Şeyhülislam

Talebe

Yönetici
Katılım
14 Şub 2021
Konular
540
Mesajlar
4,040
Tepkime puanı
10,674
Puanları
113
Meslek - Branş
Öğretmen - Tarih
Talebe Hakkında ek bir bilgi sağlanmamış.
Şeyhülislam

--------------------------------------------------------------------------------

Osmanlı İmparatorluğu'nda, sadrazamdan sonra gelen ikinci büyük görevli.


Bu müessese, bu adla XV. yüzyılın başlarında kurulmuştur. Bu tarihte, imparatorluğun en büyük müftüsüne şeyhülislam denmiştir.

1453'ten itibaren İstanbul Müftüsü, bu adı taşımaya başlamıştır. Onun için şeyhülislamlara sonraları da müfti efendi ve müfti'l-enam denmiştir.

Şeyhülislamın yüksek görevi, fetva vermekti. İcrada, adalet ve eğitim kuruluşlarının başında bulunan ise, kazaskerdi. Protokolde kazasker, şeyhülislamdan önce geliyordu. Şeyhülislamın kazaskerden önce gelmesi, sadrazamdan sonra devletin ikinci görevlisi haline yükselmesi, XVI. yüzyılın başlarında Zenbilli Ali Efendi iledir. Kesin şekilde Ebussuud Efendi ile bu durum ortaya çıkmıştır.

Tanzimat'tan sonra eğitim ve adalet işleri yavaş yavaş şeyhülislamın yetkisinden alınarak adliye ve maarif nezaretleri kurulmuştur. Fakat protokolde, sadrazamla eşit ve sırada ondan sonra gelmiş, bu durum 1922 sonuna kadar devam etmiştir.

Şeyhülislama mahsus meşihat rütbesi, sadareti taşıyanlara ait sadaret rütbesine eşitti ve rütbeler, müşir-vezir-kazasker rütbelerinin üzerindeydi. Yalnız 3 kişi şeyhülislam olmadan meşihat rütbesini almıştır. II. Osman'ın hocası Ömer Efendi ki hiç şeyhülislam olmamıştır, Karaçelebizade Abdülaziz Efendi daha sonra şeyhülislam olmuştur ve şeyhülislam Erzurumlu Feyzullah Efendi'nin büyük oğlu Fethullah Efendi de, şeyhülislam olamamış, babası ile beraber öldürülmüştür. Bu istisnai 3 meşihat payesinin verilmesi, XVII. yüzyılda olmuştur.

Meşihat rütbesi, şeyhülislamlıkla vardı. Şeyhülislamlıktan alınan kimsenin rütbesi, yine Rumeli kazaskeri olurdu.

Şeyhülislamlar içinde değerli bilginler, sanat ve fikir adamları yetişmiştir. Yahya, Bahai, Arif Hikmet efendiler gibi büyük şairler, Esad Efendi gibi büyük bestekarlar ve sözlük bilginleri, tarihçiler, hukukçular ve büyük devlet adamları vardı. Pek çoğu değerli eserler vermiş bilginlerdir

Bütün ilmiye sınıfı gibi, onun başında olan şeyhülislama da idam cezası uygulanmazdı. Ayrıca 1589, hatta 1601 yılına kadar azledilememişlerdir. Göreve getirildikten sonra, ölünceye kadar orada kalırlardı.

Yalnız üç şeyhülislam öldürülmüş veya idam edilmiştir. Bunlar da 1634'de IV. Murad'ın idam ettirdiği Hüseyin Efendi, 1656'da Mesud Efendi ve 1703 Edirne Vakası’nda Feyzullah Efendi'dir.

Hür düşünceyle, hukuk ve devlet menfaatinin üstünlüğü karşısında hiçbir şeyden çekinmeksizin hükmetmesi için büyük yetkiler verilmişti. Padişahların bazı hareketlerinin, Şer-i Şerife uygunluğu için onlardan fetva istemeleri, nüfuzlarını arttırıyordu.

Tanzimat'a kadar şeyhülislam, Divan-ı Hümayun üyesi değildi. Çünkü kendi başına karar verecek bir durumdaydı. Oturduğu sarayda küçük bir divan toplardı. Diven'da sadrazamın emrine giremeyecek derecede önemli bir şahsiyetti. Bununla birlikte tayin ve azil yetkileri padişahın mutlak vekili sayılan sadrazamın elinde bulunuyordu. En azından tasvip ve tasdiki alınırdı.

Tanzimat'ta ise şeyhülislam kabine üyesi oldu. Protokolde, hemen sadrazamdan sonra ve bütün nazırlardan, hatta sadaret rütbesine verilen Mısır vali veya hıdivinden önce geliyordu. Padişah kendi istediğini şeyhülislam tayin ederdi. Fakat daha çok sadrazamın seçtiği Rumeli payeli kişiyi şeyhülislam yapardı. Sadrazam, kendi anlaşabileceği bir kimseyi bu makama getirir ve padişaha tasdik ettirirdi. II. Meşrutiyet Kanun-ı Esasi'si, sadrazam gibi şeyhülislam seçimini de padişaha bırakmıştı (1908-1922).
 
