Mukataa

  • Konuyu başlatan Talebe
  • Başlangıç tarihi
  • Cevaplar 1
  • Görüntüleme 788
  • Etiketler
    mukataa
  • Cevaplar: 1 Görüntüleme: 788

Talebe

Yönetici
Veliaht
Katılım
14 Şub 2021
Mesajlar
3,604
Tepkime puanı
16,156
Tepkiler
15,940
Puanları
113
Meslek - Branş
Öğretmen - Tarih
Talebe Hakkında ek bir bilgi sağlanmamış.
Mukataa : Geliri doğrudan hazineye bağlı olan vergi ve gelir kaynakları.
 
Mukataa

Hazinenin gelir kaynaklarından biri. Devlete ait bir arazi veya varidatın (gelirin) bir bedel mukabilinde kiraya verilmesi veya geçici olarak temlikidir.




İslâm devletlerinde mukataa usulü eskiden beri kullanılmakta idi. Osmanlılarda mukataalar, devlete ait gelirlerin tahsili veya bir tekel hâline getirilen herhangi bir kuruluşun işletme hakkı veya yeraltı servetlerinden devlet payına düşen kısmı toplamak veya gerektiğinde bu kaynakları işletenlerden çıkardıkları madeni satın alma tekeli kurmak şekillerinde işletilen üretim birimleridir. Devlet, uygun gördüğü her türlü ziraî, ticarî ve sınaî kuruluşu, mukataa konusu edebilirdi. Kara ve deniz gümrükleri, darphaneler, madenler ve şaphaneler buna örnek verilebilir. Gelirleri çoğunlukla devlete ait olmakla birlikte, vakıflara tahsis edilen, ulûfe karşılığı veya ocaklık olarak verilebilen veya has olarak tahsis edilebilen mukataalar da vardı. Mukataa gelirlerinde ve bunların toplam bütçe gelirlerine oranlarında bazı dalgalanmalar görülmüştür. Bunların bütçe içerisindeki payı yüzde 24 ile yüzde 37 arasında değişmiştir.

Devlete gelir getiren kaynakları kiralayanlara ise “mültezim” ismi veriliyordu. Mukataanın önemine göre, mültezim, bir şahıs olabileceği gibi, bir ortaklık da olabilmekte veya birkaç mukataa, topluca bir mültezime verilebilmekteydi.

Mukataalar genel olarak üç yıllık süreler içindi. Mukataa gelirlerinde fevkalâde bir artış olması durumunda, istendiği taktirde, mukataa daha yüksek bedel teklif eden bir başka mültezime verilebilirdi. Böylece devlet, mukataaları için daha kârlı bir teklif geldiği zaman, üç yıllık iltizam süresini istediği yerde keserdi. Mültezim parasını peşin ödemişse, kalan dönem için olan miktarı kendisine iade edilirdi. Mukataanın mültezime taksitle verildiği durumlarda hazineye ipotekli sayılırdı. Bu durumda mültezimler tahvil süreleri içinde hiçbir şeylerini satamazlar, başkasına devredemezlerdi. İltizam bedelini zamanında ödemeyen mültezimlerin, gerekirse kefillerinin mallarına el konurdu.

Osmanlılar, mukataaları işletmede üç usul kullanırlardı. Bunlar; iltizam, emanet ve 17. yüzyılın sonlarından itibaren mâlikânedir.

İltizam usulü mukataalar:
Osmanlı Devleti'nde iltizam usulü kuruluş yıllarından itibaren görülmüş ve timar sistemiyle bir bütünü tamamlayan unsur olarak var olmuştur. On altıncı yüzyılın ortalarına doğru iltizam usulü para ekonomisinin gittikçe değer kazanması sonucunda timar sistemini de içine alarak daha yaygın bir duruma geldi. Önceleri ticaret maddelerine konan resimler ve padişah haslarının gelirleri, hasılatı nakit olarak temin etmek amacı ile iltizama verilirken, sonraları bütün dirlik sahipleri tasarrufları altındaki gelir kaynaklarını iltizama vermeye başlamışlardı.

ltizam usulünde; maden ocağı, tuzla, darphane, gümrük, ispençe, dalyan vb. mukataaların yıllık gelirinin asgarî değeri, maliye tarafından tespit edilip, hazine defterlerine kaydedilirdi. Sonra bu mukataaların muayyen bir yıl için temin edebileceği azamî kıymeti de düşünülerek, arttırma usulü ile peşin veya kısmen peşin, kısmen taksitle belli bir meblağ karşılığında satılacağı (iltizama verileceği) umumî efkâra ilân edilirdi. Bu gelirleri satın almak isteyen kişiler (mültezimler), artırma konusu olan mukataayı; getireceği gelir, sebep olacağı masraf ve bırakacağı kâr hakkındaki yaptığı araştırmaların sonucuna göre, kıymetlendirdikten sonra, devlete yıllık olarak ödemeyi kabul edebilecekleri miktarı ihtiva eden tekliflerini yaparlardı. Hazine ise; öncelikle âdil, iyi tanınmış ve iyi bir terbiye ile yetişmiş olanları seçer, bunlar arasından da en yüksek teklifi yapan mültezime, genellikle üç senelik bir devre için o mukataayı vergilendirme hakkını devrederdi. Verilen bu süre içerisinde mültezim, devletin sağladığı malî, idarî ve adlî kolaylıklardan faydalanarak, kanunların çizdiği sınırlar içinde tam bir müteşebbis gibi hareket eder, arttırmada belirlenen miktarı hazineye ödedikten sonra kalan kısmını kendi şahsî ve meşru kârı olarak kazanırdı.

Emânet usûlü mukataalar: Devletin iktisadî hayatının istikrarsız olduğu yıllarda zarar ihtimali bulunduğundan, mukataalar için mültezim bulma zorlaştı. Bu durumda Devlet, mukataaları kapatmaktansa emanet yoluyla işletmeyi tercih etti. Çoğu defa böyle durumlarda işletme başına gelen kimseler, emin kalmak şartıyla belli bir meblağın ödenmesini üzerine alırlardı. Böylelikle iltizam yoluyla emanet (emânet ber-vech-i iltizâm) adını alan karma bir düzen meydana getirilip, işletme başında bulunan kişi de kendinde memuriyetle özel teşebbüsü birleştirmiş olurdu. Emîn sıfatıyla maaşlı bir memur, belli bir meblağı ödemeyi üzerine aldığından, işletmenin kâr veya zararından sorumlu bir kişi olarak görünürdü.

Malikâne usulü mukataalar: Muhtelif gelir kaynaklarının bir kimseye varidâtından hayatı boyunca istifade etmek, lâkin satamamak şartıyla verilmesine denilmektedir. On yedinci yüzyılın başlarından itibaren; mültezimlerin, vergi kaynaklarının korunması ile ilgilenmemeleri sonucunda, mukataalar iktisadî bünyeyi tahrip edici bir şekil almıştı. Bu sebeple gelecek yılların mâlî kaynaklarını yıpranmaktan korumak ve reâyânın güvenliğini sağlamak için bâzı mukataalar kayd-ı hayat şartıyla iltizama verilmeye başlandı. Bu sistemde mukataa gelirleri, bir miktar peşin (muaccele) ve her yıl ödenecek taksitler (müeccele) karşılığında özel kesime satılmaktaydı. Nitekim bu sistemin uygulanması ile reâyânın ve toprağın korunması, ziraî verimin artması sağlandığı gibi, savaş harcamaları için ek bir finansman imkânı da ortaya çıktı.

1695’ten başlayarak yüz-yüz elli yıllık Osmanlı malî ve iktisadî tarihinin gelir getiren önemli bir kaynağı olarak hayatiyetini sürdüren malikâne sistemi, ilk olarak, ömür boyu ziraî iltizamların öteden beri geçerli olduğu Mısır’a yakın Suriye, Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde uygulamaya kondu, zamanla yaygınlaştı ve eyaletlere malikâne verilmesine kadar genişledi. Nitekim, 1746 yılında sırasıyla Adana, Trablusşam eyaletleri, Aydın muhassıllığı (vergi tahsildarlığı), Rakka eyaleti, Kıbrıs ve Mora muhassıllıkları malikâne olarak özel şahıslara verilmişti.

Malikâne sistemi, madenlerden esnaf kethüdalığına, tuzlalardan damga resmine kadar; cizye ve avârız hariç, devletin vergi aldığı bütün faaliyetlere yayılmıştı. Fakat kısa süreli iltizam dönemlerinde, taahhüd ettiği iltizam bedelini kârıyla çıkarmaktan başka şey düşünmeyen mültezimin, işletmesiyle ilgilenmesini, üretimi arttırmak ve çeşitli yatırımlar yapmasını sağlamak için uygulamaya konulan mukataa sistemi de istenilen şekilde uygulanamadı. Ömür boyu tasarruf etmek için mukataayı alan malikâneciler, işletmeleri başına gitmeyerek malikânelerini ikinci şahıslara iltizama verme yoluna gittiler. Böylece malikâne sisteminde de bir iltizam kademelenmesi ortaya çıktı ve mukataa sistemiyle düzeltilmesi düşünülen aksaklıklar giderilemedi.

Mukataadan hasıl olan gelirler günü gününe tutulur, mukataa kâtipleri, bunları mukataa defterine işlerler, sonra da ruznâmçe kalemine teslim ederlerdi. Mukataa defterleri kubbe altında bitişik binada saklanırdı. Bunların muhafazasından sır kâtibi sorumlu idi. İltizama verilen mukataa beratları üzerine ise, kubbe vezirleri tuğra çekerlerdi.

Mukataa gelirleri, 1826 yılında yeniçeri ocağının kaldırılması üzerine, yerine kurulan Âsâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ocağının giderlerine ayrıldı. Tanzimat'tan sonra 1858 yılında çıkarılan arazî kanunu ile mîrî arazinin halka tapu karşılığı satılmasıyla, tımar ve zeamet sahipleri, mültezim ve muhassıllar yerine resmî devlet memurları ikame edilerek, mukataa sistemi kaldırıldı.
 
Yorum

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt