- Katılım
- 13 Şub 2021
- Mesajlar
- 4,469
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 1,314
- Tepkiler
- 1,305
- Puanları
- 113
- Yaş
- 53
- Konum
- Türkiye
- Web sitesi
- tarihbilinci.com
- Meslek - Branş
- Tarih Öğretmeni
Yazarın son konuları
"İnsanlığın İlk Dönemleri " Ünitesi ile İlgili 2000-2024 Yılları...
Tarih Bilimine Giriş Ünitesi ile İlgili 2000-2024 Yılları Çıkmış...
İki Küresel Savaş Arasında Dünya Ünitesi Ders Notu-1.Sürüm
10. Sınıf Tarih Farklılaştırılmış Öğretim Etkinlikleri
Tarih Farklılaştırılmış Öğretim Etkinlikleri kitabı
Tarih Bilimine Giriş Ünitesi ile İlgili 2000-2024 Yılları Çıkmış...
İki Küresel Savaş Arasında Dünya Ünitesi Ders Notu-1.Sürüm
10. Sınıf Tarih Farklılaştırılmış Öğretim Etkinlikleri
Tarih Farklılaştırılmış Öğretim Etkinlikleri kitabı
Mısır Memlûk Devleti (Memlûklar, Memluklar, Memluk Devleti)
1250-1517 yılları arasında, Mısır ve Suriye dolaylarında hüküm süren devlet.
Memlûk, Arapça’da “köle” demektir. Hükümdar ve emirlerin muhafız birliklerine bağlı bu köleler, meziyetleri sayesinde, zamanla hizmetinde bulundukları devletlerde idarî kadroyu ele geçirmişlerdir. Kendi nüfuzlarını kuvvetlendirmek maksadıyla, İslâm tarihinde ilk defa memlûk (beyaz köle) kullananlar, Abbasî halîfeleri olmuştur. Abbasî ordusundaki Türk memlûkların sayısı, kısa bir süre içerisinde 35 bine ulaştı. Bu Türk askerleri sayesinde Abbasîler, dış tehlikelere başarıyla karşı koydular. Tolunoğulları ve İhşidîler devletlerinde de önemli bir yer tutan memlûk kuvvetlerinin sayısı, bilhassa Eyyûbîler döneminde fevkalade arttı. Bu devrede memlûkların eğitimi için, iki kışla tesis edildi. Kışlalardan biri Melik Sâlih Necmeddîn tarafından Kahire’de, Nil Nehri üzerinde bulunan Ravda Adasında kurulmuştu. Burada Kıpçak Türkü olan memlûklar, eğitim görürler ve kışlaları su ortasında olduğu için “Memâlik-i Bahriye” (Deniz Köleleri) veya “Memâlik-i Türkiye” adı ile anılırlardı. İkinci kışla ise, daha sonra, bizzat Memlûk Sultânı Melik Mansur Kalavun tarafından, yine Kahire’de, Kal’atü’l-Cebel denilen kalenin burçlarında kuruldu. Burada eğitim görenler, “Memâlik-i Burciyye” adıyla anılırlardı. Bunlar, daha çok, Kafkaslardan getirilen Çerkes köleler oldukları için, “Memâlik-i Çerâkise” diye de anıldılar. Memlûk Devletini, Bahrî Memlûkları kurduğu halde, daha sonra Burcî Memlûkları, idareyi ele geçirmişlerdir.
Bahrî Memlûkları: Devlet idaresinde kademe kademe yükselen Bahrî Memlûkları, kendi aralarında anlaşıp güçlenerek, Eyyûbî Hânedânının zayıf bir anını kollamaya başladılar. Son Eyyûbî Sultanı Turan Şah, Bahrî Memlûklarına karşı tavır alınca, 1249 yılında öldürüldü. Yerine eski sultan Melik Necmeddîn Sâlih’in dul karısı Şecer-üd-Dürr Sultan ve Memlûklardan Muizzüddîn Aybek, ordu komutanı tayin edildi. Bir kaç ay sonra da Şecer-üd- Dürr, Muizzüddîn Aybek’le evlenip sultanlığı ona devretti.
Böylece, müstakil ilk Memlûk Sultanı olarak tahta geçen Aybek, Memlûklar arasında, dindarlığı, cömertliği ve görüşlerinin isabetliliği ile tanınmaktaydı. Aybek’in tahta çıktığı sırada, Irak’ta, Moğol tehlikesi baş gösterdi. Halîfe, Aybek’ten yardım istedi. Ancak bu sırada Aybek, iç isyanlarla meşguldü. Bilhassa Bahrî Memlûkları liderlerinden Aktay’ın nüfuzunu gittikçe arttırması, Aybek’i korkuttu. Bu sebeple Aybek, bir fırsatını kollayıp, Aktay’ı öldürttü. Bunun üzerine Bahrî Memlûklarının büyük kısmı, Suriye’ye kaçtı.
Aybek, iç ve dış tehlikelerin hepsini ortadan kaldırıp, düşmanlarına başarı ile karşı koyarak, bütün zorlukları yenmişken, Musul Hakimi Bedreddin Lü’lü’ün kızı ile nişanlanınca, karısı Şecer-üd-Dürr tarafından öldürtüldü. Birkaç gün sonra da Şecer-üd-Dürr öldürüldü. Tahta geçen Aybek’in oğlu Sultan Nureddin Ali’nin saltanatı, iki sene kadar sürdü. Moğolların, Suriye’ye yaklaşmaları üzerine saltanat naibi Kutuz, Mısır Âyânı ile emîrlerin ileri gelenlerini toplayarak, Sultan Nureddin’in güç durumların adamı olmadığını, ancak herkesin kendisine itaat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla, Moğollara karşı konulabileceğini söyledi.
Bu sırada Bağdat’ın Moğollar tarafından alındığı ve Abbasî halîfesinin öldürüldüğü haberi geldi. İslâm âlemi, dehşet içinde kaldı. Bu büyük tehlikenin, ancak Kutuz gibi değerli bir kumandan tarafından karşılanabileceğini anlayan Mısır halkı ve ileri gelen emîrler, Kutuz’a saltanat teklif ettiler. Neticede henüz çocuk olan Sultan Ali tahttan indirilerek, Kutuz sultan ilan edildi. Süratle ilerleyen Moğol orduları, İslâm ülkelerini çiğneyerek, Memlûkların en kıymetli eyaletlerini aldılar ve Mısır kapılarına dayandılar.
Sultan Kutuz, hazırladığı büyük bir ordu ile, Moğolları karşılamak üzere Suriye’ye gitti. 1260 senesinde, Ayn-ı Câlût denen ve vaktiyle hazret-i Davud’un, Câlût’u yendiği rivayet edilen yerde, iki ordu karşı karşıya geldi. Moğollar, ilk anda üstünlük sağladılarsa da, Sultan Kutuz’un dirayetli kumandası sayesinde yenilgiye uğradılar. Kaçan Moğolları takip eden Sultan, Moğol başkumandanı Ketboğa Noyan da dahil olmak üzere, Moğolların hepsini kılıçtan geçirdi. Zafer, İslâm âlemini büyük bir sevince boğdu. Çünkü, Moğolların Mısır’a hakimiyetleri, İslâm âlemi için büyük felaket olurdu. Zafer sonunda, Şam’a gelen Sultan Kutuz, Habeşistan’dan Fırat kıyılarına kadar olan yerleri hakimiyeti altına aldı. Cihadını, Moğollarla işbirliği yapan Latinlere karşı devam ettirdi. Sultan Kutuz, Ayn-ı Câlût Zaferinde, Türk ordusunun öncü birliklerine kumanda eden Baybars’a, vaad ettiği Halep umumî valiliğini vermediği için, onun tarafından öldürüldü.
Sultan Kutuz’un yerine, 1260 senesinde Sultan olan Baybars’ın, Eyyubî Hânedânının iktidardan uzaklaştırılıp, Türk Memlûklarının iktidarı ele geçirmelerinde, birinci derecede rolü oldu. Sultan Baybars, tahta çıktığında, İlhanlılarla Haçlılar, Memlûkları ve İslâm âlemini tehdit ediyorlardı. Baybars, 1258’de Hülâgu’nun, Abbasîleri Bağdat’tan çıkarmasına karşılık olarak, Abbasîlerden El-Muntasır’ı 1261’de, Kahire’de, halife ilan etti. Bu davranışı ile, bütün Sünnî Müslümanların takdirini kazandı.
Memlûkların, başşehirleri Kahire’de halifelere yer verip, hürmet etmeleri, onlara İslâm âleminde büyük bir manevî nüfuz kazandırdı. 1265’te, Haçlıların elinde bulunan Suriye kıyılarındaki birçok kaleyi alan Sultan Baybars, Kilikya Rumları ve Ermeniler üzerine de bir ordu gönderdi. Bu seferde, Ermenilerin başı, esir alınarak Sis (Kozan) zaptedildi. 1268 senesinde, tekrar sefere çıkan Sultan Baybars, Haçlıların son dayanak noktaları olan Antakya’yı alarak, prensliklerini yıktı. Bir yıl sonra da Hicaz’a giderek hac farîzasını eda etti. 1270 ve 1271’de düzenlediği yeni seferlerde, Haçlıların son sığınakları olan Askalan ve Kerek kalesini almaya muvaffak oldu. Bir yıl sonra vuku bulan iki İlhanlı taarruzuna da, başarıyla karşı koyarak, 1274 senesinde Anadolu’ya girdi ve Sis’i ikinci defa zaptetti. Sultan Baybars, Anadolu’yu İlhanlı tahakkümünden kurtarmak üzere, bir kısım Selçuklu Beylerinin davetiyle 1277’de harekete geçti. Elbistan’da İlhanlı ordusunu bozup, Kayseri’ye girdi. Ancak, idare merkezinden fazla uzaklaştığı için Şam’a döndü. Haziran 1277’de, kısa bir rahatsızlıktan sonra, elli dört yaşında vefat etti. Şam’a defnedildi. Sultan Baybars, Moğol hakimiyetinin Suriye ve Mısır’a taşınmasına kesin şekilde mani olup, Haçlıların iki yüz yıldan fazla süren Ortadoğu işgaline son verdi. Büyük bir kumandan ve devlet adamı olan Baybars, dirayeti sayesinde, devletin iç ve dış siyasetini başarı ile yürüttü. Devlet teşkilâtında önemli ıslahat yaptı.
Baybars’ın ölümü üzerine, yerine oğlu Nâsireddin Berke geçti. Ancak, takip ettiği siyaset yüzünden, kısa bir süre sonra ümera (emirler) ile arası açılan Nâsireddin Berke, iki yıl kadar sonra, kendi isteği ile tahttan çekildi (1279). Yerine Baybars’ın diğer oğlu Bedrüddin Sülemiş geçti. Emîrlerden Kalavun da saltanat nâibi oldu. Yeni sultanın küçük yaşta olmasından faydalanan Kalavun, iktidarı ele geçirdi ve kendisine saltanat yolunu açma çalışmalarında bulundu. Sülemiş ve Kalavun adına sikke kesildi ve hutbe okundu. Aynı senenin Kasım ayında ümeranın muvafakatini de alan Kalavun, Sülemiş’i tahttan indirerek, sultanlığını ilan etti.
Kalavun, tahta geçtikten sonra diğer Memlûk sultanlarının karşılaştıkları güçlüklerle karşılaştı. İç meselelerini yoluna koyduktan sonra, İlhanlılara karşı Baybars’ın politikasını takip etti. 1280 ve 1281 senelerinde, İlhanlıların Suriye’ye yaptıkları iki seferi bertaraf eden Kalavun, 1285 senesine kadar Sungur ile meşgul oldu. Bu yüzden Haçlılarla savaşa girmekten kaçındı ve on senelik bir barış anlaşması yaptı. İşlerini yoluna koyar koymaz, Avrupa’dan yardım alamayan Haçlı kalıntılarını, tamamen ortadan kaldırmak için harekete geçti. Emîr Hüsameddin komutasında bir orduyu, Antakya Haçlı Prensliğinin son kalıntılarının toplandığı Lazkiye’ye gönderdi ve 1287 senesi Nisan ayında, şehir fethedildi. 1289 senesinde Kalavun, güçlü bir ordu ile Trablus’u kuşattı ve Nisan ayının sonlarında ele geçirdi. 1290 senesinde Akka’ya gelen bir Haçlı grubu, civardaki Müslüman topraklarına hücum edip, bazı tüccarları öldürdüler. Bunun üzerine, Kalavun büyük bir ordu hazırladı. Fakat Kahire’den ayrılmak üzereyken, 1290 senesinde vefat etti.
Kalavun’un vefatından sonra yerine oğlu Eşref Halil geçti. Halil, tahta geçer geçmez, Memlûkların isyanı ile karşılaştı ve kısa sürede bastırdı. Babasının, Akka’yı Haçlılardan almak için hazırladığı planı tatbike girişti. Sultan Halil, 1291 senesi Nisan ayında, ordusu ile Akka’yı kuşattı ve şehir on sekiz Mayısta fethedildi. Akka’nın düşmesinden sonra, Suriye’deki Haçlı kaleleri birer birer ele geçti. Böylece 14 Ağustosta, bütün Suriye sahili, Haçlılardan temizlendi. Sultan Eşref Halil, tahta geçtikten sonra, devlet ricâline ve babası zamanında söz sahibi olan ümeraya karşı kötü davrandı. Bunun üzerine, vezirlerden Baydara, Sultan Eşref Halil’i bir av sırasında, işbirliği yaptığı emîrlerin yardımıyla, 1293 senesi Aralık ayında öldürdü.
Sultan Halil’in öldürülmesinden sonra, sırasıyla tahta geçen Nâsıreddîn Muhammed, Ketboğa, Laçin ve İkinci Baybars dönemlerinde, ülke, iç karışıklıklar ve saltanat kavgaları ile büyük tahribata uğradı. 1310’da üçüncü defa tahta çıkan Nâsıreddin Muhammed, otuz bir sene devam eden bu saltanatında, önce bütün devlet işlerini ele aldı. Eskiden olduğu gibi, ümeranın kendisine tahakküm etmesine izin vermedi. Sultan Muhammed’in üçüncü saltanat devri, Memlûk nizamının olgunlaştığı, hükümet dairelerinin rayına oturduğu, idarede birçok yeniliklerin ve gelişmelerin yapıldığı, bazı büyük memuriyetlerin kaldırılıp, yerine yenilerinin ihdas edildiği bir devirdir. Sultan Nâsıreddîn Muhammed, bunlara ek olarak, gelir kaynaklarını düzeltmiş, iktisadî gelişmeye bağlı olarak, devletin gelirini de arttırmıştır. Nâsıreddîn Muhammed, 1341 senesinde vefat edince, Memlûk Devleti, Nâsıreddin Muhammed’in oğulları ve torunlarının dönemi olarak isimlendirilen yeni bir devreye girdi. Bahrî Memlûkların çöküşüne ve Burcî Memlûkların kuruluşuna kadar devam eden bu devrenin en bariz vasfı, Sultan Nâsıreddîn’in oğlu ve torunlarından sultan olanların çoğunun, çocuk olmalarıdır. Bu yüzden, ümeranın (emîrlerin) nüfuzu yeniden arttı ve sultanlar kısa sürelerle, sık sık değiştirildi. On üç sultanın başa geçtiği bu dönemde, Suriye ve Mısır’da, büyük veba salgını oldu, her gün binlerce kişi öldüğü için, toprağı işleyecek kimse kalmadı. Kudretli bir şahsiyet olan Sultan Berkuk ile iktidar, Bahrî Memlûklarından, Burcî Memlûklarına geçti. Sultan Berkuk, Çerkezlerden bir topluluğun başına geçerek kuvvetlenince, Sultan Selâhaddin’i 1382 senesinde tahttan indirip, Bahrî Memlûkları devrine son verdi.
Burcî Memlûkları: Hanedan olarak Mısır Memlûkları tarihinin ikinci kısmını, Burcî Memlûkları teşkil eder. Çerkez asıllı olan bu hanedan, 1382’den 1517’ye kadar, Mısır’a hakim oldu. Ancak bu sultanlar, dil ve kültür bakımından tamamen Türkleşmiş oldukları için, devlet, Türk karakterini korudu. Memlûkları, merkeziyetçi bir idare altında toplayan Sultan Berkuk, 1399 senesinde vefat edince, yerine oğlu Ferec geçti. Sultan Ferec devrinde iç karışıklıkların çıkmasından istifade eden Hıristiyanlar, harekete geçtiler. Buna, Suriye’deki iç karışıklıklar da eklenince, Sultan Ferec, 1412 senesinde âsiler tarafından öldürüldü. Halîfe-el-Musta’nin, sultan ilan edildiyse de, çok geçmeden Seyfeddin Şeyh, Memlûk tahtına çıktı. Bunun zamanında, nisbî bir sükûnet sağlandı. Birçok tesisler inşa edildi. Seyfeddin Şeyh ölünce, yerine oğlu Ahmed geçti ise de, atabegi Tatar, idareyi ele geçirdi. Fakat Tatar’ın da saltanatı uzun sürmeyip, kısa bir müddet sonra öldü. Tatar’ın vefatından sonra sultan ilan edilen oğlu Muhammed ise, vâsisi Barsbay tarafından tahttan indirildi. Memlûk sultanlığı tarihinde büyük ün yapan Sultan Barsbay, on altı senelik saltanatında, sükûnet ve istikrarı temin etti. Suriye ve Mısır’da, Müslümanların faydasına tedbirler aldı, huzurda yer öpmek geleneğini kaldırdı. 1425 senesinde, Kıbrıs’a gönderdiği donanma ile Kral Vanas’ı yenerek esir aldı ve kefaletle serbest bıraktı. Kral, kendisine tâbi olarak, her sene vergi ödedi. Ticareti geliştirmek hususunda tedbirler aldı. Barsbay, Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları ve Akkoyunlular'la da mücadele etti. 1438 senesinde ölünce, yerine oğlu Yusuf geçti ise de, atabegi Çakmak, idareyi ele geçirdi.
On altı sene tahtta kalan Çakmak, Barsbay’ın siyasetini devam ettirdi. 1442’de Kıbrıs ve Rodos’a donanmalar gönderdi. Osmanlılar ve Karamanoğulları ile dostane münasebetler kurdu. Vefat edince, yerine, oğlu Osman geçti. Osman’ın çok kısa süren saltanatından sonra, iktidara Seyfeddin İnal geçti. İnal, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul fetihnamesi gelince, büyük merasimler icra ettirdi. Karamanlılar üzerine ordu göndererek, Karaman’ı yağmalattı. Uzun Hasan’a karşı tedbirler aldı. Kıbrıs’la ilgilenip, Lefkoşe’yi zaptettirdi. 1461 senesinde ölümü ile, yerine oğlu Ahmed geçti. Fakat, idareyi atabegi Hoşkadem ele aldı. Hoşkadem, ilk iş olarak, isyan eden Şam ve Cidde valileriyle uğraştı. Osmanlılara karşı düşmanca siyaset uyguladı. Uzun Hasan’ı ve Karamanoğlu İshak Beyi desteklediği gibi Dulkadıroğulları ile Fatih aleyhinde işbirliği yaptı. Kendisinden sonra tahta geçen Atabeg İlbay ve Temurboğa birkaç ay saltanat sürdüler. 1468 senesinde Memlûk tahtına çıkan Kayıtbay, icraatçı hükümdarlardandı. Osmanlılarla rekabeti sürdüren Kayıtbay, Sultan Bayezid Hanla taht mücadelesine girişen Cem Sultan’ı kabul ederek, Osmanlı ülkesine yollamamakla, iki devlet arasında harp çıkmasına sebep oldu. 1485-1491 seneleri arasında Çukurova’da yapılan muharebelerde, iki taraf da önemli derecede yıprandı. Neticede, Çukurova’nın gelirinin Mekke ve Medîne’ye bırakılması şartı ile anlaşma yapıldı. Kayıtbay, 1496 senesinde vefat etti. Yerine geçen oğlu Muhammed, ancak iki sene tahtta kalabildi. Emîrlerle ihtilafa düştüğü için öldürüldü. Muhammed’den sonra Kansuh ve Canbulat tahta geçti. Bunlardan sonra Kayıtbay’ın yetiştirmelerinden, Şam valisi Kansu Gûrî (Gavri) sultan oldu.
İktidara geçtiği zaman, altmış yaşını geçmiş bulunan Kansu Gûrî, kudretli ve dirayetli biri olduğunu hemen ispatladı. Önce Kahire’de nizam ve istikrarı tesis ederek, ümeranın büyüklerinden, güvendiği kişileri idarî kadrolara getirdi. Daha sonra devlet hazinesinin iflâs durumundan kurtarılması için tedbirler aldı. Kansu Gûrî’nin zamanında Memlûklar, Rumeli ve Anadolu’da devamlı genişleyen Osmanlı Devleti ile Suriye hududundan komşu oldular. Bu sırada İran’a ve Doğu Anadolu’ya hakim olan Şah İsmâil, Şiîliği yaymak suretiyle Yakındoğu’yu ele geçirmeye çalışıyordu. Yine Kansu Gûrî (Gavri) devrinde, İspanya’daki Endülüs Müslümanlarının hakim olduğu Gırnata, Hıristiyanların eline geçince, Müslümanlar zor duruma düştü. Mısır’ın iktisadî durumuyla yakın alâkası bulunan Hind ticaret yolu, Portekizliler tarafından tehdit edilmeye başlandı. Hindistan kıyıları, Portekizlilerin eline geçti. Kansu Gûrî, Portekiz genel valisi, Hürmüz’ü alarak, Acem Körfezini (Basra Körfezi) kapatınca, Osmanlı Sultanı İkinci Bayezid Handan yardım istedi. Osmanlı, gereken yardımı yaptı. Buna rağmen Kansu Gûrî'nin (Gavri) İran Şahı İsmail’le yakın münasebet kurması, Osmanlılarla arasının açılmasına yol açtı. Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail’i tamamen ortadan kaldırmak için ikinci Doğu Seferine çıkarken, Veziriâzam Sinan Paşa'yı kırk bin kişilik bir kuvvetle, Safevîler üzerine göndermişti. Ancak, Sinan Paşa'ya, Diyarbakır’a giderken Fırat’ı geçmek için Memlûklar tarafından müsaade verilmemesi ve Kansu Gûrî'nin (Gavri) elli bin kişilik bir kuvvetle Halep’e gelmesi, harp sebebi sayıldı. Mercidabık’ta yapılan muharebede Memlûklar, kısa bir sürede mağlup oldular. Kansu Gûrî’nin muharebeden sonra kaybolmasıyla, Memlûk tahtına Tomanbay geçti.
Halep, Hama, Humus ve Şam’ı alan Yavuz Sultan Selim Han, Tomanbay’a bir nâme göndererek, kendisine tâbi olması şartıyla Gazze’den itibaren güneyde kalan toprakları Memlûklara bırakacağını bildirdi. Tomanbay, bu teklifi kabul etmedi. 23 Ocak 1517’de Ridâniye’de, Yavuz Sultan Selim Hanın taarruzuna karşı koyamayarak mağlup oldu. Kahire’de ve Sait taraflarında mücadelesini devam ettirdi ise de, yakalanarak idam edildi. Böylece 1250 senesinde kurulan ve 267 sene süren Mısır Memlûk Sultanlığı, sona erdi. Halîfelikle beraber, mukaddes yerlerin himayesi de Osmanlıların eline geçti.
Memlûklar, sultanın kendi kölelerinin, idarenin en üst kademesinde yer aldığı karışık bir hiyerarşik sisteme sahipti. İktidarın bünyesindeki başarı için, gulâm sistemi esastı. Çünkü eski Memlûkların oğulları da dahil olmak üzere, hür unsurlar, orduda ikinci derecede bir yer teşkil ediyorlardı. Saltanatın istikrarsızlığı sebebiyle, hükümdarların kolayca değiştirilmelerinden anlaşıldığı üzere, sultanın mutlak iktidarı, büyük emîrler ve bürokrasi tarafından denetleniyordu. Meseleler dîvânda görüşülüp, karara bağlanırdı. Memlûkların asker ihtiyacı, Kafkasya’dan ve Kıpçak bozkırlarından karşılanırdı. Sultan ve kumandanların idaresindeki Memlûklu ordusu, muharip olmasından, sevk ve idaresindeki mükemmelliğinden, Haçlı ve Moğol saldırılarını bölgeden uzaklaştırmakla, İslâm ülkelerini büyük tehlikelerden ve tahriplerden korumuşlardır. Memlûklar, Eyyubîler'in siyasetlerini devam ettirdiler. Resmî yazışmalarda, Arapça'yı kullandılar. Ordu ve sarayın konuşma dili, Kıpçak Türkçesi olup, Oğuz Türkçesi de geçerliydi. Kültür bakımından gelişmiş olan Memlûklar, Mısır’da pek parlak bir medeniyet devresi açtılar.
Memlûklar devrinde, Mısır ve Suriye’de büyük binalar yapıldı. İdareci, kumandan ve bu arada bazı esnaf cemaatleri, büyük şehirlerde camiler yaptırdılar. Kahire’deki Baybars, Kalavun, Muhammed Nâsır, Sultan Hasan, Berkuk, Müeyyed, Kayıtbay Ulu camileri ve Trablus, Şam, Halep eyaletleri camileri ile Kahire, Halep, Şam ve Birecik kaleleri bunların belli başlılarıdır. Devlet memuru ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Kahire’de mektep açmışlardır. Burada tahsilini tamamlayanlar, mülkî ve askerî memur olarak vazifeye tayin edilirlerdi.
1250-1517 yılları arasında, Mısır ve Suriye dolaylarında hüküm süren devlet.
Memlûk, Arapça’da “köle” demektir. Hükümdar ve emirlerin muhafız birliklerine bağlı bu köleler, meziyetleri sayesinde, zamanla hizmetinde bulundukları devletlerde idarî kadroyu ele geçirmişlerdir. Kendi nüfuzlarını kuvvetlendirmek maksadıyla, İslâm tarihinde ilk defa memlûk (beyaz köle) kullananlar, Abbasî halîfeleri olmuştur. Abbasî ordusundaki Türk memlûkların sayısı, kısa bir süre içerisinde 35 bine ulaştı. Bu Türk askerleri sayesinde Abbasîler, dış tehlikelere başarıyla karşı koydular. Tolunoğulları ve İhşidîler devletlerinde de önemli bir yer tutan memlûk kuvvetlerinin sayısı, bilhassa Eyyûbîler döneminde fevkalade arttı. Bu devrede memlûkların eğitimi için, iki kışla tesis edildi. Kışlalardan biri Melik Sâlih Necmeddîn tarafından Kahire’de, Nil Nehri üzerinde bulunan Ravda Adasında kurulmuştu. Burada Kıpçak Türkü olan memlûklar, eğitim görürler ve kışlaları su ortasında olduğu için “Memâlik-i Bahriye” (Deniz Köleleri) veya “Memâlik-i Türkiye” adı ile anılırlardı. İkinci kışla ise, daha sonra, bizzat Memlûk Sultânı Melik Mansur Kalavun tarafından, yine Kahire’de, Kal’atü’l-Cebel denilen kalenin burçlarında kuruldu. Burada eğitim görenler, “Memâlik-i Burciyye” adıyla anılırlardı. Bunlar, daha çok, Kafkaslardan getirilen Çerkes köleler oldukları için, “Memâlik-i Çerâkise” diye de anıldılar. Memlûk Devletini, Bahrî Memlûkları kurduğu halde, daha sonra Burcî Memlûkları, idareyi ele geçirmişlerdir.
Bahrî Memlûkları: Devlet idaresinde kademe kademe yükselen Bahrî Memlûkları, kendi aralarında anlaşıp güçlenerek, Eyyûbî Hânedânının zayıf bir anını kollamaya başladılar. Son Eyyûbî Sultanı Turan Şah, Bahrî Memlûklarına karşı tavır alınca, 1249 yılında öldürüldü. Yerine eski sultan Melik Necmeddîn Sâlih’in dul karısı Şecer-üd-Dürr Sultan ve Memlûklardan Muizzüddîn Aybek, ordu komutanı tayin edildi. Bir kaç ay sonra da Şecer-üd- Dürr, Muizzüddîn Aybek’le evlenip sultanlığı ona devretti.
Böylece, müstakil ilk Memlûk Sultanı olarak tahta geçen Aybek, Memlûklar arasında, dindarlığı, cömertliği ve görüşlerinin isabetliliği ile tanınmaktaydı. Aybek’in tahta çıktığı sırada, Irak’ta, Moğol tehlikesi baş gösterdi. Halîfe, Aybek’ten yardım istedi. Ancak bu sırada Aybek, iç isyanlarla meşguldü. Bilhassa Bahrî Memlûkları liderlerinden Aktay’ın nüfuzunu gittikçe arttırması, Aybek’i korkuttu. Bu sebeple Aybek, bir fırsatını kollayıp, Aktay’ı öldürttü. Bunun üzerine Bahrî Memlûklarının büyük kısmı, Suriye’ye kaçtı.
Aybek, iç ve dış tehlikelerin hepsini ortadan kaldırıp, düşmanlarına başarı ile karşı koyarak, bütün zorlukları yenmişken, Musul Hakimi Bedreddin Lü’lü’ün kızı ile nişanlanınca, karısı Şecer-üd-Dürr tarafından öldürtüldü. Birkaç gün sonra da Şecer-üd-Dürr öldürüldü. Tahta geçen Aybek’in oğlu Sultan Nureddin Ali’nin saltanatı, iki sene kadar sürdü. Moğolların, Suriye’ye yaklaşmaları üzerine saltanat naibi Kutuz, Mısır Âyânı ile emîrlerin ileri gelenlerini toplayarak, Sultan Nureddin’in güç durumların adamı olmadığını, ancak herkesin kendisine itaat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla, Moğollara karşı konulabileceğini söyledi.
Bu sırada Bağdat’ın Moğollar tarafından alındığı ve Abbasî halîfesinin öldürüldüğü haberi geldi. İslâm âlemi, dehşet içinde kaldı. Bu büyük tehlikenin, ancak Kutuz gibi değerli bir kumandan tarafından karşılanabileceğini anlayan Mısır halkı ve ileri gelen emîrler, Kutuz’a saltanat teklif ettiler. Neticede henüz çocuk olan Sultan Ali tahttan indirilerek, Kutuz sultan ilan edildi. Süratle ilerleyen Moğol orduları, İslâm ülkelerini çiğneyerek, Memlûkların en kıymetli eyaletlerini aldılar ve Mısır kapılarına dayandılar.
Sultan Kutuz, hazırladığı büyük bir ordu ile, Moğolları karşılamak üzere Suriye’ye gitti. 1260 senesinde, Ayn-ı Câlût denen ve vaktiyle hazret-i Davud’un, Câlût’u yendiği rivayet edilen yerde, iki ordu karşı karşıya geldi. Moğollar, ilk anda üstünlük sağladılarsa da, Sultan Kutuz’un dirayetli kumandası sayesinde yenilgiye uğradılar. Kaçan Moğolları takip eden Sultan, Moğol başkumandanı Ketboğa Noyan da dahil olmak üzere, Moğolların hepsini kılıçtan geçirdi. Zafer, İslâm âlemini büyük bir sevince boğdu. Çünkü, Moğolların Mısır’a hakimiyetleri, İslâm âlemi için büyük felaket olurdu. Zafer sonunda, Şam’a gelen Sultan Kutuz, Habeşistan’dan Fırat kıyılarına kadar olan yerleri hakimiyeti altına aldı. Cihadını, Moğollarla işbirliği yapan Latinlere karşı devam ettirdi. Sultan Kutuz, Ayn-ı Câlût Zaferinde, Türk ordusunun öncü birliklerine kumanda eden Baybars’a, vaad ettiği Halep umumî valiliğini vermediği için, onun tarafından öldürüldü.
Sultan Kutuz’un yerine, 1260 senesinde Sultan olan Baybars’ın, Eyyubî Hânedânının iktidardan uzaklaştırılıp, Türk Memlûklarının iktidarı ele geçirmelerinde, birinci derecede rolü oldu. Sultan Baybars, tahta çıktığında, İlhanlılarla Haçlılar, Memlûkları ve İslâm âlemini tehdit ediyorlardı. Baybars, 1258’de Hülâgu’nun, Abbasîleri Bağdat’tan çıkarmasına karşılık olarak, Abbasîlerden El-Muntasır’ı 1261’de, Kahire’de, halife ilan etti. Bu davranışı ile, bütün Sünnî Müslümanların takdirini kazandı.
Memlûkların, başşehirleri Kahire’de halifelere yer verip, hürmet etmeleri, onlara İslâm âleminde büyük bir manevî nüfuz kazandırdı. 1265’te, Haçlıların elinde bulunan Suriye kıyılarındaki birçok kaleyi alan Sultan Baybars, Kilikya Rumları ve Ermeniler üzerine de bir ordu gönderdi. Bu seferde, Ermenilerin başı, esir alınarak Sis (Kozan) zaptedildi. 1268 senesinde, tekrar sefere çıkan Sultan Baybars, Haçlıların son dayanak noktaları olan Antakya’yı alarak, prensliklerini yıktı. Bir yıl sonra da Hicaz’a giderek hac farîzasını eda etti. 1270 ve 1271’de düzenlediği yeni seferlerde, Haçlıların son sığınakları olan Askalan ve Kerek kalesini almaya muvaffak oldu. Bir yıl sonra vuku bulan iki İlhanlı taarruzuna da, başarıyla karşı koyarak, 1274 senesinde Anadolu’ya girdi ve Sis’i ikinci defa zaptetti. Sultan Baybars, Anadolu’yu İlhanlı tahakkümünden kurtarmak üzere, bir kısım Selçuklu Beylerinin davetiyle 1277’de harekete geçti. Elbistan’da İlhanlı ordusunu bozup, Kayseri’ye girdi. Ancak, idare merkezinden fazla uzaklaştığı için Şam’a döndü. Haziran 1277’de, kısa bir rahatsızlıktan sonra, elli dört yaşında vefat etti. Şam’a defnedildi. Sultan Baybars, Moğol hakimiyetinin Suriye ve Mısır’a taşınmasına kesin şekilde mani olup, Haçlıların iki yüz yıldan fazla süren Ortadoğu işgaline son verdi. Büyük bir kumandan ve devlet adamı olan Baybars, dirayeti sayesinde, devletin iç ve dış siyasetini başarı ile yürüttü. Devlet teşkilâtında önemli ıslahat yaptı.
Baybars’ın ölümü üzerine, yerine oğlu Nâsireddin Berke geçti. Ancak, takip ettiği siyaset yüzünden, kısa bir süre sonra ümera (emirler) ile arası açılan Nâsireddin Berke, iki yıl kadar sonra, kendi isteği ile tahttan çekildi (1279). Yerine Baybars’ın diğer oğlu Bedrüddin Sülemiş geçti. Emîrlerden Kalavun da saltanat nâibi oldu. Yeni sultanın küçük yaşta olmasından faydalanan Kalavun, iktidarı ele geçirdi ve kendisine saltanat yolunu açma çalışmalarında bulundu. Sülemiş ve Kalavun adına sikke kesildi ve hutbe okundu. Aynı senenin Kasım ayında ümeranın muvafakatini de alan Kalavun, Sülemiş’i tahttan indirerek, sultanlığını ilan etti.
Kalavun, tahta geçtikten sonra diğer Memlûk sultanlarının karşılaştıkları güçlüklerle karşılaştı. İç meselelerini yoluna koyduktan sonra, İlhanlılara karşı Baybars’ın politikasını takip etti. 1280 ve 1281 senelerinde, İlhanlıların Suriye’ye yaptıkları iki seferi bertaraf eden Kalavun, 1285 senesine kadar Sungur ile meşgul oldu. Bu yüzden Haçlılarla savaşa girmekten kaçındı ve on senelik bir barış anlaşması yaptı. İşlerini yoluna koyar koymaz, Avrupa’dan yardım alamayan Haçlı kalıntılarını, tamamen ortadan kaldırmak için harekete geçti. Emîr Hüsameddin komutasında bir orduyu, Antakya Haçlı Prensliğinin son kalıntılarının toplandığı Lazkiye’ye gönderdi ve 1287 senesi Nisan ayında, şehir fethedildi. 1289 senesinde Kalavun, güçlü bir ordu ile Trablus’u kuşattı ve Nisan ayının sonlarında ele geçirdi. 1290 senesinde Akka’ya gelen bir Haçlı grubu, civardaki Müslüman topraklarına hücum edip, bazı tüccarları öldürdüler. Bunun üzerine, Kalavun büyük bir ordu hazırladı. Fakat Kahire’den ayrılmak üzereyken, 1290 senesinde vefat etti.
Kalavun’un vefatından sonra yerine oğlu Eşref Halil geçti. Halil, tahta geçer geçmez, Memlûkların isyanı ile karşılaştı ve kısa sürede bastırdı. Babasının, Akka’yı Haçlılardan almak için hazırladığı planı tatbike girişti. Sultan Halil, 1291 senesi Nisan ayında, ordusu ile Akka’yı kuşattı ve şehir on sekiz Mayısta fethedildi. Akka’nın düşmesinden sonra, Suriye’deki Haçlı kaleleri birer birer ele geçti. Böylece 14 Ağustosta, bütün Suriye sahili, Haçlılardan temizlendi. Sultan Eşref Halil, tahta geçtikten sonra, devlet ricâline ve babası zamanında söz sahibi olan ümeraya karşı kötü davrandı. Bunun üzerine, vezirlerden Baydara, Sultan Eşref Halil’i bir av sırasında, işbirliği yaptığı emîrlerin yardımıyla, 1293 senesi Aralık ayında öldürdü.
Sultan Halil’in öldürülmesinden sonra, sırasıyla tahta geçen Nâsıreddîn Muhammed, Ketboğa, Laçin ve İkinci Baybars dönemlerinde, ülke, iç karışıklıklar ve saltanat kavgaları ile büyük tahribata uğradı. 1310’da üçüncü defa tahta çıkan Nâsıreddin Muhammed, otuz bir sene devam eden bu saltanatında, önce bütün devlet işlerini ele aldı. Eskiden olduğu gibi, ümeranın kendisine tahakküm etmesine izin vermedi. Sultan Muhammed’in üçüncü saltanat devri, Memlûk nizamının olgunlaştığı, hükümet dairelerinin rayına oturduğu, idarede birçok yeniliklerin ve gelişmelerin yapıldığı, bazı büyük memuriyetlerin kaldırılıp, yerine yenilerinin ihdas edildiği bir devirdir. Sultan Nâsıreddîn Muhammed, bunlara ek olarak, gelir kaynaklarını düzeltmiş, iktisadî gelişmeye bağlı olarak, devletin gelirini de arttırmıştır. Nâsıreddîn Muhammed, 1341 senesinde vefat edince, Memlûk Devleti, Nâsıreddin Muhammed’in oğulları ve torunlarının dönemi olarak isimlendirilen yeni bir devreye girdi. Bahrî Memlûkların çöküşüne ve Burcî Memlûkların kuruluşuna kadar devam eden bu devrenin en bariz vasfı, Sultan Nâsıreddîn’in oğlu ve torunlarından sultan olanların çoğunun, çocuk olmalarıdır. Bu yüzden, ümeranın (emîrlerin) nüfuzu yeniden arttı ve sultanlar kısa sürelerle, sık sık değiştirildi. On üç sultanın başa geçtiği bu dönemde, Suriye ve Mısır’da, büyük veba salgını oldu, her gün binlerce kişi öldüğü için, toprağı işleyecek kimse kalmadı. Kudretli bir şahsiyet olan Sultan Berkuk ile iktidar, Bahrî Memlûklarından, Burcî Memlûklarına geçti. Sultan Berkuk, Çerkezlerden bir topluluğun başına geçerek kuvvetlenince, Sultan Selâhaddin’i 1382 senesinde tahttan indirip, Bahrî Memlûkları devrine son verdi.
Burcî Memlûkları: Hanedan olarak Mısır Memlûkları tarihinin ikinci kısmını, Burcî Memlûkları teşkil eder. Çerkez asıllı olan bu hanedan, 1382’den 1517’ye kadar, Mısır’a hakim oldu. Ancak bu sultanlar, dil ve kültür bakımından tamamen Türkleşmiş oldukları için, devlet, Türk karakterini korudu. Memlûkları, merkeziyetçi bir idare altında toplayan Sultan Berkuk, 1399 senesinde vefat edince, yerine oğlu Ferec geçti. Sultan Ferec devrinde iç karışıklıkların çıkmasından istifade eden Hıristiyanlar, harekete geçtiler. Buna, Suriye’deki iç karışıklıklar da eklenince, Sultan Ferec, 1412 senesinde âsiler tarafından öldürüldü. Halîfe-el-Musta’nin, sultan ilan edildiyse de, çok geçmeden Seyfeddin Şeyh, Memlûk tahtına çıktı. Bunun zamanında, nisbî bir sükûnet sağlandı. Birçok tesisler inşa edildi. Seyfeddin Şeyh ölünce, yerine oğlu Ahmed geçti ise de, atabegi Tatar, idareyi ele geçirdi. Fakat Tatar’ın da saltanatı uzun sürmeyip, kısa bir müddet sonra öldü. Tatar’ın vefatından sonra sultan ilan edilen oğlu Muhammed ise, vâsisi Barsbay tarafından tahttan indirildi. Memlûk sultanlığı tarihinde büyük ün yapan Sultan Barsbay, on altı senelik saltanatında, sükûnet ve istikrarı temin etti. Suriye ve Mısır’da, Müslümanların faydasına tedbirler aldı, huzurda yer öpmek geleneğini kaldırdı. 1425 senesinde, Kıbrıs’a gönderdiği donanma ile Kral Vanas’ı yenerek esir aldı ve kefaletle serbest bıraktı. Kral, kendisine tâbi olarak, her sene vergi ödedi. Ticareti geliştirmek hususunda tedbirler aldı. Barsbay, Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları ve Akkoyunlular'la da mücadele etti. 1438 senesinde ölünce, yerine oğlu Yusuf geçti ise de, atabegi Çakmak, idareyi ele geçirdi.
On altı sene tahtta kalan Çakmak, Barsbay’ın siyasetini devam ettirdi. 1442’de Kıbrıs ve Rodos’a donanmalar gönderdi. Osmanlılar ve Karamanoğulları ile dostane münasebetler kurdu. Vefat edince, yerine, oğlu Osman geçti. Osman’ın çok kısa süren saltanatından sonra, iktidara Seyfeddin İnal geçti. İnal, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul fetihnamesi gelince, büyük merasimler icra ettirdi. Karamanlılar üzerine ordu göndererek, Karaman’ı yağmalattı. Uzun Hasan’a karşı tedbirler aldı. Kıbrıs’la ilgilenip, Lefkoşe’yi zaptettirdi. 1461 senesinde ölümü ile, yerine oğlu Ahmed geçti. Fakat, idareyi atabegi Hoşkadem ele aldı. Hoşkadem, ilk iş olarak, isyan eden Şam ve Cidde valileriyle uğraştı. Osmanlılara karşı düşmanca siyaset uyguladı. Uzun Hasan’ı ve Karamanoğlu İshak Beyi desteklediği gibi Dulkadıroğulları ile Fatih aleyhinde işbirliği yaptı. Kendisinden sonra tahta geçen Atabeg İlbay ve Temurboğa birkaç ay saltanat sürdüler. 1468 senesinde Memlûk tahtına çıkan Kayıtbay, icraatçı hükümdarlardandı. Osmanlılarla rekabeti sürdüren Kayıtbay, Sultan Bayezid Hanla taht mücadelesine girişen Cem Sultan’ı kabul ederek, Osmanlı ülkesine yollamamakla, iki devlet arasında harp çıkmasına sebep oldu. 1485-1491 seneleri arasında Çukurova’da yapılan muharebelerde, iki taraf da önemli derecede yıprandı. Neticede, Çukurova’nın gelirinin Mekke ve Medîne’ye bırakılması şartı ile anlaşma yapıldı. Kayıtbay, 1496 senesinde vefat etti. Yerine geçen oğlu Muhammed, ancak iki sene tahtta kalabildi. Emîrlerle ihtilafa düştüğü için öldürüldü. Muhammed’den sonra Kansuh ve Canbulat tahta geçti. Bunlardan sonra Kayıtbay’ın yetiştirmelerinden, Şam valisi Kansu Gûrî (Gavri) sultan oldu.
İktidara geçtiği zaman, altmış yaşını geçmiş bulunan Kansu Gûrî, kudretli ve dirayetli biri olduğunu hemen ispatladı. Önce Kahire’de nizam ve istikrarı tesis ederek, ümeranın büyüklerinden, güvendiği kişileri idarî kadrolara getirdi. Daha sonra devlet hazinesinin iflâs durumundan kurtarılması için tedbirler aldı. Kansu Gûrî’nin zamanında Memlûklar, Rumeli ve Anadolu’da devamlı genişleyen Osmanlı Devleti ile Suriye hududundan komşu oldular. Bu sırada İran’a ve Doğu Anadolu’ya hakim olan Şah İsmâil, Şiîliği yaymak suretiyle Yakındoğu’yu ele geçirmeye çalışıyordu. Yine Kansu Gûrî (Gavri) devrinde, İspanya’daki Endülüs Müslümanlarının hakim olduğu Gırnata, Hıristiyanların eline geçince, Müslümanlar zor duruma düştü. Mısır’ın iktisadî durumuyla yakın alâkası bulunan Hind ticaret yolu, Portekizliler tarafından tehdit edilmeye başlandı. Hindistan kıyıları, Portekizlilerin eline geçti. Kansu Gûrî, Portekiz genel valisi, Hürmüz’ü alarak, Acem Körfezini (Basra Körfezi) kapatınca, Osmanlı Sultanı İkinci Bayezid Handan yardım istedi. Osmanlı, gereken yardımı yaptı. Buna rağmen Kansu Gûrî'nin (Gavri) İran Şahı İsmail’le yakın münasebet kurması, Osmanlılarla arasının açılmasına yol açtı. Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail’i tamamen ortadan kaldırmak için ikinci Doğu Seferine çıkarken, Veziriâzam Sinan Paşa'yı kırk bin kişilik bir kuvvetle, Safevîler üzerine göndermişti. Ancak, Sinan Paşa'ya, Diyarbakır’a giderken Fırat’ı geçmek için Memlûklar tarafından müsaade verilmemesi ve Kansu Gûrî'nin (Gavri) elli bin kişilik bir kuvvetle Halep’e gelmesi, harp sebebi sayıldı. Mercidabık’ta yapılan muharebede Memlûklar, kısa bir sürede mağlup oldular. Kansu Gûrî’nin muharebeden sonra kaybolmasıyla, Memlûk tahtına Tomanbay geçti.
Halep, Hama, Humus ve Şam’ı alan Yavuz Sultan Selim Han, Tomanbay’a bir nâme göndererek, kendisine tâbi olması şartıyla Gazze’den itibaren güneyde kalan toprakları Memlûklara bırakacağını bildirdi. Tomanbay, bu teklifi kabul etmedi. 23 Ocak 1517’de Ridâniye’de, Yavuz Sultan Selim Hanın taarruzuna karşı koyamayarak mağlup oldu. Kahire’de ve Sait taraflarında mücadelesini devam ettirdi ise de, yakalanarak idam edildi. Böylece 1250 senesinde kurulan ve 267 sene süren Mısır Memlûk Sultanlığı, sona erdi. Halîfelikle beraber, mukaddes yerlerin himayesi de Osmanlıların eline geçti.
Memlûklar, sultanın kendi kölelerinin, idarenin en üst kademesinde yer aldığı karışık bir hiyerarşik sisteme sahipti. İktidarın bünyesindeki başarı için, gulâm sistemi esastı. Çünkü eski Memlûkların oğulları da dahil olmak üzere, hür unsurlar, orduda ikinci derecede bir yer teşkil ediyorlardı. Saltanatın istikrarsızlığı sebebiyle, hükümdarların kolayca değiştirilmelerinden anlaşıldığı üzere, sultanın mutlak iktidarı, büyük emîrler ve bürokrasi tarafından denetleniyordu. Meseleler dîvânda görüşülüp, karara bağlanırdı. Memlûkların asker ihtiyacı, Kafkasya’dan ve Kıpçak bozkırlarından karşılanırdı. Sultan ve kumandanların idaresindeki Memlûklu ordusu, muharip olmasından, sevk ve idaresindeki mükemmelliğinden, Haçlı ve Moğol saldırılarını bölgeden uzaklaştırmakla, İslâm ülkelerini büyük tehlikelerden ve tahriplerden korumuşlardır. Memlûklar, Eyyubîler'in siyasetlerini devam ettirdiler. Resmî yazışmalarda, Arapça'yı kullandılar. Ordu ve sarayın konuşma dili, Kıpçak Türkçesi olup, Oğuz Türkçesi de geçerliydi. Kültür bakımından gelişmiş olan Memlûklar, Mısır’da pek parlak bir medeniyet devresi açtılar.
Memlûklar devrinde, Mısır ve Suriye’de büyük binalar yapıldı. İdareci, kumandan ve bu arada bazı esnaf cemaatleri, büyük şehirlerde camiler yaptırdılar. Kahire’deki Baybars, Kalavun, Muhammed Nâsır, Sultan Hasan, Berkuk, Müeyyed, Kayıtbay Ulu camileri ve Trablus, Şam, Halep eyaletleri camileri ile Kahire, Halep, Şam ve Birecik kaleleri bunların belli başlılarıdır. Devlet memuru ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Kahire’de mektep açmışlardır. Burada tahsilini tamamlayanlar, mülkî ve askerî memur olarak vazifeye tayin edilirlerdi.