecek olan Hun dış siyasetinin esaslarını tespit etmiş ki, buna göre, Doğu Roma, yani Bizans daima baskı altında tutulacak, Batı Roma ile iyi münasebetler devam ettirilecekti.
Çünkü, Bizans’ın Hun nüfuzuna alınması ilk hedefi teşkil ediyor, buna karşılık, Batı Roma topraklarına tecavüz ederek huzursuzluk çıkaran “barbar” kavimler aynı zamanda Hunlar’ın da düşmanları oldukları için, Batı Roma ile müşterek hareket gerekiyordu. Nitekim Uldız’ın Tuna’da görünmesi ile Kavimler Göçü’nün 2. büyük dalgası başlamış, Asding Vandalları, 401’de Batı Roma eyaletlerine girmişler, Hunlar’dan kaçan Vizigotlar da İtalya’da görülmüşlerdi. Lombardia üzerinden Galya’ya uzanan Alarik’in idaresindeki bu Got tehlikesi Romalı ünlü kumandan Stilikho tarafından güçlükle önlendi (Nisan 402).
Fakat daha korkunç bir barbar belirdi ki, bu da Hun korkusu ile yerlerini terk etmiş olan Vandallar’ı, Sueb’leri, Kuad’ları, Burgond’ları, Sakson’ları, Alaman’ları vb. kendi demir yumruğu altında birleştirmiş olan Roma üzerine atılan Radagais idi. İtalya’da müthiş tahribat yaparak, Roma’yı yeryüzünden kaldıracağını ilan ediyordu. Stilikho’nun bile Pavia savaşında durdurmağa muvaffak olamadığı bu barbar şef, ancak Türkler karşısında mağlup oldu.
Büyük Faesulae (=Fiesole, Floransa’nın güneyinde) muharebesinde bizzat Uldız’ın kumanda ettiği Romalı kuvvetlerle takviyeli Hun ordusu tarafından mağlup edilen Radagais yakalandı ve idam edildi (Ağustos 406). Bu zaferi ile Uldız Roma gibi büyük bir medeniyet merkezini kurtarmış oldu Aynı zamanda Hun kudretinden bir kere daha ürken Vandal, Alan, Sueb, Sarmat, Kelt vb. kütlelerini Ren nehri ötesine, Galya’ya gitmeğe zorlamakla, Hunlar’ın batı istikametindeki yolları üzerindeki engelleri kaldırmış, buralarda Hun kuvvetlerinin serbest hareketlerine imkan hazırlamıştır.
Bizans Üzerinde Hun Baskısı ve Uldız’ın Tarihi Sözü
Sınırları Asya’da Balkaş gölü yakınlarına kadar uzandığı tahmin edilen Hun İmparatorluğu’nun “batı kanadı” hükümdarı olduğu sanılan Uldız, 404-405 yıllarında ve bilhassa 409 yılında Tuna’yı geçerek Bizans’a Hun tehdidinin eksilmediğini göstermiş ve Grek kaynaklarına göre kendisi ile barış müzakereleri için gönderilen Trakya umumi valisi’ne “Güneşin battığı yere kadar her yeri zapt edebilirim” diyerek meydan okumuştu.
Uldız’ın ölümü (410 sıraları)’ndan sonra Hun İmparatorluğu’nun başında Karaton bulunuyordu. Bunun hakkında bilgimiz sadece, 412 yılında Bizans elçisi Olympiodoros’un onun yanına gitmiş olduğudur. Karaton daha çok doğu işleri ile uğraşmış görünmektedir. 422’ye kadar Hunlar hakkında bilgi verilmediğinden bu meşguliyetin on sene kadar sürdüğü tahmin edilmektedir.
İki Roma Devleti Karşısında Hunların Tutumu
422 yılı Avrupa Hunları tarihinde yeni bir devrin başlangıcı gibidir. Bu tarihte Hun hükümdar ailesine mensup dört kardeşten (Rua, Muncuk, Aybars, Oktar) Rua imparatorluk makamını işgal ediyor, Muncuk (Atilla’nın babası) erken öldüğü için diğer iki kardeş “kanad kralları” durumunda bulunuyorlardı. Siyasette Uldız’ın izinde yürüyen Rua, Bizans’ın Hun ordusunu isyana teşvik etmek ve tabi kavimleri Hunlar’dan ayırmak maksadı ile Hun topraklarında faaliyete geçirdiği casusluk şebekesi ve propagandacıları ileri sürerek tertiplediği Balkan seferinde (422), hiç mukavemet göstermeyen Bizans’ı yıllık vergiye bağladı: 350 libre altın. İmparator II. Theodosios (408-450)’un, 423’te henüz 4 yaşında iken Batı Roma İmparatoru ilan edilen III. Valentinianus karşısında Roma’ya sahip olmak iddiası ile İtalya’ya ordu ve donanma sevk etmesi Batı Roma’yı Hunlar’a daha çok yaklaştırdı.
Roma senatosunun da küçük imparatorun yerine I. Notarius (Devlet Baş müsteşarı) Johannes’i seçmesi üzerine o sırada 35 yaşında bulunan ünlü asilzade Aetius, yardım sağlamak için Rua’nın yanına geldi. Hun İmparatoru 60 bin süvari başında İtalya’ya yöneldi. Savaşa girmeden kuvvetlerini çeken Bizans’tan ağırca bir harp tazminatı alındı. 429’da “Magister militum”, 432’de konsül olan, 433’te Roma İmparatorluğu’nun en yüksek makamı “Patricius”luğa yükselerek uzun müddet ordular başkumandanlığı yapan Aetius gençlik çağının Roma tahtı işlerine karışmaktan doğan buhranlı anlarını Hun yardımı ile atlatmış, 432 yılında Afrika’da Vandal kıralı Geiserk ile mücadele eden rakibi Bonifacius karşısında, canını Rua’ya sığınmak suretiyle kurtarmıştır.
Rua’nın Bizans Politikası ve Ölümü (434)
Bütün bunlar Rua’nın kuvvetli şahsiyeti ile Hun devletinin her iki Roma’nın iç ve dış siyasetlerine istikamet verdiğini göstermekte idi. Artık Hunlar’a tabi “barbar” kavimlerin Roma’ya güvenerek herhangi bir harekete kalkışmaları bahis mevzuu değildi. Ancak, Bizans tarihçisi Priskos’un ifadesi ile Rua’dan barışı yılda 350 libre altınla satın almış olan II. Theodosios, yine de, Hun idaresinde yaşayan yabancıları gizlice kışkırtmakdan geri kalmıyordu.
Bu sebeple Rua o zamana kadar devam edegelen, Bizanslılar’ın Hun İmparatorluğundaki yabancılarından asker toplama faaliyetlerini ve Bizanslı tacirlerin Hun topraklarında ticaret yapmalarını yasak etti. Ülkesi dahilinde hiçbir Grek serbest dolaşamayacak ve ticaret belirli sınır kasabalarında yapılacaktı. Bu arada Rua, bir müddet önce Bizans’a sığınmış olan Hun ileri gelenlerinden Mama ile Atakam’ın oğullarının ve diğer Hun kaçaklarının iadesini istedi. II. Theodosios süratle anlaşma yolu bulmak ümidi ile elçilik heyetini Hun başkentine göndermeğe karar verdi.
Fakat o sırada Rua öldü (434 baharı). Bizans kudretli bir düşmandan kurtulduğu için seviniyor, Piskopos Proculus, Tanrının dindar imparator Theodosios’un dualarını kabul ederek Bizans üzerinden bir tehlikeyi kaldırdığını vaaz ediyordu. Fakat Hun sınırlarına gelen Bizans elçilik heyeti Rua’yı gölgede bırakan bir Türk Başbuğu ile karşılaşmıştı: Attila. Hunların başına geçtiği zaman 39-40 yaşlarında olan Attila, babası Muncuk erken öldüğü için, amcası Rua’nın yanında yetişmiş, onunla birlikte seferlere katılmış, çeşitli kavimleri yakından tanımak imkanını bulmuş, devlet idaresini ve Hun iç ve dış siyasetinin esaslarını öğrenmişti.
ATİLLA
Attila’nın İmparator Olması
Attilla yalnız değildi. Memleketi büyük kardeşi Buda (Bleda) ile birlikte idare ediyordu. Fakat, kaynaklardan anlaşıldığına göre, eğlenceden hoşlanan, enerjisi kıt Buda ikinci planda kalmış, devleti ciddi bir hükümdar vasfını taşıyan kardeşine bırakmıştı. Ordu ve dış münasebetlerin tanzimi Attila’nın elinde idi. Amcaları Aybars (doğu kanadının “kralı”) ve Oktar (batı kanadının “Kralı) olarak, Rua zamanındaki yerlerini muhafaza ediyorlardı. Bu itibarla, iddia edildiği gibi bir iktidar rekabeti bahis mevzuu olmadıktan başka, Buda da “iktidar hırsı ile yanan” Attila tarafından ortadan kaldırılmış değildi. Attila’nın yardımcısı sıfatı ile 11 yıl Hun İmparatorluğu’nun idaresine katılan Buda 445’de eceli ile ölmüştür.
Margus Barışı
434 yılı baharında Hun sınırlarına gelen Bizans elçilerini Attila, Tuna ile Morava nehrinin birleştiği yerdeki Konstantia (tam karşısında Margus kalesi bulunuyordu) surları önünde, at üzerinde karşıladı ve dinlenmelerine dahi izin vermediği elçilerin biri konsül-general, diğeri seçkin bir diplomat olan başkanlarına, taleplerini, barış şartları olarak yazdırdı. Konstantia barışı (veya bazılarına göre Margus barışı) diye anılan bu anlaşmanın ihtiva ettiği başlıca maddelere göre Bizans bundan böyle Hunlar’a bağlı kavimlerle müzakerelere, ittifaklara girişmeyecek, Hunlar’dan kaçanlara -esir alınmış Bizans tebeası dahil- iltica hakkı tanınmayacak, Bizans elinde bulunanları iade edilecek (Grek asıllı olanlar için fidye verilebilecek), ticari münasebetler yine belirli sınır kasabalarında devam edecek ve Bizans’ın ödemeye taahhüt ettiği yıllık vergi iki misline (700 libre altın) çıkarılacaktı.
II. Theodosios’un aynen kabul ettiği bu anlaşmanın hükümleri icabı olarak Hunlar’a iade edilen kaçakları Attila daha Bizans ülkesi içinde, Trakya’da, Karsus (Bulgaristan’da Hirsovo) kalesinde astırdı. Bu durum Hunlar arasında olduğu kadar Bizans’ta,. Roma’da ve diğer kavimler arasında Attila adının dehşet saçan bir otoritenin timsali haline gelmesine yardım etti. Bundan sonra Attila imparatorluğunun doğu bölgelerinde, hiç atından inmemek üzere aylarca süren bir teftiş gezisi yaparak, İtil (Volga) kıyılarındaki Şara-ogur’ların (Ak-Ogur, Türk boyu) ayaklanma teşebbüsünü bastırdı (435). Batı kanadının sıklet merkezi Tuna etrafında, doğu kanadının sıklet merkezi Dinyeper havalisinde olduğu tahmin edilen bu tarihlerde Hun İmparatorluğu’nda, kaynaklardan takip edilebildiği kadar, şu kavimler yer almışlardı.
Hun Devletine Bağlı Kavimler
a. Germen (doğudan batıya): Doğu Gotları, Gepidler, Suebler, Markomanlar, Kuadlar, Heruller, Rugiler
b- Islav (orta ve batı Rusya’da): Venedalar, Antlar, Sklavenler.
c- İranlı (Kafkaslar’dan Tuna’ya kadar, dağınık halde): Alanlar, Sarmatlar, Başternalar, Neurlar, Skirler, Roxolanlar.
d- Fin-Ugor (Ural’dan Baltık’a kadar): Çeremisler, Mordvinler, Meryalar, Veşiler, Çudlar, Estler, Vidivariler.
e- Türk: İmparatorluğun her tarafına yayılmış olarak, Hunlar, Karadeniz kuzey düzlüklerinde Üç-ogur, ve Beş-ogurlar, Volga’ya doğru Altı-ogur, Şara-ogurlar, daha kuzeyde Ağaçeri (Akatzir, Agazir)’ler, Volga’nın doğusunda Sabarlar ve başka Türk kütleleri.
Hunların Batı Roma’ya Yardımı
Sayıları 45’e varan çeşitli dil ve soydan olan bu kavimler eski Türk devlet sistemine göre yalnız siyasi bir birlik teşkil etmekte, yabancı kavim veya zümreler ancak reisleri, şefleri veya kralları vasıtası ile imparatorluğa bağlı bulunmakta idi. İmparatorlukta sükunet hakimdi. 442 yılında Hun orduları başkumandanı (Genel Kurmay Başkanı) Onegesius (Onügez) ile Attila’nın büyük oğlu İlek tarafından bastırılan Agaçeri isyanı dışında bu sükunet bozulmamıştı. Halbuki Roma İmparatorluğu’nda, Kavimler Göçü dolayısıyla hareket halinde olan kavimlerin bulundukları yerlerde ve geçiş yolları üzerinde geniş ölçüde tahribat yapması, yerli halkın mahsulatının zorla ellerinden alınması vb. yüzünden patlak veren ve genişleyen köylü isyanları (Bagaudalar) nizam ve asayişi iyice sarsmış, buna karşı Roma Patricius Aetius vasıtası ile, bir kere daha Hunlar’a müracaat zorunda kalmıştı. İki yıl kadar süren mücadele sonunda Attila’nın gönderdiği Hun müfrezeleri yardımı ile isyancı elebaşılar Aetius tarafından ortadan kaldırıldı ise de (436), bu defa da Kral Gundikar idaresinde Belçika bölgesine saldıran Burgondlar’la savaşmağa mecbur olundu.
Bilhassa Necker nehri boyunca ceryan eden bu muharebelerde Hun ordusuna batı kanadı “kralı” Oktar kumanda ediyordu ki, rivayete göre, 20 bin Burgond savaşçısının öldüğü bu Hun-Burgond mücadelesi Almanlar’ın meşhur “Nibelungen” destanlarına mevzu teşkil etmiştir. Bütün “Germania”nın zaptının tamamlayan bu savaşlar neticesinde 436’yı takip eden yıllarda şu kavimlerin de Türk idaresine alındığı anlaşılmaktadır: Franklar, Türingler, Longobardlar. Hun hakimiyetinin “Okyanus adaları”na, yani Kuzey Denizi ve Manş kıyılarına ulaştığı, hadiseler çağdaş tarihçi Priskos tarafından kaydedilmiştir.
Attila’nın Bizans Politikası ve I. Balkan Seferi
440’dan itibaren Attila Bizans’a karşı baskıyı artırdı. Çünkü II. Theodosios, Kostantina antlaşmasının hükümlerine aykırı olarak Hunlar’dan kaçanları iadede ağır davranıyor, hatta bunlardan bazılarını yüksek makamlara getiriyordu. Mesela Got menşeli Hun firarisi Arnegisclus’u general rütbesi ile Trakya’da Hun sınırında vazifelendirmişti. Müşterek Pazar yerlerinde Grek tacirleri Hunları altadıyorlardı. Margus piskoposu, Kostantia civarında, kıymetli madenlerden yapılmış silahları ve ziynet eşyası ile birlikte gömülen Hun büyüklerinin mezarlarını soymuş, bu davranış Hunları infiale sevk etmişti. Nihayet Bizans yukarıda adı geçen Agaçeriler isyanında tahrikçi rol oynamıştı.
Diğer taraftan Kuzey Afrika Vandal Kralı Geiserikh, Akdeniz’deki harekatının engelleyen Bizans’a karşı Attila’dan yardım istemişti. Bu sebeplerle ve Margus’un zaptı ile başlayan Attila’nın idaresindeki I. Balkan seferi (441-442), Singidunum (Belgrad) ve Naissus (Niş) üzerinden Trakya’ya doğru gelişirken, Batı Roma’nın tavassutu neticesinde hızını kesti. Aetius bundan böyle Theodosios’un antlaşma şartlarına riayet edeceğini garantilemek üzere kendi oğlu Karpilio’yu Hun sarayına rehine olarak göndermişti. Bu sefer sonunda Tuna boyundaki kaleler Hun idaresine geçmiş, daha geri hatlardaki tahkimat yıktırılmış, Balkanlar’da Hunlar’a karşı durabilecek mukavemet yuvaları dağıtılmıştı.
Attila: Tanrı’nın Kılıcı
445’de Buda’nın ölümü üzerine tek başına Hun imparatoru olan Attila iktidarının zirvesine yükselmekte idi. Batı Asya ile Orta Avrupa’ya hakimdi. Her iki Roma’nın durumları meydanda idi. Attila’ya karşı koyabilecek bir kuvvetin kalmayışı, bir psikolojik belirti olarak, o çağlarda dünya hakimiyetinin timsali sayılan, savaş tanrısı Ares’in kılıcını Attila’nın ellerine verdi. Priskos’a göre, uzun zamandan beri kayıp olan bu kutlu kılıç bir Hun çobanı tarafından bulunarak Attila’ya getirilmişti. Artık dünyanın fethi yakındı, zira bu kılıç vasıtası ile yeryüzüne hükmetme yetkisinin Tanrı tarafından Attila’ya verildiğine inanılıyordu.
II. Balkan Seferi ve Anatolius Barışı
Bu duruma ilaveten Bizans’ın kaçakları geri vermekte ağır davranması, yıllık vergiyi ödemede isteksizliği 2. Balkan seferinin açılmasına sebep oldu (447). Attila’nın idaresi altında birkaç noktadan Tuna’yı geçen ordular, iki koldan ilerleyerek kaleleri Sardica (Sofya), Philippopolis (Filibe), Marcianopolis (Preslav), Arcadiopolis (Lüleburgaz) müstahkem mevkileri ve şehirlerini zapt ede ede ve Teselya’da Termopil’e kadar geniş bir daire çizdikten sonra, Bizans başkentini kuşatmak üzere Athyra (Büyük Çekmece)’ye ulaştığı zaman orada, barış yapmak için Theodosios’un süratle gönderdiği, Magister ve Patricius, Attila tarafından kabul edildi ve anlaşmaya varıldı (Anatolius barışı). Buna göre Tuna’nın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacak, Bizans harp tazminatı olarak 6000 libre altın ödeyecekti. Ayrıca yıllık vergi üç katına (2100 libre altın) çıkarılmıştı.
Attila’ya Suikast Teşebbüsü ve Attila’nın İmparator Theodosius’a Unutulmaz Cevabı
Bizans bakımından en ağır şart yıllık vergi idi. Her sene bu kadar altın tedarik edilmesi İmparatorluğun takatini aşıyordu. Şaşırdığı anlaşılan Theodosios, sarayındaki ileri gelenlerin de tavsiyeleri ile, garip bir kurtuluş yolu buldu: bir suikast ile Attila’yı ortadan kaldırmak. Başında Edekon (Türk) ile Orestes (Pannonialı bir Romalı)’nın bulunduğu Hun elçilik heyeti ile birlikte Bizans başkentinden Attila’nın devlet merkezine yani Orta Macaristan’a doğru yola çıkan, suikast tertibinden habersiz tanınmış hukuk bilgini Maximinos başkanlığındaki ve bıraktığı notlarla, başta Attila ve çağı olmak üzere 5. asır Avrupa Türk tarihini teferruatlı bir şekilde öğrenmemize yardım eden katip Priskos’un dahil bulunduğu Bizans elçilik heyetine, gizli planı gerçekleştirmeğe memur, gizli vazifeli Bigilas’da katılmıştı.
Heyet 448 yılı yazında Hun başkentine geldiği zaman, durumdan Edekon vasıtası ile haberdar olan Attila, yaptığı aleni sorgu neticesinde Bigilas’a maksat ve faaliyetlerini itiraf ettirdi, Bizanslılar’ın hiçbirine dokunmadı. Fakat Theodosios’a hitaben yazdırdığı şu mesajı hususi elçi ile imparatora yolladı: “Theodosios, Attila gibi, asil bir babanın oğludur. Attila babası Muncuk’tan aldığı asaleti muhafaza etmiş, fakat Theodosios Attila’nın haraçgüzarı olmakla köle durumuna düşmüştür. Theodosios kölelik haysiyetini de koruyamamıştır, çünkü efendisinin canına kıymak istemiştir”. Attila’yı teskin etmek üzere Bizans’tan, derhal, yukarıda adı geçen Anatolius ile magister ve kançılar Nomus başkanlığında ikinci bir heyet yola çıkarıldı. Bu elçiler Hun başkentinde Attila’yı tahminlerin aksine, sakin ve yumuşak buldular. Zira Hun dış siyaseti değişmekte idi. İmparator Theodosios’un şahsında Bizans’ı tamamen kendi idaresine bağlı kabul eden Attila, artık Batı Roma’ya yönelme zamanının yaklaştığı kanaatine varmış bulunuyordu.
Batı Roma’ya esasen son askeri destek 439 yılında yapılmış, ondan sonra yardımlar kesilmişti. Batı Roma Hun Devletine yıllık vergisini muntazaman ödemekle beraber, durumun farkında olan Başkumandan Aetius, muhtemel bir Hun-Roma çatışmasına hazırlanmakta idi: “Barbar”larla münasebetlerini düzeltmiş onlardan aldığı ücretli askerlerle, Türk usulünde, çoğu süvari birliklerinden kurulu ordular teşkiline girişmiş, Hunlar’a bağlı bazı kavimlerle gizli temaslar aramaya başlamıştı. Buna karşılık Attila da, 443 yıllarında tekrar alevlenen ve Galya’dan İspanya’ya da sıçrayan köylü isyanları ile yakından ilgileniyor, Roma’ya karşı Vandallarla işbirliği imkanlarını araştırıyordu. O da, şüphesiz, Roma İmparatorluğu ve “barbar”lardan meydana gelen bütün bir Batı dünyası ile hesaplaşacağı için işin ehemmiyet ve azametini takdir etmekte idi.
Attila’nın Yeni Batı Roma Politikası
448’lerden itibaren iki yıl kadar süren Hun siyasî ve askerî hazırlığı tamamlanınca Attila ilk diplomatik taarruzunu Roma’ya yöneltti: İmparator III. Valentinianus’un kız kardeşi olup, vaktiyle kendisi ile evlenmek arzu ederek nişan yüzüğü gönderen ve 425’den beri imparator hukukuna haiz olduğunu göstermek üzere “Augusta” ünvanı ile anılan, delişmen tabiatlı Honoria’yı zevceliğe kabul ettiğini bildirdi ve çeyiz olarak da, imparatorluğun onun hissesine düşen yarısını veya “Augusta”nın kocası sıfatı ile Roma İmparatorluğu’nun idaresine iştirak hakkı istedi. Önce oyalama yolunu tutan Valentinianus ile Aetius’un teklifi nihayet açıkça red etmeleri büyük Hun seferini meşru duruma soktu. Ren kıyılarındaki Ripuar Frankları ve Vizigot’larla ilgili bir iki anlaşmazlık da savaş havasını olgunlaştırdı.
Campus Mauriacus Savaşı
451 başlarında Orta Macaristan’dan batıya doğru harekete geçen Hun kuvvetlerinin mevcudu 90-100 bini Türk bir o kadarı da Germen ve Islav olmak üzere 200 bin kişi kadardı. Hun orduları Şubat-Mart aylarında Ren nehrini üç noktadan aşarak Galya’ya girdiği sırada, Aetius’un kumandasında İtalya’dan Galya’ya gelerek, Hun düşmanı “barbar”ların sağladığı takviyelerle sayısı 200 bine yükselen Roma ordusu da kuzey istikametinde hızla ilerliyor., Mettis (Metz)’i (7 Nisan) ve Durocortorum (Rheims)’i zapt eden Hun orduları, bu günkü Paris yakınındaki Aurelianum (Orleans) şehrine ulaştığı zaman, Aetius da oraya yetişmiş bulunuyordu.
Fakat karşılaşma Attila’nın Türk savaş planına daha uygun gördüğü Campus Mauriacus (Troyes şehrinin hemen batısında Champangne ovasında) oldu (20 Haziran 451). Dünya’nın iki yarısının birbirinin üzerine yüklendiği, nihayet 24 saat süren ve her iki tarafın çok kayıplar verdiği (kaynaklarda yüzbinlerce ölü) muhakkak olan bu büyük savaşta kimin galip geldiği hala münakaşa mevzuudur. Batılı tarihçiler, Attila’nın yenildiğini söylerler ve buna Roma kuvvetlerini imha edilmeden Hunlar’ın çekildiğini delil gösteriler.
Ancak savaş günün akşamı Roma ordusu dağılmıştı, birlikleri arasında irtibatı kayıp eden başkumandan Aetius bile Hun kıt‘aları arasına düşmüş, güçlükle kurtulmuş, ertesi gün erken saatlerde, Batı Got ordusu, savaşta ölen kıral Theodorik’in oğlu Thurismund idaresinde, muharebe meydanını terk etmiş, ağır kayıplara uğrayan Frank kuvvetleri de onları takip etmişti.
Ayrıca bu savaşta Atttila’nın gayesine ulaştığı da aşikardı. Batıyı hakimiyetine alabilmek için Roma İmparatorluğu’nun insan ve asker deposu durumunda olan Galya barbarlarını safdışı etmek isteği ile önce Galya’ya yürümüş ve neticede Roma’nın bu tabii müttefiklerinin savaş gücünü kırarak, Roma’yı desteksiz bırakmağa muvaffak olmuştu. Ünlü Aetius’un Roma’da gözden düşmesi bunun neticesi idi.
Ordularını Galya ortasından oldukça sağlam ve disiplin içinde 20 gün kadar bir zaman başkent bölgesine getirebilen Attila kudret ve “korkunçluğunu” muhafaza ettiğine göre, Campus Mauriacus’ta Batı İmparatorluğunun ne kazandığı Roma’da sık sık sorulan suallerdendi. Nitekim, daha bir yıl geçmeden Attila İtalya seferine başladığı zaman Roma’nın Hunlar’a karşı çıkacak kuvveti kalmamıştı. Hadiselere çağdaş Prosper Tiro (Papa I. Leon’un katibi)’nun kaydettiğine göre Aetius, mukavemet imkansızlığı dolayısıyla, imparator Valentinianus’u İtalya’yı terke teşvik etmekte idi.
Attila’nın İtalya Seferi ve Ölümü
“Papa, diz çöküp yalvardı ve Attila Roma'yı da bağışladı”
Attila 452 baharında 100 bin kişilik ordusunu Julia Alpleri’nden geçirerek bu günkü Venedik düzlüğüne indirdi. Oradaki meşhur Aquileia kalesini zapt ettikten sonra Po ovasına girdi. Aemilia bölgesini işgale başlayıp Roma İmparatorluğu’nun o zaman başkenti Ravenna’yı tehdit etmesi meselenin nihayete erdirilmesine kafi geldi. Saray endişeli, halk telaşlı, senato ne olursa olsun barış yapmak kararında idi. Kilise de bu arzuya katıldı.
Süratle bir heyet hazırlandı. Hitabeti ile meşhur Papa I. Leon (Büyük Leon) başkanlığındaki heyet, Mincio ırmağının Po nehrine döküldüğü düzlükte ordugahını kurmuş olan Attila tarafından kabul edildi. Papa, imparator ve bütün hristiyan dünyası adına, büyük Türk başbuğundan Roma’yı esirgemesini rica etti. Beş yıl kadar önce büyük bir kuvvetle Çekmece’ye kadar geldiği halde nasıl İstanbul’u tahrip etmekten kaçınmış ise, Papa’nın ağzından Roma’nın teslim olduğunu öğrendikten sonra eski medeniyet merkezini korumayı vazife sayan Attila, muzaffer ordusu ile başkentine dönerken, şüphesiz tıpkı Bizans gibi, Batı Roma İmparatorluğu’nun da kendi iradesine bağlandığı kanaatinde idi.
Priskos’un 448’de Hun başkentinde Batı Roma elçilerinden duyarak belirttiği gibi, şimdi sıra Sasaniler’de idi. Oranın da himayeye alınması ile “dünya hakimiyeti” gerçekleşecekti. Fakat bu Attilaya nasip olmadı. İtalya seferinden dönüşte, rivayete göre zifaf gecesinde ağzından kan boşanmak suretiyle öldü (453). Yaşı 60 civarında idi.
Attila’nın Özellikleri
Attila, milletlerin hafızalarında ölümsüzlüğü ulaşmış tarihin nadir şahsiyetlerinden biridir. Hatırası etrafında İtalya’da, Galya’da, Germen memleketlerinde, Britanya’da, İskandivanya’da ve bütün orta Avrupa’da asırlarca ağızdan ağıza dolaşan efsaneler türemiş, romancılara, ressamlara, heykeltıraşlara, mevzu olmuş; hakkında en çok kitap yazılan şahsiyetlerden biri durumuna yükselmiş, tiyatro yazarlarına, kompozitörlere ilham vermiş, adına bir düzineye yakın opera bestelenmiştir. Son yarım asırda yapılan tarafsız tarih araştırmaları onun, Hıristiyan ortaçağının taassup kokulu uydurmaları ile ilgisi bulunmadığını, Nibelungen destanları başta olmak üzere, çağdaş kayıtların onu iyilik sever, babacan, çok yüksek vasıfta bir hükümdar olarak tanıdığını ortaya koymuştur.
Attila'nın ölümü
Gökyüzünde yaş yağdıran bir bulut
Güneş yaslara bürünmüş batıyor...
Altın, gümüş ve çelikten bir tabut
Bu tabutta Hun güneşi yatıyor.
Attila, İtalya seferinden döndükten sonra, bütün dünyayı hükmü altına almak için son bir sefere daha çıkmak istiyordu. Bütün Batı ellerinde idi. Bütün Doğu'yu da ellerine almak için, İran'da hüküm süren Sasanî'leri, itaat altına almayı,vergiye bağlamayı düşünüyordu. Fakat İran seferini yapamadı.
İtalya seferinden sonra, dolunaylı bir gecede, sarayında büyük bir toy-düğün yapan Attila, o gece İldiko adında çok güzel bir prensesle evlenmişti. O zifâf gecesinde, bir iç kanama sonunda, ağzından burnundan kan gelerek öldü (453). Cesedi inceleyen kam, "Suikast yok, ağabeyi Buda (Bleda) da aynı hastalıktan ölmüştü." dedi.
Attila'nın ölümü Hunları mateme boğdu. Ama, o, milletlerin hafızalarında ölümsüzlüğe ulaşmış bulunuyordu. Rivayete göre onu, iç içe üç tabuta koydular. Birinci tabut, güneş gibi parlayan altından yapılmıştı. Çünkü o Hunlar'ın güneşi idi. İkinci tabut kuyruklu yıldızın kuyruğu gibi parlayan gümüşten idi. Çünkü o, çok nadir görülen bir kuyruklu yıldız idi. Üçüncü tabut çifte su verilmiş demirden yapılmıştı. Çünkü çelik gibi kuvvetliydi.
Altın, gümüş ve çelikten yapılan bu üç katlı tabut, Attila'ya ait silahlar ve değerli eşyalarla birlikte ve çok büyük bir yoğ töreni ile, Tisza nehrinin adacıklarından birine gömüldü. Küçük ada derin olarak kazılmış, sonra nehrin yatağı değiştirilerek üzerinden geçirilmişti. Böylece mezarını kimse bulamayacak, soyamayacaktı. Ve gerçekten hâlâ bulunamadı.
Attila Sonrası Dönem ve Devletin Çöküşü
Attila’nın ölümünden sonra, hatunu Arıkan’dan üç oğlu: sırasıyla İlek, Dengizik, İrnek babalarının yerini tutamadılar. İmparator olan İlek ayaklanan Germen kavimleri ile yaptığı Netao (Avusturya’da) savaşında hayatını kaybetti (454). Çok cesur, fakat siyasi zekadan mahrum Dengizik, imparatorluk birliğini yeniden kurmak için neticesiz mücadeleler içinde çırpına çırpına nihayet bir Bizanslının kılıcı ile can verdi (469). İrnek ise bu savaşlara katılmamış, kardeşlerinin ölümünden sonra, artık orta Avrupa’da tutunmanın zorluğunu anlayarak, savaşlarda yorgun düşen Hunlar’ın büyük kısmı ile, Bizans’tan geçiş müsaadesi alarak Karadeniz’in batı kıyılarına dönmüştür.
İrnek idaresindeki Hunlar’ın, önce güney Rusya düzlüklerinde görülen, sonra Balkanlarda ve Orta Avrupa’da birer devlet kuran Bulgarlar ve Macarlar’ın teşekkülünde büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Geleneklere göre, Bulgar-Türk Devletinin kurucusu Dulo sülalesi ile, Macar kabilelerini Tuna boyuna getirerek orada yerleştiren Arpad hanedanı İrnek’i ata tanımaktadırlar. IV. asırda Hunlar’a Volga’dan batıya doğru rehberlik eden geyik motifli “sihirli geyik” efsanesinde Hunlar’la Macarlar (Hunor-Mogor) kardeş gösterilmiştir. Nihayet Macaristan’da yaşamış olan Sekeller’in Hunlar’ın çocukları olduğu zannını uyandıran bir Başbuğ Çaba efsanesi vardır.
Hun hakimiyetinin Avrupa’daki Tesirleri
a- “Kavimler göçü” yolu ile etnik, (Avrupa ahalisinin birbirine karışması, bugünkü durumun temelleri)
b- Savaşlar veya dostça münasebetler yolu ili edebi, (Nibelungen destanı, efsaneler vs.). Attila, Etzel adı altında “iyi bir kral” sıfatıyla Alman halk edebiyatının şahaserlerinden biri ve en eskisi olan “Nibulungenlied”e girmiştir.
c- Bozkır sanatı yolu ile estetik,
d- Batı Roma imparatorluğunun yıkılması ve büyük istila hareketlerinin başlaması üzerine siyasi, (Atillâ’nın kurduğu hakanlık sayesinde, Doğu ve Orta Avrupa’nın muhtelif ırk ve cinsten olan kavimleri hâkim Türk-Hun unsurunun kuvvetli ve askerî teşkilâtı altında bir arada yaşamak ve faaliyette bulunmak imkânını bulmuşlardır.)
e- Köylünün ve güçsüzün korunmasına yönelik “şövalyelik” hayatının ve Roma imparatorluk kavramına karşı milli duyguların yaratıcısı olarak sosyal.
f- Avrupa ordularının Türk sistemine göre ıslahı hareketleri dolayısıyla askeri bakımlardan Türk kültür tesirleri Batı’da bütün ortaçağ boyunca devam etmiştir.
Romalılar 5. yüzyıldan itibaren askerî güçlerini Türk ordusundaki gibi düzenlemeye ve Hun ordusundaki 10'lu sistemi benimsemeye başladılar. Keten gömlek giymesini de ilk defa Türkler'de gördüler ve taklid ettiler. Ceket, pantolan giymeyi ve masada yemek yemeyi de yine Türkler'den öğrendiler. Hazar Prensesi Çiçek, Bizans sarayına gelin gittiği zaman giydiği Türk tipi "kağan hatun elbisesi" de Bizans'ta moda olmuş ve oradan Avrupa'ya yayılmıştı.
Attila'nın sarayında, egemenliği altında bulunan ülkelerin temsilcileri, yabancı görevliler az değildi. Bu yüzden Got ve Latin dilleri de Türkçe kadar yaygındı. Fakat Türkler hem dillerini, hem geleneklerini hiç bozmadan korumuşlardı. Zaten siyasî iktidar sona erince yalnız Türkçe konuşuldu ve Türk çevresine dönüldü.
Batı Hunları altın ve gümüş işçiliğinde ileri idiler. Hunlar'ın uzun zaman yerleşik hayat yaşadıkları Macaristan'da yapılan kazılarda birçok keramik ve altın eşya çıkarılmıştır.Hun kurganlarında silâh ve at koşumlarından başka, altın kazan, gümüş kemer ve kaşık altın taç vb. bulunmuştur.