Şeyhülislam

En yüksek dereceli müftî. Fetvâ müessesesinin başkanı. Ulemânın reisi. Kendisine sorulan dînî meseleler ve suâlleri fetvâ ile çözüme kavuşturan kimse.




İslâmiyetin ilk yıllarında fetvâ işlerine bizzat Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bakarlardı. Peygamberimizin vefâtından sonra dört halîfe devrinde İslâmiyetin yayılması ve sınırların genişlemesi sebebiyle işler çoğaldı. Bu yüzden halîfeler fetvâ işlerine bakacak kimseler tâyin ettiler. Bunlara önce müftî, Hicrî dördüncü asırdan sonra da şeyhülislâm denildi. Fetvâ işlerinin âlimlere verilmesi durumu, Emevî, Abbâsî ve Selçuklular zamânında da sürdürüldü.

Osmanlılarda fetvâ vermekle vazîfeli ilk zât, Osman Gâzinin kayınpederi Şeyh Edebâlî’dir. Onun vefâtı ile talebesi Dursun Fakih, Osmanlılara müftî (şeyhülislâm) olmuştur. Devletin kuruluş devirlerinde müftîlik-kâdılık ve müderrisliğin aynı şahısta toplandığı oldu. Meselâ Hızır Bey ve Molla Hüsrev hem kâdı hem de müftî idiler.

Osmanlılarda ilmiye sınıfına dâhil olan müftîlere reîs-ül-ülemâ ve müftî-yül-enâm gibi ünvânlar da verilmişti. Yavuz Sultan Selim Han zamânında (1512-1520) şeyhülislâmdan Ahmed ibni Kemâl Paşaya Müftî-yüs-sekaleyn (insan ve cinlere fetvâ veren) ünvânı verilmişti. Kânûnî Sultan Süleymân Han zamânına (1520-1566) kadar şeyhülislâmlık tevcihinde uyulması zarûrî bir kânun yokken, Ebüssü’ûd Efendinin hazırladığı bir düstûr (kânun)la Rumeli kazaskerliğinden sonra terfî edilen bir makam hâline geldi. Pek nâdir olarak Anadolu kazaskerlerinden de şeyhülislâmlar görüldü.

Yine bu devirden (1574) îtibâren, şeyhülislâmlar ilmiye sınıfının başkanı oldu ve bütün kâdılar, müftîler ve müderrisler onun emrine verildi.

Şeyhülislâmları bizzât pâdişâh tâyin ederdi. Şeyhülislâmlığa getirilen zâtı, saraydan gelen on beş kadar görevli evinden alarak Paşa kapısına, sadrâzama götürürlerdi. Oradan saraya gelip pâdişâh huzûruna çıkarlardı. Pâdişâh, dîne ve ilme duyduğu saygıdan dolayı şeyhülislâm adayını ayakta karşılardı. Sonra, namzede, kendisini şeyhülislâm tâyin edeceğini söylerdi. O da kabul ederse şeyhülislâmlara mahsus ferve-i beydâ denilen beyâz çuhaya kaplı erkân samur kürk giydirmek sûretiyle tâyin muâmelesini yapar ve aynı sûretle onunla berâber huzurda bulunan sadrâzama da samur hil’at giydirir ve avdetlerine müsâde ederlerdi.

Bu sûretle saraydan çıkan sadrâzamla şeyhülislâm alayla at başı berâber Bâbıâlîye gelirler, bir müddet oturup; kahve, şerbet, gülsuyu ve buhur ikrâm edilir ve bu sırada Bâbıâlîdeki hükûmet erkânı şeyhülislâmı tebrik ederlerdi.

1826 yılına kadar şeyhülislâmların müstakil dâireleri yoktu. Kendi evlerinde veya uygun bir konakta vazîfelerini yerine getirirlerdi. Sultan İkinci Mahmûd Hanın yeniçeri ocağını kaldırmasından sonra, Süleymâniye Câmii yakınındaki Ağakapısı, şeyhülislâmlara dâimî ikâmet olarak verildi. Burası şeyhülislâm kapısı olarak meşhur oldu. 1836’dan îtibâren bu binâya kazaskerlerle İstanbul kâdısı da nakledildi.

Şeyhülislâmlar, dîvân-ı hümâyûn âzâsı olmamakla berâber, dînî bir meselenin halli veya düzeltilmesi gerektiğinde dîvâna dâvet edilir ve görüşleri alınırdı. Yine harp ve sulhe karar verilebilmesi için şeyhülislâmın tasdîki gerekirdi. Seferlerde pâdişâh nerede bulunursa, şeyhülislâmlar da orada bulunur, çadırlarının önüne vezirler gibi üç tuğ dikilirdi. Fakat sadrâzamın serdâr-ı ekrem olduğu seferlere şeyhülislâm katılmazdı.

Şeyhülislâmların en önemli vazîfesi fetvâ vermekti. Çünkü bunlar en büyük müftî kabul edilirdi.

Şeyhülislâmların; çuhadar, telhisçi, kethüdâ ve sâire gibi maiyetinden başka, başlarında fetvâ emîni bulunan ve pek mühim bir dâire olan fetvâ kalemi vardı. Bu dâirede müsevvid, mübeyyiz, mukâbeleci, kâtip, mühürdâr ve müvezziler bulunurdu. Fıkıh, yâni İslâm hukûkuna iyice vukûfu olanlardan tâyin edilmesi îcâb eden fetvâ emîni, fetvâ kaleminin başta gelen âmiriydi. Bu zât, istenilen fetvâyı mûteber fıkıh kitaplarından bulur ve bunun maiyetinde olan yirmi kadar kâtip de fetvâları kâğıda geçirirlerdi. Daha sonra bu, fetvâ emîni tarafından görülür ve mübeyyiz tarafından beyâza çekilerek, şeyhülislâma takdim olunurdu. Şeyhülislâm bunu tedkik eder, ta’lik kırması denilen kendi el yazısıyla cevap kısmını imzâlardı. Bundan sonra müvezzî isimli memur bu fetvâyı mahalline verirdi.

Fetvâ, herhangi bir şeyin (umûmî ve husûsî, dînî veya hukûkî) İslâmiyete uygun olup olmadığını bildirmek demekti. Umûmî hukûka (Hukûk-ı umûmiyeye) âit fetvâların alınması hükûmete âitti. Bunlar da harp îlânı, sulh akdi, askerî kânun tebdili, ıslâhât icrâsı, gayr-i müslim tebeanın isyânı, şakâvette bulunanların (âsîlerin) katli gibi fetvâlardı. Husûsî hukûka (Hukûk-ı husûsiyyeye) dâir olan fetvâlar, dokuz parmak uzunluğunda ve dört parmak genişliğinde bir kâğıda ince harflerle yazılırdı. Meselenin az ve çok, ehemmiyetine göre, verilecek cevap kısaca; vardır veya yoktur, olur veya olmaz, gelir veya gelmez, meşrûdur veya meşrû değildir, câizdir veya câiz değildir şeklinde olurdu. Bâzan da verilen cevap îzâh edilirdi. Fetvâlar, Hanefî mezhebi imâmlarının kavillerine (ictihâdlarına) göre verilirdi.

Şeyhülislâm dâiresinde bulunan kethüdâ, şeyhülislâmın siyâsî ve iktisâdî işlerinde ve şeyhülislâmın nezâretinde bulunan vakıf muâmelelerinde onun vekîli olup, nâmına hareket ederdi.

Telhisçi, şeyhülislâmın hükûmet nezdindeki memuru olup, dînî işlere ve kânunlara âit muâmelelerde hükûmetle temas ederdi. Şeyhülislâmın müderrisleri tâyinleri ve diğer hususlar bunun vâsıtasıyla ve reîsülküttâbın delâletiyle vezîriâzama arz olunurdu.

Mektupçu, şeyhülislâmın dîvân efendisi veya mühürdâr, şimdiki ismiyle yazı işleri müdürüydü. Meşîhattan (şeyhülislâmlık makâmından) çıkan yazılar, tâyin rüûsu ve beratlarıyla icâzetnâmelerin yazıldığı dâireden bu sorumluydu. Şeyhülislâmın mührü de mühürdârda bulunurdu.

Osmanlı donanmasının Haliç’ten denize çıkmak zamânı gelince, reîsülküttâb efendi vâsıtasıyla dâvet edilen şeyhülislâm Yalı köşküne gelir ve pâdişâhla berâber teşyî merâsiminde bulunurdu. Ayrıca şehzâde ve sultan hanımların doğumları münâsebetiyle yapılan tebriklerde, sultanların nişan ve nikâh merâsiminde şeyhülislâmlar da bulunur ve sultanın nikâhını kıyarlardı. Pâdişâh ve şehzâde vefâtlarında da bunların cenâze namazlarını şeyhülislâmlar kıldırırdı.

Osmanlı târihinde sadrâzam olmak için tahsil aranmazdı. Fakat şeyhülislâm olmak hattâ bunun ilk basamağı olan kâdılık, müftîlik ve müderrislik için bile, medreselerin en yükseğini bitirmiş olmak gerekirdi. Bu durum, şeyhülislâmlığa verilen değeri gösterdiğinden önemlidir. Osmanlı şeyhülislâmlarından bir kısmı verilen fetvâları toplamış ve kitap hâline getirmişlerdir. Bunlardan bâzıları basılmış, basılmayanlar da muhâfaza edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan îtibâren görülen şeyhülislâmlık makâmı, cumhûriyetin îlânından sonra kaldırılmıştır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt