Enver Paşa

Enver Paşa



1821 yılında İstanbul'da doğdu. Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi'nde öğrenim gördü. Harp Okulu'nu 1899'da piyade teğmeni olarak bitirdikten sonra, 1903'te kurmay yüzbaşı olarak Harp Akademisi'nden mezun oldu. Selanik'teki üçüncü ordunun emrine girdi. 1906'da binbaşı oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucuları arasına katıldı. Bu topluluk içinde tutunup, kendini sevdirdi. II. Meşrutiyet'in ilan edilmesinde önemli rol oynadı.

Makedonya Genel Müfettişliği ve Berlin Ateşemiliterliği gibi görevlerde bulundu. 31 Mart Olayı'nda, Hareket Ordusu'na katıldı. İşkodra mutasarrıfı ve cephe komutanı olarak İtalyan saldırısına başarıyla karşı koyan Enver Paşa, 1912'de yarbay oldu. 23 Ocak 1913'te İttihat ve Terakki tarafından düzenlenen Babıali Baskını'na katıldı. Sadrazam Kamil Paşanın istifasını sağladı.

Böylece İttihat ve Terakki Cemiyetinin iktidarı ele geçirmesinden sonra, Edirne'nin kurtarılmasında önemli rol oynadı. Bu başarısından sonra albaylığa ardından da tuğgeneralliğe yükselen Enver Paşa, 1914'te de Sait Halim Paşa Hükümeti'nde Harbiye Nazırı oldu. Şehzade Süleyman'ın kızı ile evlendi. Orduda bazı düzenlemeler yapan Enver Paşa, Fransız modeli yerine Alman stilini uyguladı.

Birinci Dünya Savaşına Almanların yanında katılmamızda etkin rol oynayanlar arasındaydı. Dünya Savaşı'nın Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisi ile sonuçlanmasından sonra İttihat ve Terakki Partili arkadaşlarıyla birlikte, önce Odessa'ya, oradan da Berlin'e gitti; daha sonra Rusya'ya geçti. Anadolu'daki Milli Mücadele Hareketi'ne katılmak istediyse de kabul edilmedi.

1920 Eylülünde Bakü'de Doğu Ulusları Toplantısı'na katıldı ve Batum'da Türkiye Şuraları Partisi'ni kurarak, Türkistan'ı kurtarma hareketini başlattı. Ancak Rus Kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. 4 Ağustos 1922'de Tacikistan'da, Belcivan yakınlarında bir çarpışmada öldü ve Çeğen Köyü'ne defnedildi.
 
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Asıl adı İsmail Enver'dir. İstanbul Divanyolu'nda doğdu, Doğumu ile ilgili olarak Türkçe ve Almanca otobiyografilerinde farklı tarihler verilmektedir (23 Kasım 1881 Çarşamba, 6 Aralık 1882 Çarşamba). Ailesi Manastırlı olup babası, önceleri Nâfıa Nezâreti fen memurluğu yapan, daha sonra surre emini olan sivil paşalık rütbesine yükselen Ahmed Bey, annesi Ayşe Hanım'dır. Küçük yaşta gösterdiği aşın İstek sebebiyle henüz üç yaşında iken ibtidâi mektebine kaydedildi. Ardından Fâtih Mekteb-i İbtidâisi'ne girdi. Bu okulun ikinci sınıfında iken babasının Manastır vilâyeti Nâfia fen memurluğuna tayini üzerine öğrenimine bu şehirde devam ettikten sonra yine aynı yerde askeri rüşdiye ve askerî idadi tahsilini tamamlayarak Mekteb-i Harbiyye-i Şâhâne'ye girdi. Daha o sıralarda, yüksek okullarda yaygın olan II. Abdülhamid aleyhten propagandadan etkilendiği otobiyografisinden anlaşılan Enver Bey, Mekteb-i Harbiyye-i Şâhâne'yi dokuzuncu olarak bitirip erkânı harp sınıfı için ayrılan kırk beş kişilik kontenjan içerisine girmeyi başardı.

Erkânıharp eğitimi sırasında bir defa Yıldız Sarayına götürülerek sorgulandıysa da hüküm giymedi. Ancak bu dönemdeki İttihat ve Terakki Cemiyeti faaliyetlerine katılmadığı kesindir. Sınıf ikincisi olarak okuldan mezun olduktan sonra 1903 yılı Ocak ayında erkânıharp yüzbaşısı rütbesiyle Manastır'daki 13. Seyyar Topçu Alayı'na tayin edildi. Bu esnada Bulgar çetelerinin takip ve tenkili için yapılan harekâta katıldı, 1903 yılı Eylülünde Koçana'da bulunan 20. Piyade Alayı'nın birinci bölüğüne nakledildi. Nisan 1904 tarihinde Üsküp'teki 16, Süvari Alayı'nda görevlendirildi. Aynı yılın Ekim ayında İştip'teki alaya giren Enver Bey iki ay sona "sunûf-i muhtelife" hizmetini tamamlayarak Manastır'daki karargâhına geri döndü. Burada erkânıharp dairesinin birinci ve ikinci şubelerinde yirmi sekiz gün çalıştı. Ardından Manastır Mıntıka-i Askeriyyesİ Ohri ve Kırçova mıntıkaları müfettişliğine tayin edildi. 7 Mart 1905'te kolağası oldu. Bu görev sırasında Bulgar, Rum ve Arnavut çetelerine karşı girişilen askerî harekâtta üstün başarılar gösterdiğinden dördüncü ve üçüncü Mecidi, dördüncü Osmani nişanlan ve altın liyakat madalyası ile ödüllendirildi: 13 Eylül 1906 tarihinde binbaşılığa yükseltildi. Bulgar çeteleri-ne karşı yürüttüğü faaliyet onun üzerinde Milliyetçilik fikirlerinin etkili olmasında rol oynadı. Bu ay içinde Selanik'te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ne on ikinci üye olarak katıldı. Manastır'a dönüşünde cemiyetin buradaki teşkilatım kurma faaliyetinde bulundu. Bu faaliyetleri, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile merkezi Paris'te olan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti'nin birleşmesi ve ilk örgütün Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti Dahili Merkez-i Umumisi adını almasından sonra daha yoğun olarak sürdürdü. Terakki ve İttihat Cemiyeti tarafından başlatılan ihtilal girişimlerine katıldı. Faaliyetinin ihbar edilmesi üzerine İstanbul'a davet edildi. Ancak 24 Haziran 1908 akşamı dağa çıkarak ihtilalde öncü rol oynadı.

Tikveş'teki örgütlenme faaliyetinden sonra 21 Temmuz 1908'de Köprülü'ye geçen Enver Bey, 23 Temmuz 1908 tarihinde II Abdülhamid'in Meclis-i Mebusan'ı yeniden toplantıya çağıran iradesi sonrasında Selanik'e giderek bu şehirdeki kutlamalara katıldı. Dağa çıkan subaylar arasında en kıdemlisi olduğundan ve Kolağası Niyazi Bey ile beraber en önemli faaliyeti gerçekleştirdiğinden bir anda "kahraman-ı hürriyet" haline geldi ve bu tarihten itibaren yeniden Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adını kullanmaya başlayan örgüt içindeki askeri kanadın önde gelen isimlerinden biri oldu. 23 Ağustos 1908'de Rumeli Vilayeti Müfettişliği refakatine verilen Enver Bey, 5 Mart 1909'da 5000 kuruş maaşla Berlin askeri ataşesi olarak görevlendirildi.

31 Mart Vak'ası üzerine geçici olarak yurda dönen Enver Bey İstanbul'da Hareket Ordu'-suna katıldıktan sonra tekrar Berlin'e gitti. 12 Ekim 1910 tarihinde Birinci ve İkinci Ordu manevralarında hakem olarak görev yapmak üzere yeniden İstanbul'a geldi ve kısa bir şiire sonra geri döndü. Mart 1911'de İstanbul'a gelen Enver Bey, 19 Mart 1911'de Makedonya'daki çete faaliyetlerine karşı alınacak tedbirleri denetlemek ve bu alanda rapor hazırlamak üzere bölgeye gitti. Enver Bey dolaştığı Selanik, Üsküp, Manastır, Köprülü ve Tikveş'te bir yandan çetelere karşı alınacak tedbirler üzerinde çalışırken öte yandan İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleriyle görüştü. 11 Mayıs 1911 tarihinde İstanbul'a döndü. 15 Mayıs 1911'de Sultan Mehmed Reşad'ın yeğenlerinden Naciye Sultan ile nişanlandı. 27 Temmuz 1911'de Malisör isyanı sebebiyle İşkodra'da toplanan İkinci Kolordu'nun erkânıharp reisi olarak Trieste üzerinden İşkodra'ya gitmek üzere İstanbul'dan ayrıldı. 29 Temmuz'da ulaştığı İşkodra'da Malisör isyanının bastırılması, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Arnavut üyeleriyle olan meselelerinin hallinde önemli rol oynadı. Daha sonra Berlin'e geçtiyse de İtalyanlar'ın Trablusgarp'a saldırmaları üzerine yurda döndü.

3 Eylül 1911 tarihinde Selanik'te yapılan İttihat ve Terakki Cemiyeti merkez-i umumi toplantısında İtalyanlar'a karşı bir gerilla savaşı yürütmesi fikrini savunan Enver Bey bu görüşünü diğer örgüt üyelerine de kabul ettirdi. 8 Ekim 1911'de padişah ve hükümet yetkilileriyle görüştükten sonra İskenderiye'ye gitmek üzere 10 Ekim 1911'de İstanbul'dan ayrıldı. Mısır'da ileri gelen Arap liderleriyle çeşitli temaslar kurup 22 Ekim'de Bingazi'ye hareket etti. Çölü geçerek 8 Kasımda Tobruk'a ulaştı, l Aralık 1911 'de Aynülmansûr'da askeri karargahını kurdu. İtalyanlar'a karşı yapılan muharebe ve gerilla harekatında büyük başarılar elde etti. 24 Ocak 1912 tarihinde bu görevine ilaveten Bingazi mutaasarrıflığına tayin edildi. 10 Haziran 1912'de kaymakam oldu. Kasım 1912 sonlarında Balkan Savaşı'na katılmak üzere Bingazi'yi terkederek tebdili kıyafetle İskenderiye'ye, oradan de bir İtalyan gemisiyle Brindisi'ye gitti. Viyana üzerinden İstanbul'a dönen Enver Bey, l Ocak 1913'te Nazım Paşa ile görüştü. Harbiye nazırı ile Kamil Paşa'nın istifaya zorlanması ve yerine savaşa devam edecek bir hükümetin kurulması konusunda anlaşmaya vardı. Daha sonda bu fikri, Kamil Paşa'nın görevde kalmasını isteyen Sultan Mehmed Reşad'a da kabul ettirmeye ça-îıştı.

Enver Bey ile İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ileri gelenleri 23 Ocak 1913 tarihinde Bâ-biâli Baskını'nı gerçekleştirdiler. Enver Bey öncü rol oynadığı bu hükümet darbesinde Kamil Paşa'ya İstifanamesini imzalattı. Ardından padişahı ziyaret ederek Mahmud Şevket Paşa'nın sadarete getirilmesini sağladı. 12 Haziran 1913'de Mahmud Şevket Paşa'nın hallinden sonra ülke yönetimine fiilen el koyan İttihat ve Terakki içindeki askeri kadronun da lideri haline gelen Enver Bey, hayati kararların alınmasında etkili oldu. II Balkan Savaşı sırasında 22 Temmuz 1913'te Edirne'ye girişi toplum nezdindeki prestijini daha da artırdı. 15 Aralık 1913'de Miralay, 3 Ocak 1914'te Mirliva, aynı tarihte Ahmed İzzet Paşa'nın yerine Harbiye nazırı oldu.

8 Ocak 1914 tarihinde aynı zamanda Erkan-i Harbiye-i Umumiyye reisliği görevini üstlenen Enver Paşa yeni görevinde büyük bir gayretle, I. Balkan Savaş'nda bozguna uğrayan Osmanlı ordusunun yeniden düzenlenmesine çalıştı. II. Abdülhamid dönemin yaşlı paşalarının tamamına yakın bir kısmı emekli edildi ve genç subaylar orduda önemli göreve getirildi. Enver Paşa'nın mahiyetinde çalışmış olan İsmet İnönü ve Kazım Karabekir gibi subaylar onun bu çabalarının başarılı olduğunu kabul ederler. Enver Paşa'nın bu düzenlemesi bir anlamda Cumhuriyet'in kuruluşunda önemli rol oynayan a kadronun da Osmanlı ordu teşkilatında yükselmesini sağladı. Enver Paşa, Harbiye n sırasında "enverîye" adı verilen askeri ve aynı adla anılan, sesli, sessiz harflerin her harfinin ayrı yazılması ile uygulanan bir yazı gibi yenilikler yaptı. 5 Mart 1914 tarihim Naciye Sultan ile evlenen Enver Paşa, İttihat i Terakki Cemiyeti tarafından Almanya ile ittifak anlaşması sağlamak İçin girişimlerde bulunmak üzere görevlendirildi. Enver Paşa'nın ilk girişim ve teklifleri Alman İmparatorluğu'nun İstanbul Büyükelçisi Hans von Wangenheim tarafından reddedildi. Daha sonra Avusturya-Maceristan yetkililerin de baskıları ile Wangenheim'ın Şansölye Betmann Hollweg'in itirazlarına neden olan Kayser II. Wilhelm'in şahsi emriyle Ağustos 1914 tarihli ittifak anlaşması ile Genel kanaatin aksine, ittifak anlaşması Almanlar'dan gelmediği gibi bu alanda yanaşmamakta uzun süre direnen de Alman İmparatorluğu olmuştur. Dolayısıyla Enver Paşa'nın Osmanlı Devleti'ni bir oldu bitti sı cunda Almanlar'la ittifak anlaşması imzalat zorladığı tezi doğru değildir; ayrıca hiç bir büyük Avrupa devleti tarafından ittifaka ne dahil edilmeyen Osmanlı Devleti'nin Alman ittifakını sağlaması gerektiği konusunda İttihat ve Terakki liderlerinin tamamı aynı kaanati taşıyordu.

10 Ağustos 1914 günü Çanakkale önüne gelen Goeben ve Breslau buharlı Alman savaş gemileri peşlerindeki İngiliz gemilerinden kaçabilmek için giriş izni isteyince kendisiyle görüşen Kress von Kressenstein'in talebiyle Enver Paşa re'sen verdiği bir emirle gemilerin içeri alınmasını ve eğer takip etmek isterlerse İngiliz gemilerine ateş açılmasını emretti. Olayları yaşayan bazı subaylar, 22 Ekim 1914'de Enver Paşa'nın Amiral Souchon'a Karadeniz'deki Rus donanmasına saldırması için şifahi emir verdiğini iddia etmektedirler. Ancak bu konuda yazılı bir emir 25 Ekim 1914'te Enver Paşa tarafından amirale gönderilmişti. 29 Ekim 1914 günü Karadeniz'e manevra gerekçesiyle çıkan Osmanlı donanmasının Rus Çarlığı liman ve gemilerine saldırısı sonrasında Enver Paşa, müttefiklerine tazminat ödeyerek tarafsızlığın korunması fikrini savunan hükümet üyelerine karşı savaşa giriş tezinin en hararetli savunucusu oldu.

Savaşa girilmesinden sonra Enver Paşa Harbiye nazırı olarak askeri harekatın yönetimini de ele aldı. Ancak kendisinin tamamen bir Alman kuklası olup onların isteklerini yerine getirmeye çalıştığı şeklindeki görüşler doğru değildir. Bizzat Alman belgeleri, Enver Paşa'nın çeşitli hususlarda Alman askeri yetkilileriyle çatıştığını göstermektedir. Enver Paşa'nın I. Dünya savaşı sırasındaki fiili tek kumandası Kafkas cephesinde olmuştur. 14 Ekim 1918 tarihinde Talat Paşa kabinesinin istifası ile Enver Paşa'nın da Harbiye nazırlığı sona erdi ve 1-2 Kasım 1918'de İttihat ve Terakki'nin diğer yedi lideriyle birlikte Ülkeden ayrıldı.

Enver Paşa ülkeden ayrılmadan önce Sadrazam Ahmed İzzet Paşa'ya yazdığı mektupta kullandığı ifadeler, onun Azerbaycan'da müstakil bir Türk hükümeti kurmaya çalışacağı intibasını uyandırmaktaydı. Nitekim Kırım'da Berlin'e giden arkadaşlarından ayrılarak amcası Halil Paşa ve kardeşi Nuri Bey'in denetiminde bulunan Kafkasya'daki ordu birliklerine ulaşmak üzere oraya hareket etti. Ancak kayalara bindiren takanın batması sonucunda bunu gerçekleştiremediği gibi bölgedeki birliklerin etkisiz hale getirilerek kumanda heyetinin tutuklandığım öğrenince de Berlin'e gitmeye karar verdi. Nisan 1919'da Berlin'e gidip Babelsberg semtine yerleşti ve Almanya'da yeniden teşkilatlanmaya çalışan İttihat ve Terakki'nin faaliyetinde rol oynadı; ayrıca İngilizler'le de çeşitli pazarlıklarda bulundu, fakat bu alanda bir anlaşma sağlanamadı. Enver Paşa Talat Paşa ile birlikte 1919 Ağustos ayı sonunda Bolşevik liderlerinden Kari Radek'i tutuklu bulunduğu hücresinde ziyaret etti. Radek İttihat ve Terakki'nin bu iki liderini Moskova'ya davet etti. 10 Ekim 1919 tarihinde Mehmet Ali Sami takma adı ve Rusya'daki Türk Hilal'i Ahmar temsilcisi bir doktor kimliğiyle uçakla Berlin'den Moskova'ya hareket eden Enver Paşa, 13 Ekimde Königsberg'e ve 15 Ekim'de Shiaulai'ye (Litvanya) vardı. Daha sonra Abe-li'ye iniş yapan uçak yolcuları Litvanya yetkilileri tarafından göz altına alındılar ve Kaunas'sa gönderildiler. Enver Paşa Kaunas'taki hapishanede iki ay geçirdikten sonra tekrar Berlin'e döndü.

Bu sırada hapisten çıkan Radek'in talebi üzerine bazı İttihat ve Terakki liderleri Moskova'ya hareket ettiler ve 27 Mayıs 1920 tarihinde burada buluştular. Berlin'de kalan Enver Paşa'da çeşitli temaslardan sonra Altman adına düzenlenmiş sahte belgelerle yola çıktı. Ancak bu uçağı yine zorunlu iniş yapınca tekrar yakalandı ve Riga hapishanesine götürüldü. Burada bir komünist, bir Alman yahudisi olarak muamele gören Enver Paşa tekrar serbest bırakıldı. 1920 Ağustos ayının başında üçüncü defa Berlin'i terk eden Enver Paşa Stettin, Königsberg, Mingskve Somalengk üzerinden 16 Ağustos tarihinde Moskova'ya ulaştı. Burada gayet iyi karşılandı ve Kremlin'in büyük duvarına bakan Sopiskaia Naberezhnaya semtindeki bir konuk evine yerleştirildi.

Enver Paşa eski ittihatçı arkadaşları ve Orta Asya'dan gelen temsilcilerle görüştü. Ayrıca Çiçerin, Radek, Zinoiev ve Lenİn ile görüşmeler yaptı ve Sovyet-Alman temaslarında arabuluculuk görevini üstlendi. Berlin'den Moskova'ya gelmesinde yardımcı olan eski arkadaşı Hans von Seect'e yazdığı 25 ve 26 Ağustos tarihli iki mektuba göre, Troçki ve temsilcisi E.M. Skliansky'le yaptığı görüşmelerde Anadolu hareketine silah yardımında bulunulmasını istedi ve söz dahi aldı. îslâm İhtilal Cemiyetleri İttihadı adında bir örgüt kurdu. Enver Paşa 1-8 Eylül 1920 tarihinde Bakü'de gerçekleşen Doğu Halkları Kongresi'ne Libya, Tunus, Cezayir ve Fas'ı temsilen katıldı. Ankara hükümeti de kongrede İbrahim Tali (Öngören) tarafından temsil edildi. Ancak bu kongre önemli sonuçlar doğurmadı. Sovyetlerin ihtilalci grupları değil, Mustafa Kemal, Rıza Şah, Çang-Kay-Şek Emanullah Han gibi tarafsız liderlerin yönetimlerini destekleme kararları Enver Paşa'nın işini zorlaştırdı. Ekim 1920 başlarında yeniden Berlin'e döndü ve Lüksgrunewald semtine yerleşti. Daha sonra İsviçre'ye giden Enver Paşa burada Hakkı Paşa ile görüşerek Rusya'dan Anadolu'ya askerî yardım göndermek üzere bir gizli teşkilat kurmaya karar verdi. Komitede H. Von Seect'in eski yaveri binbaşı Fischer ve Alman harb bakanlığında askeri teçhizat sorumlusu yüzbaşı Kress'de bulunmaktaydı. Ancak Moskova'dan gerekli maddi yardım sağlanamadı. Halil Paşa'mn Enver Paşa'ya yazdığı 4 Kasım 1920 tarihli mektuba göre bu alandaki yeni taleplerde Karahan tarafından reddedildi. Enver Paşa 1921 Şubat! ı sonunda yeniden Moskovaya gitti ve burada Çiçerin ve yeni Ankara hükümeti temsilcisi Bekir Sami Bey'le çeşitli görüşmeler yaptı. 16 Temmuz 1921'de Mustafa Kemal Paşa'ya uzun bir mektup yazarak kendisinin faaliyetleri hakkındaki şikayetleri ve Anadolu Hareketine el koyma iddialarına karşı çıktı. 30 Temmuz'da Ankara'ya yönelik Yunan saldırısı başladığında Enver Paşa diğer İttihatçı liderlerle birlikte Anadolu'ya geçme fikriyle Batum'a gitti. Bu sırada Trabzon'daki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'de onu destekliyordu. 5 Eylül'de burada yapılan ve Halk Şuralar Fırkası Toplantısı olarak ilan edilen İttihatçı toplantısında Ankara'daki T.B.M.M.'ne İttihatçı sürgünlerle soğuk ilişkilerin sona erdirilmesi içinde başvuruda bulunması kararlaştırıldı. Ancak Sakarya zaferi Enver Paşa'nın planlarının bir defa daha bütünüyle değişmesine yo! açtı. Baku'yu terk eden Enver Paşa Tiflis. Aşkabat ve Merv'e uğradıktan sonda Ekim 1921 tarihinde kendisine refakat eden Teşkilat-ı Mahsusa eski liderlerinden Kuşçubaşı Hacı Sami ve diğer bazı İttihattçılarla birlikte Buhara'ya gitti.

8 Kasımda Türk subaylarla birlikte tekrar yola çıktı ve 19 Kasım'da Akbulağ, 21 Kasım'da Başçardak kışlağında ve 24 Kasım'da Gurgantepe'ye ulaştı. Burada Cedidci Alehytarı Lakay İsmalil Bey'in esiri durumuna geldi. Şubat 1922 sonunda buradan kurtulan Enver Paşa Ruslara karşı savaşan Basmacıları örgütlemek için tekrar Duşanbe ilerisindeki kışlaklara gitti. 24 Temmuz'da Rusların Duşanbe'yi alması üzerine geri çekilerek Satılmış Kışlağına vardı. Buradan Belcuvan bölgesindeki Âbıderyâ köyüne geçti ve son karartı; burada kurdu. 4 Ağustos 1922'de karargahta düzenlenen Kurban Bayramı töreninde mahiyetinde kalan askerlerle bayramlaşırken ani bir Rus baskınına uğradı; yanındaki otuza yakın atlıyla yöneldiği Çegan tepesi mevkiinde giriştiği çarpışmada ön safta vuruşurken öldürüldü.

Enver Paşa'nın eşyaları müfreze kumandanı Kulikof tarafından Taşkent'e gönderildi. Buradan daha sonra Moskova'daki askeri müzeye nakledildi. Cenazesi Âbıderyâ köyünde toprağa verildi.

Enver Paşa'nın siyasi ve askeri kariyeri hakkında değişik ve birbiriyle çelişen yorumlar yapılmıştır. 1908 ihtilalinde oynadığı rol, Trablusgarp Harb'indeki başarıları sebebiyle kamuoyunda büyük prestij kazanan Enver Bey'in aleyhine Mondros Mütearekesi'nin ardından bir kampanya başlatılmış, 1922 sonrasında ise yeni rejim Enver Paşa ve arkadaşlarını gereksiz yere l. Dünya Savaşı'na girilmesinden sorumlu tutmuş, mütareke dönemi faaliyetleride bir maceracı olarak yorumlanmıştır. Belirli dönemlerde leyhine ve aleyhine yoğun yayın yapılmalısı, Enver Paşa hakkında ojektif bir değerlendirilme yapılmasını güçleştiren temel sebep olmuştur.

Yetiştirdiği dönemin Osmanlı zabitanı içinde kendini geliştiren Enver Paşa Makedonya'daki çete savaşlarında gösterdiği başarılarla sivrilmiştir. 1908 hareketinde öncü rolü onu halk kahramanı mertebesine getirdiği gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti içindeki durumunu da güçlendirmiş, 1913 Babıali Baskınından itibaren gerek bu örgütün askeri kanadının gerekse Teşkilat-ı Mahsusa'nın lideri haline gelmiştir. ş Bu dönemde kendi kaleminden çıkan mektuplar, Enver Paşa'nın Fransızca ve Almancayı iyi düzeyde kullanabilen ve batı düşünürlerin kitaplarını okuyan bir kişi olduğunu göstermektedir. Enver Paşa'nın l. Dünya savaşına girilme-sindeki sorumluğu ve rolü ise son dönemlerinde yayımlanan Alman ve Avusturya belgelerinden anlaşıldığına göre daha ziyade Goeben ve Bresleu zırhlılarının boğazlardan geçirilmesi ve Rus limanlarının bombardımanı emrinin verilmesi çevresinde şekillenmektedir. Onun Mütareke sırasındaki faaliyetleri ise özellikle son dönemlerde yayımlanan belgelerin ışığı altında şahsi girişimler olmaktan ziyade İttihat ve Terakki kadrosunun faaliyetleri olarak değerlendirilmelidir. Ancak Enver Paşa'nın maceracılık boyutlarına varan hareketleri konusunda yorumda bulunulurken içinde yaşadığı çağın da bir macera çağı olduğu hesaba katılmalıdır.



BELCIVAN

FERYADIM BOĞSUN DÜNYA'NIN BÜTÜN VARLIĞINI;

ÜMİDİM SON İPİNİ DE KOPARIP ATSIN!

GAZAPTAN TİTREYEN GENÇ BİR YİĞİDİN

DOLMUŞ MERMİLER SİNESİNE TAŞ GİBİ,

DAĞLARDA ÖZGÜRLÜK DİYE GEZEN BİR GEYİĞİN

MATEMLER İNMİŞ KARA GÖZLERİNE.

DERYALAR, DALGALAR TİTRETEN BİR YİĞİT,

YEDİĞİ DARBELERİN KAHRINDAN YIKILIP KALMIŞ,

KURTULUŞ YILDIZI SANKİ HİÇLİĞE KARIŞMIŞ

SENİN SON CANINI DA DÜŞMANLAR ALMIŞ.

MARMARA BOYLARI, EDİRNE YOLU

ÇATALCA OVASI, BOĞAZ GEÇ İD t,

KARPAT DAĞLARI, TRABLUS ÇÖLLER!

GÜZEL SELÂNİK'İN ŞİRİN BAHÇELERİ.

ŞEHİTLERİN YÜZÜNE DAMLAYAN NURLAR,

BİZİ KAN AĞLATTI BU KARA HABER.

BERLİN SOKAKLARI YİĞİDİN BİRİNİ

DOPDOLU KOYNUNA ALIP SARDI,

TİFLİS'İN HAVALARI DA BİR KURTARICI YİĞİDİ

KARA KANLARA BOYAYIP TOPRAĞA SALDI.

TARİHİN RENGİNİ KANLARLA KARARTIP DOLDURAN

EN SON ÜMİDİMİZİ DE KANA BOYADI O BELCİVAN

AH NASIL UĞURSUZ ZAMANLAR GELMİŞ,

FERYADIM DÜNYA'NIN VARLIĞINI BOĞUP ÖLDÜRSÜN,

KAPKARA BAHTINA ŞEYTANLAR GÜLSÜN!

Özbek Şairi Çulpan'ın
Enver Paşa'nın şehâdeti üzerine yazdığı şiir

SEMERKANT -1992
 
ENVER PAŞA

İstanbul'un Divanyolu semtinde doğan Enver Paşa (1881) çok maceralı bir hayattan sonra, kurban bayramının birinci günü (4.8.1922) Batı Türkistan'ın güneyinde, Pamir yaylasının eteklerinde, bugünkü Tacikistan'ın Belcevan bölgesindeki Çegan Tepesi'nde, Ruslar'la savaşırken, makineli tüfek ateşine tutularak şehit düştü. Kıyafeti diğerlerine benzemeyen, orta boylu, bıyıklı, yakışıklı insanın cesedini Ruslar soyduklarında, göğsünden bir Kuran-ı Kerim çıktı. Şehadetinden iki gün sonra, onu Türk karargahının bulunduğu Abıderya köyünde bir pınarın başındaki ceviz ağacının altına gömdüler. Uzun zaman Ruslar'dan gizli kalan mezarını Doğu Türkleri ziyaretgah yaptılar. Türkistan'da milletimizin erimemesine mezarı yardımcı olurken, dilden dile dolaşan fedakârlığı, cesareti de yeni doğan nesle ruh veriyordu. Yetmiş dört yıl sonra, ne hikmetse, belki de şov tutkusuyla, getirilip, Hürriyet-i Ebediye Tepesi'ndeki Talat Paşa'nın yanında hazırlanan mezara konuldu. Talat Paşa'nın mezarını yılda kaç kişi ziyaret ediyor? Şimdi Enver Paşa'nın mezarını yılda kaç kişi ziyaret edecek? Belki de milletimizin en karanlık günlerinde, baş düşmanların saflarına geçip "Damarlarımda Slav kanı var" diyen Nazım Hikmet Versanski'nin mezarının getirilmesine gerekçe olması için bu affedilmez gafı işledik. Korkulur ki bu zihniyet Suriye'deki Süleyman Şah'ın mezarını da herhangi bir gerekçe ile ülkemize getirir.

Enver Paşa'nın okul yılları milletimizin en buhranlı dönemiydi. İdealist, gözü pek Enver Paşa, okullarının bütün sınıflarını birincilikle bitirdi ve subay olur olmaz, o zaman ki yöneticilerin karşısında alternatif gibi duran İttihat ve Terakki gizli teşkilatına girdi. Bu teşkilatın içinde değişik dinlerden, değişik milletlerden insanlar vardı, hemen hemen hepsi de masondu. Fakat Enver Paşa mason olmadı. Masonluk hakkında bugünkü bilgilerimiz de pek bilinmiyordu. Zekası masonluğa uzak durmasını sağladı. Belki de onun devamlı suçlanmasına bu vasfı sebep oldu.

Enver Paşa'yı tarih bilgileri sınırlı olan Sultan Abdulhamid taraftarları ve Kemalist geçinenler sevmezler. Abdulhamid taraftarlarını anlamak ne kadar kolaysa, Kemalist geçinenleri anlamak da o kadar zordur. Kemalist geçinenler, çeşitli vesilelerle çağdışı Osmanlı'nın (!) battığına şükrederler, çünkü o batmasaydı, nur topu gibi cumhuriyetimiz doğmazdı. Ama Enver Paşa söz konusu oldu mu, " O mu? Koskoca imparatorluğu batırmadı mı?" derler. Ne yazık ki bu çelişkiyi ne Kemalist geçinenler, ne de başkaları anlıyor.

Abdulhamid Han, çok karışık bir ortamda tahta çıktı. Amcası Abdulaziz, Kırım'ı Ruslar'dan geri almak istediğinde dünyanın dört büyük donanmasından birini meydana getirdi. İngiltere ve Fransa'yı harekete geçirdi. Ispartalı Eşek Ahmed'in oğlu Serasker Hüseyin Avni Paşa'yı ülkelerine davet ettiler. Sultan Abdulaziz'in tahttan indirilişini planladılar.

Gencecik V. Murat'ı, amcasını sadece halledeceklerini söyleyerek ikna ettiler. Çok sevdiği amcasının hunharca öldürüldüğünü öğrenince V. Murat aklını oynattı. Avrupa'dan getirilen doktorların, tedavisinin uzun süreceğini söylemeleri üzerine, II. Abdulhamid Han'ı tahta çıkarmak mecburiyetinde kaldılar.

Tahta çıkan Abdulhamid, Meclis'teki gayri müslim milletvekillerinin gayretkeşlikleriyle kendisini 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının içinde buldu. Ordularımız feci şekilde yenildiler; Rus Orduları İstanbul'un varoşu Yeşilköy'e geldiler. Bir silah patlatmadık, belki patlatacak takatimiz da yoktu; Rus orduları tekrar tıpış tıpış Tuna'nın kuzeyine çekilmek mecburiyetinde kaldılar. Bu sadece ve sadece Abdulhamid Han'ın diplomasisiyle gerçekleşti ve dünyada bir başka örneği de yoktur.

Abdulhamid Han'ın bu dehası İngiliz ve Fransızların dikkatlerini çekti. Onu devirmezlerse, Osmanlı ayağa kalkabilirdi. Milliyetçi geçinen Ali Suavi'yi ayarladılar. Çırağan Sarayı'na gelecek olan Abdulhamid Han'ı öldürecekti. Çevresine topladığı sergerdelerle orada bulunması gereken saatte Çırağan Sarayı'nı bastı. Yetişen Yedi-Sekiz Hasan Paşa, bir tüfek kundağıyla Ali Suavi başım dağıttı. İngiliz karısı baskını Beylerbeyi'nin üstünden dürbünle takip ediyordu. Anlaşmalarına göre kocası Ali Suavi Abdulhamid Han'ı öldürürse, sarayın önünde bir ateş yakacaktı. Beklediği ateş bir türlü yanmayınca, karısı yanına bütün evrakları aldı ve her ihtimale karşı Beylerbeyi'nin açığına demirlemiş İngiliz muhribine bindi ve kaçtı. Sonra da bu casus kadın, bir Ermeni teröristi ile evlendi ve Paris'e yerleşti.

Böyle bir ortamda iktidarda bulunan Abdulhamid Han, Devlet-i Aliye'yi selamete çıkarmak için dizginleri elinde topladı. Ne kadar büyük devlet adamı olursa olsun, o da bir insandı; onun da sinirleri vardı; elbette onun da çevresinde menfaatçiler kümelenecekti... Kurduğu otoriter rejime okumuş, aydın geçinen, herkes karşı çıktı. Bildiğimize göre yalnızca büyük devlet adamı, dahi hukukçu Ahmed Cevdet Paşa ile, romancı Ahmed Mithat Efendi karşı değillerdi. Ahmed Cevdet Paşa, hem Sultan'ın çok yakınında bulunuyor, onu yakınından tanıyor, hem de engin bir tarih bilgisine ve devlet tecrübesine sahipti. Ahmed Mithat Efendi'nin ise milletinin kültürüne hizmet ettiği gerekçesiyle Abdulhamid Han'dan para aldığı rivayet edilmektedir. Said Nursi, Mehmed Akif ve daha bir çok Abdulhamid'in yanında bulunması gereken vatansever, mütedeyyin insanlar da Abdülhamid'e karşı idi. Öylesine ağır bir propaganda sürdürülüyordu ki, karşı olmamak mümkün değildi. Gencecik bir harbiye öğrencisi veya çiçeği burnunda bir subay olan Enver Paşa'nın da karşı olması tabii değil miydi?


Enver Paşa ve Trablus

İttihat ve Terakki iş başına geldikten sonra, genç bir subay olan Enver Paşa'nın da istihbarat birimlerinin bilgilerinden, memleketimizi bekleyen tehlikelerden haberi oldu. Enver Paşa'nın ondan sonraki hayatını projektör altına alınca milletimizin bu yiğit evladının ne kadar vatansever, milliyetçi ve nıüslüman olduğunu anlıyoruz.

Osmanlı Devleti'nin gerilmesinde o zaman ekonominin itici gücü olan demir ve kömürün topraklarında çok az çıkması önemli rol oynadı. Endüstri gelişti; ekonomide demir ve kömür yerini petrole bıraktı. Petrol de Osmanlı topraklarında çoktu; güçlü, emperyalist devletlerin onu aralarında bölüşmek istemeleri dünyayı savaşa sürüklüyordu. İtalya, burnunun dibindeki Libya'ya savaştan önce el koymak istedi. Orada Osmanlı'nın üç bin beş yüz civarında nizamı sağlayan jandarması vardı. Çok büyük kuvvetlerle İtalyanlar oraya çıkarma yaptılar. O yıllarda yarbay (kaymakam) olan Enver Paşa, can yoldaşı Eşref Bey'le (Kuşcubaşı) dönemin Milli Savunma Bakanı Ahmed İzzet Paşa'yı ziyaret ederler. Yarbay Enver Paşa'ya mealen şunları söyler: "Aziz Paşam; ülkemizin bir bölgesi işgal ediliyor; ne yazık ki devletimizden ses çıkmıyor. Yenilmek, yenmek biraz da imkana bağlıdır. Yenilmek, herhalde hiç ses çıkarmamaktan daha iyidir. Müsaade ederseniz, bizler gidip, orada savaşmak istiyoruz." Onları dikkatle dinleyen Milli Savunma Bakanı Ahmed İzzet Paşa sadece "Yarın görüşelim" dedi. Belki hükümetle belki sadrazamla ve belki de Sultan Reşat'la görüşen Paşa ertesi gün onlara şunları söyledi: "Donanmamızda hiçbir gemi Çanakkale Boğazı'nın dışına çıkacak durumda değildir. Maliyemiz de tam takır-dır; size bir kuruş tahsilat ayıramayız. Hatta devletçe bu savaşa bulaşmak istemediğimizden, size pasaport dahi veremeyiz. Ancak sizi ordudan izinli sayarız. Orada birşeyler yaparsanız. Devletçe onlara sahip çıkarız. Bir şey yapamayıp yenilirseniz, "Bize sormadan gittiler" der, sizi ordudan ihraç ederiz."

O akşam Beşiktaş'daki evinde, Trablusgarb'a gitmek isteyen diğer genç subaylarla toplanırlar ve şu karara varırlar. Önce Enver Bey'le, Eşref Bey gidecek, bir başarı umudu görürlerse, diğerleri de onları takip edecek. Tabii paralan yoktur. Eşref Bey, Salihli'ye gider, çiftliğindeki hayvanları satar. O para ile, sahte pasaportlarla, hayvan yüklü gemilerde gizlice Mısır'a çıkarlar.

Gençliği Arap topraklarında geçen Eşref Bey Arapça'nın bütün şivelerine vakıftır ve Arap ülkelerinde Şeyh-i Tuğyur (Uçan Şeyh) namıyla tanınmaktadır. Mısır'da şuur sahibi müslümanlar onlara büyük maddi yardımda bulunurlar Libya'ya geçerler, Şeyh Sinusi Hazretleri onlara sahip çıkar; kabilenin gençlerini, eli silah tutabilecek manevi evlatlarını emirlerine verir. Yerli kıyafetler içinde heybeti daha da artan Eşref bey gençleri cepheye sevketmek için ateşli nutuklar çeker. Bunda da başarılı olur.

Büyük gerillacı olan Eşref Bey yaptığı baskınlarda ciddi neticeler alınca, İstanbul'daki diğer genç subaylar da Libya'ya gelirler. Dünyaya parmak ısırtacak sonuçlar elde ederler, yüzbinlerle ifade edilen İtalya ordularını sahile mıhlarlar.


Balkan Savaşı

Bu sıralardaki İtalya Kralı'nın kayınpederi, Karadağ Kralı'dır. İtalyanlar dünyaya rezil rüsva olunca, biraz da Karadağ Kralı'nın gayretleriyle bize karşı ittifak kurulur ve Balkan Savaşı patlak verir. Yirmi dört günde, yedi yüz yirmi bin kişilik ordumuz, beş yüz kırk bin kişilik Balkan Ordularının önünde, Manastır'dan Büyük Çekmece Gölü'nün yanındaki Muradlı Tepeleri'ne çekilir. Hiçbir dahi şairin tasvir edemeyeceği faciayı milletimiz yaşar. İstanbul'un her tarafı, bilhassa camiileri Balkan göçmenleriyle dolar. Kısa zamanda beklemedikleri toprakları ele geçiren müttefikler paylaşımında anlaşamazlar. Yunanistan'la problemlerini halletmeye çalışan Bulgaristan, bir yandan da İstanbul'a girmek için hazırlıklar yapar. Yakup Cemil gibi tetikçiler, Libya'daki başarıya özenerek gönüllüler toplarlar. Ciddi bir disipline sokulamayan bu başıbozuk taifesi ayrı bir dert olur.

Hükümetimiz ve yüksek paşalarımız ise, ancak Bulgarlar'a hücum etmemekle onları kızdırmamakla İstanbul'u kurtarabileceğimize inanmaktadırlar. Düvel-i Muazzama (Büyük devletler) da biraz daha gerideki Enez-Midye hattında Balkan devletlerinin çekilmelerine karar verir. Fakat Bulgaristan Enez-Midye hattına çekilmeyi reddeder, İstanbul'a girmenin hazırlığına devam eder. Düvel-i Muazzama'dan bazıları da İstanbul'un Bulgarlar'a ait olabileceğini telaffuz etmeye başlarlar. Bu trajik durumun daha da beterleşmesini belki önleyebilirler umuduyla Milli Savunma Bakanı Libya'daki Enver ve Eşref Beyleri geri çağırır. Fakat Şeyh Şinusi Hazretleri onlara güvenmiş, gerek kabilesinden, gerekse manevi evlatlarından eli silah tutanları emirlerine vermiştir. Şimdi onları yüzüstü bırakıp, İstanbul'a dönmek Enver Bey'e kalleşlik gibi gelir. Şeyh Sinusi Hazretleri'ni ziyaret eder; Balkan Savaşı'nın koptuğunu, düşmanların İstanbul'a girmek üzere olduğunu, geri çağrıldığını söyleyince, Şeyh Sinusi Hazretleri'nin gözleri yaşarır ve şu cevabı verir: "Gidiniz evlatlarım, Libya bizim kolumuz, bacağımız, İstanbul ise kalbimizdir. Kolumuzu, bacağımızı kaybedersek, yine yaşayabiliriz; fakat kalbimizi kaybedersek, yaşayamayız..."

Enver Bey, can yoldaşı Eşref Bey'le İstanbul'a döner. Bu sırada, gözü pek kardeşi Selim Sami, hükümetin pısırıklığına kızarak İzmir'e çekilmiştir. Hemen onu ve silah arkadaşı Cihangiroğlu İbrahim'i İstanbul'a getirirler. Enver Bey de Hurşit Paşa'nın kumandasındaki kolordunun kurmay başkanlığına kendini tayin ettirir.

Hükümet, yüksek rütbeli paşalar, katiyyen Bulgarlar'a saldırmaya taraftar değildirler; zira çıkacak bir çatışmada Bulgarların İstanbul'a gireceğinden korkulduğu gibi, onları Anadolu'nun neresinde durdurabileceklerini dahi bilmemektedirler. Sadrazam Kamil Paşa Edirne ve çevresini bağımsız bir yapıya kavuşturup, Bulgarların iltihak etmelerini önlemenin yollarını aramaktadır. İstanbul karışık günler yaşarken, Eşref Bey Libya'daki gibi gönüller bayrağını açar. Yurdun her tarafından gelen gönülleri Taksim, Metris kışlalarında Selim Sami, Cihangiroğlu İbrahim beyler eğitirler.


Savaşla bir yere varamayacağımızın kanaatini taşıyan Sadrazam Kamil Paşa'ya karşı 23 Ocak 1913'degenç subaylar Enver Bey'in önderliğinde Bab-ı Ali baskınını gerçekleştirirler. Kamil Paşa yerine, sonradan bir suikasta kurban gidecek olan Mahmud Şevket Paşa getirilir.

Bir gece sabaha karşı Muradlı Tepeleri'ne gönüllüler baskın yaparlar. Enver Bey'de onları topçu ateşiyle destekler. Bulgarlar'ı Muradlı Tepeleri'nden sökerler.

Fakat hükümet ve büyük paşalar, fazla ileriye gidilmesinden korkarlar. Düvel-i Muazzama'nın sınır kabul ettiği Enez-Midye hattında durulmasını isterler. Edirne'yi, Tekirdağı'nı, hemen hemen bütün Trakya'yı Bulgarlar'a bırakmak mecburiyetini duyarlar. Ama el altından Enver Bey'in desteklediği Gönüllüler Kumandanı Eşref Bey dinlemez; önüne kattığı Bulgarlar'ı savaşarak, diğer taraftan da bizim paşalarımızla mücadele ederek, bugünkü sınırları geçerler. Hükümet bugünkü sınırları kabul eder; fakat gönüller savaşa devamda kararlıdırlar. Adriyatik denizine kadar yaklaşırlar ve burada "Batı Trakya Türk Cumhuriyeti"ni kurarlar.

Bu sırada Enver Bey kronik apandisitten rahatsızdır. Dünyanın bir savaşa gittiği kesinleşmiştir. Enver Bey, Eşref Bey'i İstanbul'a çağırır. Rusya, İngiltere, Fransa aralarında yaptıkları gizli anlaşmayı yürürlüğe koymak üzeredirler. Bu gizli anlaşmaya göre Doğu Anadolumuz, bütün Karadeniz, Marmara bölgesi, boğazlar ve Ege'nin tamamı Rusya'ya verilir.

Fransa Antalya'dan Diyarbakır'a, Diyarbakır'dan Lübnan'ı içine alacak şekilde güneye yönelen hattın içinde kalan yerleri alacaktır.Üzerinde güneş batmayan ingiliz İmparatorluğu ise, Güneydoğu Anadolu'ya, Irak'a, Körfez ülkelerine ve diğer Arap memleketlerine sahip olacaktır. Bize de Ankara ile Sivas dolaylarını bırakmaktadırlar. İstanbul-Bağdat demiryolunu yapan, büyük bir dinamizme sahip bulunan Almanya'nın da Osmanlı'nın petrollerinde gözü vardır. Bizim petrollerimiz için Birinci Dünya savaşı patlak verir.


Hükümet erkanımızın yaptığı durum değerlendirmesine göre, bu savaşta Almanya yenilecektir. Biz savaşın dışında kalırsak, kısa sürede Almanya'yı yenerler, sonra da taze kuvvetlerle üzerimize gelirler, aralarındaki gizli anlaşmayı aynen uygularlar. Eğer biz müttefikleri olursak, en azından utanırlar, bizi parçalamazlar. Hükümetimiz hemen Dışişleri Bakanı'nı bizi saflarına almaları için Fransa'yı gönderir. Dışişleri Bakanı'mız, yirmi bir gün Fransa Dışişleri Bakanı'nın kapısında oturur, lütfedip görüşmek zahmetinde bulunmazlar bile. Durumu İstanbul'a bildirince, Londra'ya geçmesi ve temaslarına devam etmesi talimatını alır. Londra'ya geçer, orada da ciddi bir yetkiliyle görüşemez.

Durum belirginleşmiştir; ya savaşa katılacağız, yahut da müttefiklerin Almanya'nın işini bitirmelerini kurbanlık koyun gibi bekleyeceğiz. Eğer safında yer almazsak, Müttefikler en fazla bir yıl zarfında Almanya'nın işini bitirecek, taze kuvvetlerle üzerimize gelecekler. Tek başımıza onlara karşı koymaya da fazla şansımız yok. Almanya'nın yanında yer alırsak, yine yeniliriz, ama bir yılda bitecek savaşı iki yıl daha uzatırız. Rahat yaşamaya alışmış Avrupa'da açlık sefalet başlar; savaş aleyhtarı cereyanlar gelişir. Müttefik orduları da takatten düşer, gerilla savaşımıza imkan doğar. Avrupa emperyalizminden bir şeyler kurtarırız.

İşin garip tarafı Almanya da bizi saflarına kabul etmek istememektedir. Kaizer Wilhelm fikirlerini almak için on dokuz ünlü generaliyle toplantı yapar. Generaller cephenin gereksiz yere genişletileceğinden bizimle müttefik olmayı reddederler. Hakları da yok değil; daha iki yıl önce, tarihimizin en feci yenilgisini baldırı çıplak Balkanlıların önünde yaşamıştık. Generallerini sabırla dinleyen Kaizer Wilhelm, çekmecesini çeker, ülkemizde uzman olarak bilinen Mereşal Liman Von Sandres'in raporunu çıkarır. Tecrübeli mareşal raporunda, iyi yönetilirse, milletimizin harikalar ortaya koyacağı belirtir. Raporu yüksek sesle okuyan Kaizer, sözlerini "Osmanlı bizim müttefikimiz" diye bitirir.

Enver Paşa ve arkadaşları girdiğimiz Birinci Dünya Savaşı'nda yenileceğimizi biliyorlardı. Fakat bu yenilgimiz Almanya'nın ve bizim tek başımıza yenilginin benzemeyeceğinin de farkındaydılar. Çünkü silah ihtiyacını Almanya'dan karşılayabilecektik. Bu galibiyet, İngiltere, Fransa ve Rusya'ya çok pahalıya mal olacağından, bize de bir şeyler kurtarmak imkânı bahşedecekti. Fakat, yenilecek olan Osmanlı Devleti'ni savaşa sokanların vatan haini olarak damgalanacaklarını da biliyorlardı. Çocukları torunları da aynı damgayı taşıyacaklardı. Gözlerini kırpmadan imzayı attılar. Bu dünyada, vatanı için hain olmayı göze alıp, imza atacak kaç kişi vardır? Ulu ruhlardan birinin de Enver Paşa olması, aynı millete mensubiyetimizden dolayı bizlere gurur vermektedirler.

Enver Paşa'yı cahillikle suçlayanlar, Kurtuluş Savaşı'nda sadece Yunanla niçin savaştığımızı düşünürler, İngilizler'in, Fransızlar'ın, bilhassa Ruslar'ın durumlarını değerlendirirlerse, ne kadar büyük bir insan olduğunu idrak ederler.

Her vesile ile Sarıkamış harekatı, orada şehit düşen yetmiş bin vatan evladı ileriye sürülür. Neylersin ki bu fani alemde her şeyin bir bedeli vardır; şartlar ağırlaştıkça bedel de ağırlaşır. Rusya ile kuvvetimiz denk değildi; biz ancak anormal şartları göğüsleyebilirsek, zafere ulaşabilirdik. Dolayısıyla Enver Paşa da anormal şartları zorlamıştır. Kendisi sıcak sobanın yanında oturarak hücum emrini vermedi. O da, o şartlarda elde kılıç Ruslar'a saldırdı. Hatta donmak üzere iken, Alman doktor, atı bir kılıç darbesiyle biçti; onu atın içine sokarak kurtardı. Ve sonra çok ender bir kış yaşanması ayrı bir talihsizlikti. Bu şartlarda bile başında bulunduğu merkezi kuvvetler, Ruslar'ı siperlerinden söktüler; Kars'a doğru sürdüler. Ne yazık ki Ağrı ve Ardahan taraflarındaki birliklerimiz Ruslar'ı mevzilerinden atamadılar. Çevrilme tehlikesiyle karşı karşıya geldiği için de Enver Paşa durmak mecburiyetinde kaldı. Bu bile onun kabiliyetini belgelemeye yeterlidir.

Büyük ruhları yenmenin mümkün olmadığını o hayatıyla bir kere daha ispat etti. Milletçe tükenmiştik, ama o tükenmişliği kabul etmedi. Yenileceğimizi daha dört yıl önce gören Enver Paşa, anayurdumuzda girişeceği hareketlerin hazırlıklarını yapması için, son derece gizli bir şekilde dört arkadaşıyla Selim Sami Bey'i göndermişti. Çünkü o biliyordu ki, Fransa ve İngiltere'nin bizi işgali geçicidir, anavatanları uzaktadır. Topraklarımızı ebediyyen ellerinde tutamazlar. Fakat Rusya ile sınırdaşız, diğer Türk illeri gibi bizi de istila eder ve vatanımızda yerleşir. Onun başına gaile açmanın bütün kapılarını zorlamanın milli bekamıza borcumuz olduğunun şuurundaydı.

Yakınçağ tarihiyle uğraşanlar şu soruya mutlaka cevap vermelidirler. Eğer Enver Paşa Orta Asya'da ki Türk ve müslümanlan teşkilatlandırmasaydı, Rusya ile milli mücadele yıllarında durumumuz nasıl olurdu? Oralarda boğuşmak mecburiyetinde olmayan Rusya," doğmakta bulunan Türkiye Cumhuriyeti devletiyle antlaşma yapmak mecburiyetini duyar mıydı? Bu soruların cevaplan onun çağı hakkında sağlam fikir verecektir.

Kırk bir yıllık ömrünü göz önüne getirenin, bu kadar işi o zamana nasıl sığdırdığını anlaması hemen hemen mümkün değildir. Ve insan ister istemez, bu genç ve yakışıklı paşanın kaç gününü kendine ve kaç gününü milletine ayırdığına düşünüyor.

O sık sık, " Maalesef son yüzyıllarda Doğu Türkleriyle, Batı Türklerini birbirine bağlayan bir efsane yok" dermiş. Bu sözünden de efsanenin millet hayatında ne kadar önemli olduğunu idrak ettiği anlaşılıyor. Evet o batıda doğdu, doğuda öldü. Yedi yerde mezarının olduğu rivayet edilmesi ve bunların ziyaretgah kabul edilmesi, zalimlere karşı nice isyanları körüklemesi, onun efsane olduğunu göstermektedir. Ne yazık ki uzun vadede bizlerin arasında harç olabilecek bu efsaneye kendi ellerimizle son verdik, Ama şükürler olusun ki, kahraman şehidimizden dolayı binlerce gencin adı "Enver" olmuştur. Bizim yarım bıraktığımızı bu gençlerin tamamlayacağına inanmakta teselli buluyoruz.

Mehmed Niyazi ÖZDEMİR
 
Enver Paşa

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında devlet kademelerine hâkim olan İttihat ve Terakki Partisinin ileri gelenlerinden
. 1881 yılında doğdu. İlk tahsiline İstanbul’da başladıktan sonra, babasının Manastır’a tâyin olması ile orada tamamladı. 1894’te Manastır Askerî Rüşdiyesini 1897’de Soğukçeşme Askerî İdâdisini ve 1899’da Harp Okulunu bitirdi. Harp Akademisini de yüzbaşı rütbesiyle 1902’de tamamlayarak merkezi Selânik’te olan Üçüncü Orduya tâyin edildi.

Balkanlar’da komite ve eşkıyânın çoğalmasından dolayı bunların tâkibi işlerinde görev aldı. 1905’te kolağası, 1906’da binbaşı oldu. Asker olmasına rağmen, o zaman merkezi Paris’te olan Terakki ve İttihat Cemiyetine katıldı (1907). Daha sonra İttihat ve Terakki adını alan bu cemiyette Talât Bey ile tanışarak faal rol oynamaya başladı. Siyâsetle uğraşması, Selânik Merkez Komutanı Albay Nâzım’a suikasttaki rolü, onun Selânik’ten kaçarak dağlara çıkmasının önemli sebepleriydi. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın tahttan indirilmesi ve meşrûtiyetin tekrar ilânı için İttihat ve Terakki Cemiyetinin çıkardığı karışıklık ve mücâdelelere kolağası Resneli Niyâzi Bey ve diğer bâzı subaylarla birlikte katıldı. Makedonya’nın Köprülü kazâsında tek başına meşrûtiyetini ilân etti (10 Temmuz 1908). Aynı gece Birinci Meşrûtiyette uygulanan anayasa yürürlüğe konuldu. Böylece Sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından İkinci Meşrûtiyet resmen îlân edilmiş oldu. Eşkıyâlıktan İstanbul’a dönen Enver Paşa “hürriyet kahramanı” olarak karşılandı.

Makedonya’da bir müddet müfettişlik yaptıktan sonra Berlin Askerî Ataşeliğine tâyin oldu (1909). Alman hayranlığı burada başlayan Enver Paşa, 31 Mart Vakası üzerine İstanbul’a dönerek, Harekat Ordusuna katıldı. Trablus’a İtalyanların saldırması üzerine oraya gitti ve cephe komutanlığı yaptı. Burada yarbay oldu. 1912’de Balkan Harbi çıkınca yurda döndü. Fakat Balkan cephesindeki savaşlara iştirak etmeyerek, İstanbul’da politik hâdiselerle meşgul olmayı tercih etti. Etrafına topladığı çoğu sokak kabadayısı sınıfından kimselerle birlikte Bâbıâli Baskınını düzenledi (23 Ocak 1913). Bu baskın esnâsında zamânın harbiye nâzırı Nâzım Paşa, Enver Paşanın teşvikiyle vurularak öldürüldü. Sadrâzam Kâmil Paşa istifâ ettirilerek yerine Mahmûd Şevket Paşa başkanlığında İttihatçı bir kabîne kuruldu. Balkan Harplerine bizzat iştirak edip, muhârebe etmediği halde Balkan Savaşlarında başarılı olduğu söylenerek üst seviyeli idârî kademelerde yer tutmuş İttihat ve Terakki mensuplarınca üç sene kıdem verilip, rütbesi albaylığa, sonra da paşalığa (generalliğe) yükseltildi. Bu arada Şehzâde Süleymân Efendinin kızı Nâciye Sultanla evlenerek saraya dâmât oldu. Albaylıktan üstün rütbeye yükseltmek hakkı sâdece pâdişâha âit olduğu halde, Sultan Reşad’dan habersiz paşa yapıldı. Aynı gün Harbiye Nâzırlığı da verilerek el çabukluğu ile ordunun başına getirildi. Arkasından Cemal Paşa’nın Bahriye Nâzırı olması ile berâberce orduyu gençleştirme arzularından hareketle tecrübeli ve yüksek rütbeli 1200 Erkân-ı harp ve zâbitanı (subay) emekliye ayırdı.

Otuz devletin iştirâki ile yeryüzüne felâket getiren Birinci Dünyâ Harbine Osmanlı Devletinin girmesine hiçbir sebep yokken yanlış, aceleci ve çoğunlukla tek başına yaptığı değerlendirmelerle devleti harbe sokarak yıkılışa ve büyük maddî ve mânevî zararlar getiren çılgınca harp mâcerâlarına sebep olduğu bilinmektedir. Osmanlı Devletinde bütün muhârebeler sarayda toplanan fevkalâde meclislerin karârıyla ilân edilmesine rağmen, Birinci Dünyâ Harbine girişin ana sebebi olan Türk-Alman ittifakı sarayın ve kabînedeki bâzı bakanların haberi olmadan İttihatçı ileri gelenleri tarafından imzâlandı. Bunların başında Enver Paşa vardı.

Mason olan Enver Paşa’nın askerî idâresinin çok zayıf olduğu harp târihçileri tarafından söylenmektedir. Sâdece Kafkas cephesindeki harekâtı ile koca bir ordunun boşu boşuna kırdırılması buna bir örnektir. Kafkas cephesinin komutanı Hasan İzzet Paşa tarafından Ruslara taarruz emrine îtirazda bulunulmuş, mevsimin şiddetli kış, havanın çok soğuk olması, yapılacak taarruzun aleyhimize netîce vereceğinin anlatılmasına rağmen kararında ısrarı ve aksi görüş söyleyenleri görevlerinden azletmesi en büyük gafletlerinden biri olarak kaydedilir. Kumandayı bizzat Enver Paşanın ele aldığı meşhur Sarıkamış Harekâtı 20 Aralık 1914’te böylece başlatıldı. Bu çılgınlık 90.000’e yakın vatan evlâdının canına mal oldu. Kanal Harekâtı ve diğer cephedeki başarısızlıkları da aleyhine değerlendirilen hususlardandır.

Birinci Cihan Harbi sonunda Enver Paşa diğer İttihatçılar gibi vatandan kaçarak önce Odesa’ya, Berlin’e sonra da Moskova’ya gitti. Türkistan’a geçip oradaki mücâdeleye katıldı. Hazırlık yapmadan kendisini destekleyen Türk beylerinin kuvvetlerini toplayarak yaptığı savaşı kaybetti. Kızılorduların bir koluyla yaptığı savaşta öldürüldü (Tacikistan, 1922)
 
Enver Paşa : 1881 Yılında İstanbul’da doğdu. Manastır Askeri Lisesi, Harp Okulu ve Harp Akademisini bitirdi. Makedonya’daki 3 ncü Orduya atanarak eşkıya takibi görevinde bulundu. İttihat ve Terakki Cemiyetinin kuruluşunda önemli rol oynadı. II. Abdülhamit’e Meşrutiyeti zorla ilan ettirmek için Resneli Niyazi Beyle aynı zamanda dağa çıktı. II.Abdülhamit’in Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalmasından sonra döndüğü Selanik’te “Hürriyet kahramanı” olarak karşılandı. 31 Mart gerici ayaklanmasının bastırılmasında görev yaptı. Trablusgarp savaşının patlak vermesi üzerine Binbaşı Mustafa Kemal gibi pekçok Türk subayıyla birlikte bölgedeki yerel halkı teşkilatlandırmak ve İtalya’nlara karşı savaşmak amacıyla Trablusgarp’a geçti. Birinci Balkan savaşının patlak verip Trablusgarp’ın İtalyanlara terkedilmesi üzerine İstanbul’a döndü. Birinci Balkan Savaşındaki yenilgi üzerine iltihatçı fedailerle birlikte bir hükümet darbesi yaparak (Bâb-ı Ali Baskını) Mahmut Şevket Paşa’yı Sadrazamlığa, (Başbakanlık) getirdi. II.Balkan savaşında Edirne’ye ilerleyen diğer komutanlara emir verilerek birlikleri durduruldu ve Enver Beyin birliğinin Edirneye girmesi sağlandı. “Edirne Fatihi” ünvanı ile meşhur edildi. Osmanlı hanedanından Naciye Sultanla evlenerek Saraya damat oldu. Rütbesi yarbaylıktan Tuğgeneralliğe yükseltilerek Harbiye Nazırlığına (Savaş Bakanı) getirildi. Almanlarla yakın işbirliğine girerek, İngiltere ve Fransa’nın tepkisini aldı. Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla İngiliz donanması önünden kaçan Goben ve Breslav isimli gemilerin Çanakkale Boğazından girmesine izin verdi. Bu gemilerin satın alındığını ve isimlerinin Yavuz ve Midilli olarak değiştrildiğini ilan etti. Ardından bu gemilerin gizlice Karadenize açılarak Rusların Sivastapol ve Odesa limanlarını bombalamasına izin verdi. Böylece Osmanlı devleti savaşa sürüklenmiş oldu. Erzurumdaki Ordunun komutanlığını bizzat devralarak kış mevsiminde Sarıkamışa taarruz etti. 90.000 kişi çetin kış şartlarında donarak can verdi. Hatalı politikalarıyla I.Dünya Savaşının kaybedilmesinde büyük rol oynadı. Savaşın bitiminde Almanyaya kaçtı. Ardından Sovyet Rusya’ya geçerek Milli Mücadelenin en kritik döneminde Sakarya Meydan Muharebesi öncesi Anadoluya geçmeye çalıştıysa da ikilik yaratacağı gerekçesiyle Mustafa Kemal Paşa tarafından reddedildi. Ardından Türkistan’a geçerek emrine topladığı silahlı güçle Ruslara karşı savaşırken Tacikistanda öldürüldü.

 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt